Kırkuyu’da akarsu yoktu. Ama Gök Hacı vardı. Taşın içine sabırla işlenen bir dua gibi, çekiçle oyduğu her kuyu, bir hayvanın, bir çobanın, bir kelebeğin susuzluğuna sadakatle cevap verirdi. Giriş çapı 30 santim, derinliği 5 metre olan kuyular, önce taşla açılır, sonra çimento, ince kum ve harçla suvanırdı. Kum, Göksu’dan at ve eşekle taşınırdı—30 kilometre boyunca. Her kuyu, 15 günde çıkarılırdı. Ama Gök Hacı, iş makinesinden hızlıydı. Çünkü onun kazdığı sadece toprak değil—sadakatti.
Yoldaşı kır beygir, azığı keş, yanda soğan… Eşi Fadime haftada bir gelir, yeşil elma, yumuşak ekmek getirirdi. Kuyu başında kısa bir sohbet, sonra Fadime köye dönerdi. Yol kepir, patika; bir ayağı taşa takılır, sendelerdi. Ama düşse de, akşam eve varır, tahta teknede iki kutu unla hamur yoğurur, yufka çarardı. Sabah horoz ötmeden kalkar, ineği sağardı. Ayna bilmezdi, makyaj tanımazdı. Makyajı ocağın isi, parfümü ineğin bokuydu. Tek sohbet ettiği, tavanda cirit atan fareler, ocağın başından ayrılmayan kedisiydi.
Gök Hacı’nın açtığı kuyular, Kırkuyu’dan Elbalak’a, Sarıova’dan yaylalara kadar uzanırdı. Binlerce kuyu, yüzlerce hayrat… Taştan oyma yalaklarda yılan da içerdi, tavşan da, güvercin de. Gök Hacı onların duasını alırdı. Çünkü o, sadece insan için değil— doğa için de kazardı.
Çıkardığı taş kütlelerini ardıç pardısından yaptığı iskeleyle kuyu ağzından dışarı atar, dışarıda bir tepe oluştururdu. Her taş, bir susuzluğun gölgesiydi. Her kuyu, bir sadakat yeminidir
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
Deli cafer ismail tayfur ve şaşı
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta