Çocukluğumdaki Kar’lar bunlar..
Lapa lapa arada rüzgar sesiyle birlikte.. Ben teneke sobamızın başında oturuyordum. Arada kedi gibi uzanıyordum, sobanın arkasındaki mindere. Yanaklarım kıpkırmızı olurdu önceleri, şimdi ne kadar yanarsam yanayım kızarmıyor. Çok mu büyüdüm de böyle oldum.. Artık kızaracak kadar küçük mü değilim? Yoksa yandım da mı çok belli olmuyor kızarıklarım…
Kar yine de çocuklukta bambaşkaydı, O minik bahçemiz bembeyaz olurdu, ağaçların dallarına bile karlar yerleşirdi, aile kurar ev yaparlardı günlerce. Bazen bir kuş yuvası bile kardan ev olurdu.. O bahçe meğer ne kadar da küçücükmüş, büyüyünce anladım küçüklüğünü. Oysa bana ne kadar da büyük gelirdi,  küçük adımlarımla koşar koşar bitiremezdim. İncir ağacı vardı bir tane.. Yaşlıydı.. O da bembeyaz olurdu, zaten kışın hangi ağaç olduğunu anlayamazdım bile. Malum çocukluk kim bilir neler kurardım aklımdan. Evimizin hemen karşısında kocaman bir mezarlık vardı, Kaç yüz yıllık ağaçlar vardı, hep annemlere yaşlarını sorardım o ağaçların, her defasında da “Ne kadar büyükler” derdim hayretle.
Her şey büyük gelirdi küçükken bana, Şimdi sığamaz oldum bir yere. Ruhum sığmıyor bedenime.. Her şey küçüldü ben büyüdükçe, önce elbiselerim küçülmeye başladı, sonra o küçük bahçemiz.. Küçüldü küçüldü, küçücük kaldı.. Koşamaz oldum o bahçede, koşacak da bir şey kalmamıştı.. Sevinçlerim de küçüldü zamanla. Daha az sevinmeye başladım..
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta