Fincanları da vardı hatırınızın ama, kutusundan çıkaramadım derken ki, tatlı mahcubiyetinizi anımsarım hâlâ...
Öyle ya,
Kırk yılınızı geçirmiştiniz zaten; hak edişi eskimek olan hatırınızın...
Masum tebessümlerinizin ardına hafif hafif iç çekişlerinizle saklayamazsınız ki kederlerinizi...
Hem bakınız,
Karlı dağlar gibi ak düşmüş saçlarınıza...
-Kederler, alın çizgilerinizde, belli eder kendisini-
-Kederler, her daim ağır basar,çünkî...-
Bakın işte,
Sessizsiniz tümden, susup kaldınız harbiden...
Kederli keçilerin, neden kokmadığını inatlarına bağlamadan;
Uzun uzadıya anlatmadan, hem de...
Öyle sanırım ki,
Bütün su kuyularının dilsiz hikâyeleri vardır.
Ve bütün kör kuyular dipsizdir, sanırım...
Çatkapı gelen misafirinizdim.
Katışıksız,
Saf ve duru,
Güzelliğinize namzet;
Gösterişsiz evsahipliğinize, denk düşen...
Yaşamaktı gayemiz, tüm güzellikleri
Ve de yaşatmak, sahiden...
Yaşamın, kurgusuydu üretmek;
Muhtaç olmamak adına kimselere...
En çok sevgi üretilmeliydi, emek evinde.
Çünkü, denek değildi sevgi;
Çünkü, emekti sevgi...
Sadece seviyorum demek de yetmezdi sevgiye.
Çok laf kuru gürültü, kâr etmezdi...
Çünkü, hissettirmekti sevgi...
Çünkü, göstermekti sevgi...
İnsanoğlunun onuru paylaşmanın,
Hesapsız verebilmenin,
Çıkarsız sevebilmenin içindeydi....
Cehalet, çoğunlukla hürriyetini yitirmiş zihinlerin; lekelenmiş yüreklerin içinde...
Entellektüel birikimlere tesadüfî denk geldiğimizde şaşırmak nedendi?
Çatkapı misafirinizce,
İkram edilmiş kuruyemişten tazeymiş diye komşularınıza ayırmışsınız.
Michelin yıldızlı bir yemek bile, daha lezzetli ve taze değil; sizinle tadılan taze kuruyemişten..
Bir kere daha anladık ki,
Beyinlerimizi zonklatan,
Abartılı gürültülerin,
Kalabalıkların,
AVM ortamlarının,
Her sese sağır,
Her göze kör,
Lobilelerinin köhneleşmiş ve
kokuşmuş,
Keşkemekeşliklerindeki şehirlerin,
İnsanları değiliz biz!
Bazen öyle oluyor ki,
Ya fazlayız dünyaya,
Ya da dünya bize fazla.
Ya biz ağırız,
Ya da dünya fazla ağır bize!..
İnce, dar bir yol gittiğimiz;
Gittiğimiz yol toprak..
Yani patika,
Bilemedin, en fazla şose olmalı...
Asfalt yolların, ziftine bulaşmış kiri; bu dünyanın...
Biz, bu kirli düzenin insanları değiliz!..
Kuş sesleri,
Çiçek kokuları arasında;
Temiz yürekli, sakin sohbetli,
Derin insanlarla içelim kahvelerimizi.
Böylece, içtiğimiz kahveler; en lüks,
en paha biçilmez kahvelerden olur...
Fincanların dibinde birikmiş telvesi ise, paşa keyfimizin, keyf-i kâhyası!...
Koklanan mı, koklayan mı kırmızı bir güldü?
Ah! Kıpkırmızı güller...
O kıpkırmızı güller!..
Abdullah amca ve Ümmühan teyze;
Devran dönüyor acılarla...
Bunlar, anlattıklarım yani;
Üstad Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ında olduğu gibi hiç tutunanadığım halde
birdağköyündezihnimesımsıkıtutunanlardan
...
Vardım tadına sohbetinizin, tadı koyu mu koyu...
Abdullah amca ve Ümmühan teyze;
Öyle denir ya,
Acı kahvenizden daha da var mı?
Hani hatırlarınızın kırk yılı aşkın, eskime hak edişli;
Kahvenizden ve telvesinden,
....
Yani,
Kalabalıkların Sokrates'i...
Kayıt Tarihi : 13.6.2025 03:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!