Tüzüksel hukuk, ya da, yurttaşlık hukuku olan, serbest irade koyuşla, hakların, görevlerin sayıldığı, sözleşmelerin hepsi, yurttaşların Ya da insanların, günceldeki uygar siyasal bağıntılarını, hak ve görevlerini tespit eder.
Daha önceki bölümde, hak'ın eşdeyişle hukukun, insanın emeğine sahip çıkamamasının verdiği, toplumsal tedirginlik ve gerilimle, çatışma ile ortaya bir otorite koyuş, tüze koyuş ve din oluşla, üretildiğini belirtmiştim. Bunun, ezen ezilen, Ya da, efendi kul, ikilemi ile her iki tarafın da, kendine göre sığındığı, sınıfsal, toplumsal talepli olduğunu söylemiştim. Hatta bu sığınmayı her iki taraf özgürlükleri olaraktan düşünmüşlerdi!
Hukukluluğun bir ikinci yanı için de, şöyle bir çıkarsama yapabiliriz. Kendine yabancılaşan bireyin, yabancılaşmasını dışlayarak, hukuk, bireyi içinde bulunduğu toplumda, hak sahibi kılıp, hukuk bireyi yapar. Temeli insanın insanı sömürüsüne karşı çıkmak olmalıdır.
Hak ve hukuk da, üretim biçiminin değişmesine bağlı olarak, cevaben değişiklikler de geçirmek zorundadır. Toplum olan yerde, bu tüzelik (adalet olurluk) zorunludur. Bu bağlamda haklarımız şöyle sayılabilir: Hukuk toplumsal temelli olunca haklarımızda toplumsal temelli ve otorite ile karşılıklı ilişkilenen bir yükümlülük olacaktır. Ameliyat başında başınızı örtmek bir hak talep ve yükümlülük olacakken, birey olarak bir kamusal alanda hoş görülmeyen yerlerde bir talep bir yükümlülük ve bir hak görülmeyecektir.
1-En temeli, kişinin çalışma hakkıdır. 2- Toplum için yapılan çalışmalarımızdan, kişinin gelir elde etme hakkı 3- Ayrım yapmadan, ayrım yapılmadan kişinin eşit olurluk hakkı 4-Toplumsal uygulaması yapılmadan, kişinin inanç hakkı 5-Kişinin dokunulmazlık hakkı. 6-Kişinin örgütlenme, örgütlere katılma hakkı. 7- Kişinin eğitim hakkı, bir kısmı zaman olarak zorunludur. 8-Kişinin söz söyleme, toplanma ve gösteri yürüyüş hakkı. 9-Kişinin dinlence yapma hakkı.10-Kişinin eğer, çalışamama durumu olursa, güvencede olma hakkı. 11- Kişilerin haberleşme hakkı olmalı. 12-Kişilerin sağlık güvencesi ve hizmeti isteme hakkı. 13-Toplum içinde can mal güvenliğinin sağlanıyor olması hakkı. 14- Kişilerin barınma hakkı. 15- Kişinin özel mülk edinme hakkı. 16-Bu sayılan hakların ve diğer hakların, yasalarda nasıl ve ne şekil, kullanılacağının düzenlenir oluşu ile belirlenme, sınırlanma hakkı. Sistemlere göre de, hakların değişeceği unutulmamalıdır.
Görüldüğü gibi inanmanın bireysel bir hak olduğu, yurttaşlık Ya da tüzüksel hukukta bir referanstır. Ancak sizin toplumdan, Ya da toplumun sizden istediği, bir talep değildir. İnsan hakkıdır. Toplumun üst yapısı; nesnel gerçekliğin ve insanın, tutumundan, tavrından, düşünce ve psikolojisizinden, yansıdığı bir alandır. İnanç toplumun alt yapı oluşmalarında olamazken, üst yapı oluşmasında vardır ve haktır. Görmezden gelinmeyecek denli de, toplumda öznel sürüştür. Halkın düşünmelerinin üst yapıya yansımasıdır.
Bunun yaşanış biçimi öznel ve yasa ile belirlenir. Çünkü inancın kurallarını siz belirleyip koyamazsınız. Tüm varlıklar iç çelişmeleri ile gelişir yasallaşırken, insan inanması iç çelişki olarak kendisi iken, imleçleri kendisi değildir. Dışarıdan vaz olunan aykırılıklı varsanımdır. Bu yüzden geliştirip olgunlaştıramaz. Ve inancın kuralları, üretim tarzının değişmesi ile paralel değişmez. İnançlar bu nedenle toplumsal bir hak olmayıp, kişisel, grupsal ve kalabalıkların tavrı olarak özel alanlarda vücut bulur. Bu nedenle inançlar gelişememek, değişmemekten muzdariptir. Derin çelişmelerle sıkışınca, yorumlanmasına gidilir. Sün dürülürde sün dürülür. Sün dürüldükçe gerilir kopar parçalanır. Parça parçadır artık. Yasalar asla inancın, içeriğini biçimini değil, sadece gruplardaki uygulanış güvenliğini sağlar. Aksamalara göre düzenler. Toplumdaki özel alan grupları bunun bilincinde olup, gruplar kendilerinin aralarında, Ya da toplumun düzenlenen alanlarında, bu bilinçle, ortak, müşterek noktalarını bilirler. Kendilerini bu hal icaba göre, tutumlar olmalılar. İnanç, toplumsal yanı olmayan inisiyatifli bir hak oluştur. Bu da, yurttaşlık bilinci ile bağıntılıdır.
İnanç toplumun alt yapısında olmamakla, temel olmayan bir tavır yapılanıştır. İnsan önce yaşayacak durumda, yaşamını üretecek durumda, olmalı ki; onun düşüncesini, inancını edinip, tutumlaşabilir, mutluluğunu tadıp sürdürebilir olsun.
Bu yüzden, toplumsal yaşayış, genelde yaşamın alt yapısına göre örgütlenip, yapılaşır. Bu yapılaşma, ilişkisel biçimlerini kurar. Ve yaşamı karşılamaya yönelik, üretim yapma sürer durumlarını süreçler. Toplumsal siyasa, siyasal kurumlar toplum ve halk örgütleri eşgüdüm çerçevesinde harmanlayıp, siyasi güç şekline sokup parlamento süreci ile hem biçimlerler hem sürecin nasıl sağlanacağının örgütsel bağlamlılıklarını da kurumlaştırırlar.
İnanca ait simgenin taşınması, bu kurumlarda istenilir olup olmayacağı, tamamen bir nötrlük gibi görülürse de, toplumsal alanda çok yerde aykırılıklar, aksatma yapıyor oluşlar belirmekte. Hatta inancınıza ters bir tutum yapıyormuşsunuz gibi gelen bir üretim, hizmet; çok hayati bir toplumsal taleple çatışır. Dahası sizden farklı, üst yapısal ideolojileri olan, öznel kişilikleri siz onları ve onlar sizi; somutu olmayan, haklılaşamayacağınız konularda, kişileri somut çatışmaya götürecektir.
Zaten bu simge taşırlığın kendisi bir tanımlama ve tanımlanma olup, ister istemez diğerini ötekileştirir. Tıpkı bir çiçeğin kırmızı oluşta, sarı, yeşil olmayışının belirlenişi gibidir. İnanç simgeleri bir sosyal tavır oluşu, bir düşünmeyi, hayata bir bakış tarzını, o inanmaya ait iyi ve kötü hafıza anılarını, sizde isteseniz de, istemeseniz de, çağrıştırır. Bir bu tür ajite olma, duygu uyanmasını ortaya koyabilir.
Çatışma, konunuzun yasallığı ve objektifliği olmadığından, yasalar sizi haklı Ya da haksız kılamayacaktır. Diyelim ki, melek vardı yoktu diye bir çatışma çıktı. Çatışma konusu hukukun delili olamayacak denli soyut ve tanıtlanmazdır. Ancak huzuru bozmaktan ve cürümün maddi seyrine göre, hukuk sizi yargılayacak. Değilse çatışma konunuz olan inanın temeline göre, ne bir haklılaşa nede bir haksız görme durumu, asla gerçekleyemeyecektir.
Burada İnak, inanç, inan, inakçılık, inalcılık gibi kavramların anlamına, ussal bir seyir yapıp, hiç değilse, kendi anlamalarımızla inanımızla, toplumsal talebe olacak, isteklerin kararını, haklı veya haksız, olabileceğimizin düşünmesini edinebiliriz.
İnak; doğru olurluğunu, her türlü inceleme, araştırma ve eleştirmenin üstünde tuttuğumuz, değişmez kabul edilen önyargılı düşüncelerdir. Doğma da dediğimiz inak, bu hali ile objektif olanın karşısında, subjektif bir tutumdur. Tüm dinsel ilkeler bu türdendir. Dünya'nın altı günde yaratılması, Ya da Dünya'yı İ.Ö 4004 yılında, ekim ayında, belli gün ve saatte, yaratıldı bilip inanmak, bu türden eleştirilemezliği ve kanıtlanmazlığı içermektedir.
Hâlbuki bir toplumsal üretim somuttur, makinelerin çalışması somuttur, makinelerin işleyiş yasaları somuttur, makinenin çalıştırılması kurallılığı somuttur, bu alanda edinilen izlenim ve kanılar, pratiğe uygulanırken somutlanır, kanıtlanır. Bir toplumsal işleyişin çıkardığı eksiklik, bir başka toplumsal düzenleme ve işleyişle, somutlanıp karşılanır. Toplumsal olan somuttur, Ya da somutlanır uygulanır olandır
İnançların ve otoritelerin, öne sürdüğü düşünceleri, kanıt aramaksızın kabul eden öğretiler olan inakçılık; bir inan konusunu Ya da yetkenin sözünü, tanıtlanmış bilir. Örneğin orta çağ Avrupa'sında skolâstik felsefede, bir şey hakkında Aristo söz etmişse, fikir yürütmüşse, sırf Aristo söyledi diye kiliselerce doğru sayılırdı. İnakçı uslamlaması, daima değişmezlik içeren ulamlarla dile getirilir. Otorite kişilerin tanıklığını, tanıtlanmış sayarlar. Hiçbir zaman tanıtlanamaz olanı, düşünüp benimseyen, inancılıkla, inakçılık birbirinden farklıdır. Aydın biri dahi zamanla inakçılığa düşer.
Sürecek 36
Bayram KayaKayıt Tarihi : 23.9.2008 02:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!