Yırtık pırtık bir kısa kollu
Güneş almasın diye bir de şapka
Anamın azığıma koyduğu kavrulmuş çökelekle
Gözyaşlarım buğday tanelerinin arasına karışırdı
Yaşıtlarım gezerken Akdeniz’in maviliğinde
Ayaklarıma değen bulgur tanelerinden korkardım…
Yorgun düşmeyegör meçhulde,
Ağlamak istersinde,
Ağlayamazsın...
Konuşmak kuşatma altında kalır
Kelimeleri tümcede bağlayamazsın.
Sömürge olmak böyle işte
Gür avazı yine çibunun,
Kanayaklının damarında geziyor.
Aykırı halatı doruklara,
İnceldiği yerden düğüm atıyor...
Kayaları yarıp çıkan
Köklerinin mahfillerde açtığı
Türabına sımsıkı bağlı
Çiçek dalında güzel
Çeşit çeşit kuşların konduğu
Gün ışığına sevgili
Yoğur yürek yük ağır
Takıldıysa kötü hissiyat
Bir çocuk çıngırağına
Çitlediysen deli zembereği
Yeryüzünü sulayan yağmurları çağır!
Yere fısıldayan ağaçlar
Dağların arasında bir kıl çadır,
İçinde bir sürü, kocaman ağıl!
Gel gönlüm davarı yamaca ağdır.
Kopmadı hiç bağım
Koparmadım mis kokulu kekikleri
Yansa bağrım ateş alsa da
Gazze’de bir çocuk yüreğinin
Sekenesiyim ben işte.
Ne hafif bir ürperti
Akın akın rayiha yükselsin isterdik
Kederli bağından, olmadı...
Dalga dalga deniz olsa neye yarar
Geçip gitmiyor birdenbire bu yanık...
Vicdan yoksun, merhamet yoksun,
Kan akar yalnızlıktan.
Dayımın bir atı vardı
Adı Ceyda’ydı...
Koştuğu zaman var ya
Ah koştuğu zaman
Ateş gibi olurdu her yanı
O ateş ki
Silin metinlerden ayrılıkçı kelimeleri
Yıkın zalim çarkın nefretini
Bir damla sevgi koyun heybeye
Onu götürün yiğitlik diyarına...
Vermeyin namerde elleri
Koşun dürüstçe yaklaşanların dergâhına...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!