Yundum yine yeniden,karanlık sularıyla Lethe’de
Unutulmak salt benim değil senin de var kaderinde
Şu bir bardak şarapta geçmişi buldu ruhum
Sen ki ey bahtsız kadın,sen kadim bir mutsuzsun
Yapamadım da seni,şol Cennetteki Beatrice’im
Kanını içer erkekliğin,dipsiz kaygan bir kuyu
Ölürken tüm duygular,transa geçer duyu
Kara melek apansız,kanatlanır enginden
Buğu kokan derinden,kuğu boynu belinden
Biliyorum
Sonsuza dek kaderim
Taşlanmak
Beceremem,beceremedim bir türlü
Kovalanan olmayı
Kovalamak
Durun! Kaçmayın hemen.Başlığa bakıp da ne sandınız? Size, ne kaynakların sınırlılığı ile tüketim toplumunun israfı ve -bu arada da -açlıktan cartayı çekmekte olan milyonlardan bahsedeceğim,ne de yeryüzünde cennet’i kurmak adına yola çıkıp da salt kendi cennetlerini yaratan nomenklatura’dan.Hatta ve de hatta milliyetçilik naraları atarken emperyalizmi içselleştirdiklerinin,meşrulaştırdıklarının ayırdında bile olmayanlardan da bahis yok,bu yazıda.Hayır, yanıldınız işte,ne elitist Türk aydınını içsel çelişkileri var bu yazıda,ne de kemalizm’in trajedisi.Teslim oldunuz mu sonunda?
Nasıl savaşırız yaşamla,nasıl çözeriz çelişkileri? Salt çevremizdekilerle düştüğümüz tenakuzdan bahsetmiyorum,tabii ki.İçsel çelişkilerimizden bahsediyorum,onun yanında ve ondan daha fazla.Paradokslar mıdır bizi var eden,yoksa var olduğumuz için mi,boğuluruz çelişkiler okyanusunda,sizce hangisi? Gelin size birkaç küçük öykü anlatayım da,fit olalım,he mi?
Sen o musun?
Tacizden koşup da sarılan dostluğuma
Kaçınmayan, tacizcisiyle flört etmekten
Gözlerimin önünde
Çok da çirkin diyen ilk fırsatta
Uzaklardaki kadın
Öyle etkiledin ki beni
Öyle girdin ki içime
Değilim farkında
Aşk mıdır beslenen bedenimde
Bir akrep mi yoksa
Silebilmek için beynimden seni
Haykırıyorum; yoksun,hiç olmadın ki
Ipıslak yapış yapış tonozların arasında
Soruyorum bu sen misin
Çeken beni cehennemi alevlerin arasına
Kim kimin sermayesidir şimdi
Kimi kim kullanır
Sesi uzaklarda kalan bir cüce
Haykırır da haykırır
Düzen ve disiplindir her şeyden gelen önce
Eş cüce kabullenir sessizce
Ölü Bir Sağaltıcının Anlattıkları
Yok canım,ne ilgisi var bunun tababetle.Tıp doktoru değilim,ne yazık ki.Sihirli reçeteler sunamayacağım size,amansız hastalıklardan yırtmanız için paçayı,eğer sahip olsaydım bu formasyona...her neyse.
Kam’dır,topluluğun vahşi dünya ile iletişimini sağlayan.O bilir ve belirler hangi avlağın uygun olduğunu kan dökmeye,bilir o hangi oba’nın uğruluğu karşılıksız bırakacak denli zayıf olduğunu.O bilir,Ülgen’in yanına gitme sırasının kimde olduğunu,bilir o,Akene’nin hangi geyik postundan çadırı onurlandıracağını.
Nedir ima,üzerinde düşüneniniz var mı hiç? İma’nın ansiklobedik anlamından bahsetmiyorum,tabii ki.Amacım, içsel dünyamızda ima’nın nerede konuşlandığını anlamaya çalışmak,sadece.
Ne zaman ‘ima’ kokan bir sohbette bulunsam ya da bir yazı okusam,aklıma –konu ile ilgili olsun veya olmasın- bambaşka kavramlar doluşur.Bozkır kavimlerinin uzaktan kullanılan delici silahları,kurnazlık (fakat asla zeka değil) makyavelizm,terör,asalaklık aklıma düşenlerin başlıcalarıdır.Rastgele bir ima,neden acaba,böylesine ayrı düzlemlerdeki kavramları çağrıştırıyor bana.fikri olan var mı?
Doğrusu,’ima’,yapan açısından çok etkili bir silahtır.İma eden, bununla kaç kuş birden vuru,hiç saydınız mı? Herşeyden önce,ima etmekle ne denli zeki olduğunu kanıtlar,kendisine ve çevresindekilere.Muhatabı eğer,yapılan ima’yı anlamazsa,hiç de zeki olmadığı kanıtlanmış olur elaltından.Muhatap anlamış ve/fakat yanıt vermemişse,ya korkaklığına hükmolunur,ya da yanıt vermek için gerekli donanımdan yoksun olmaktan hüküm giyer.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!