Acımasızca kızgın güneşi yere çekebiliyorsan,
Yıldızları sonsuza korkmadan yollayabiliyorsan,
Deryalar kadar denizleri bir nefeste içine alabiliyorsan,
At başından beni, şimdi yok et sevdamı sen!
Camdan daha kırılgan olan gönlüme,
Kahrolasın yazmayan kalem sen şimdi,
Kahrolasın kalleşçe yaşam sen şimdi,
Kahrolasın dökülen perçem sen şimdi,
Umurumda mı ki dünyam sen şimdi.
Dümbelek iniler, saz kendine yanar,
Hani kalem gibi ince kaşların vardı,
Hani kalem gibi dimdik duruşun vardı,
Hani kalem gibi kırık salınman vardı,
Yayı çıkmış kalemden betersin şimdi.
Bir yıldız göründü çok uzaktan
Gelişi nazlı nazlı, olmuş korkan,
Işık oluyor karanlıkta, korkutmadan
Şimdi bekler durursun sen nazlı güzel.
Hani tek bir yıldız durur ya boşlukta,
Hani yağmur yüzünde sakin sakin süzülür,
Kar lapa lapa yağarken sessizce süzülür,
Yıldırımlar çakar, gürültü ile süzülür,
Bilir misin, insan sevdiğini söylemek için süzülür.
Bir omuz bahşet bana huzurla dinlenmek için,
Taklit, taklit, taklit... Bütün yaşantımız boyunca nereye baksak karşımıza çıkar hep taklit. Doğduğumuz andan itibaren ölümümüze kadar sürdürdüğümüz yaşantımızın yüzde altmışını bulan bir yaşamın takliti.
Evet... Çocukluğumuzda başlar taklit. İlk önce sofrada, komşuda, giyimde taklite başlarız yaşantımızda. Ya annemizi, ya babamızı taklit ederiz günlük yaşantımızda. Yürüyüşlerimizi ise çok sevdiğimiz; yüz ve mimiklerimizi ise bazen kızdıklarımızdan ya da sevdiğimiz kişilerden alırız. İlk taklit emrini ise annemizden alırız.
Çocuk yaşta iken annemiz:
- “ Hadi yavrum, bir çirkin ol bakayım.” , der, ya da:
- “ Baban nasıl kızıyor, bir göster.” der.
Böylece taklit yaşantımız başlamış ve taklitin ilk taksitini bir taklit gösterimi yaparak yaşantımıza sokuveririz taklitin. Daha sonra çocukluk yıllarımız onun bunun, komşu, akraba taklitlerini öğrenmekle geçer. Derken ergenlik dönemi başlar ve bunun da başlangıcı yine taklitten olur.
Sazın teli çınlarken Türkü Diyar’da
Yılların boşa geçişini anlayamadım.
Sazın teli çınlarken Türkü Diyar’da
Beni küstüren yılları sayamadım.
Kırk yıl boyunca didindim, çalıştım
Başın yücelere doğru görkemle yükselir Uludağ!
Mabedlerinden dua sesleri yükselir Uludağ!
Güzeller senin yüceliğinden esinlenir Uludağ!
Bilir misin sevdalım senden yücedir Uludağ!
Seyrine dalınca sisli başını yücelerde senin,
Zamanın yokluğunda kahredişler varsa eğer,
Zulmün yaratılışında kalleşlikler benim içindir!
Sevdanın acılarla boğuştuğu şelale varsa eğer,
Zulüm için şelalenin suyunu kesmek benim içindir!
Gökyüzünden altın yüzükler ellere iner,
Sevgili dostlarım, son günlerde Ankara toz duman olmuş, ortalık mahalle çocuklarının bile aklına gelmeyen ukalaca konuşmalar, hakaretler, ithamlar ile çalkalanıp duruyor. Ne acıdır ki bu konuşmaları, davranışları yapanlar bu ülkeyi yönetenler ile yönetmeye aday iken muhalefette kalmak durumunda kalan siyasiler. Aslında bu yapılan “Siyasi açılım” konusuna inanın değinmek bile istemiyorum. Ancak bir konu var ki söylemek zorundayım. Ulusun varlığının ve devamının bekası durumundaki Türk Ordusuna yapılan haksız eleştiri ve yaklaşımlar. İşlerine gelince askeri göreve çağırırlar, işlerine gelmeyince böyle demeç ve bildirimi olur diye yaygara koparırlar. Üstelik bu yaygaralarını da siyasi özgürlük ve düşünce özgürlüğünü ayırt edemeyen siyasiler ile sözüm ona yazar ve üniversitede öğretim görevlisi sözüm ona prof. larca yapılmaktadır. Ben bunlarla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Sizler görsel ve yazınsal basından zaten izliyorsunuz.
Sevgili dostlarım, dünyada o kadar çok hızlı teknolojik ve siyasal yapı değişimi olmaktadır ki bu değişime insanlar çoğu zaman ayak uyduramıyorlar. Devletleri meydana getiren uluslar; çıkarlarını gözeterek yeni oluşumları meydana getirmekte ve ortak çıkarları doğrultusunda da olsa kendilerinin ULUS (DEVLET) olma özelliğinden kesinlikle ödün vermemektedirler. Kendi ulus çıkarlarını ön planda tutarak çalışmalarını yürütmektedirler. Gerekirse bulunmuş oldukları bu kuruluşlardan kendi çıkar ve ulus olma özelliklerini korumak için bulundukları kuruluşu terk etme ve ayrılmayı gündeme getirmektedirler. Kendilerinin istemedikleri bir başka devleti içlerine almada büyük bir zorluk çıkarmaktadırlar.
Avrupa Ortak Pazar Ülkeleri; ilk önce kendilerinin devlet ve ulus olma özelliklerini koruma altına almışlardır. Daha sonra ise bu kuruluşa katılan ülkeler ekonomik çıkarları doğrultusunda siyasi yapısını zedelemeyecek biçimde ortak çalışmalar yapmaktadırlar. Türk Ulusu olarak bizler de bu topluluğa üye olmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ama bizim gibi eş zamanda üye olmak için başvuruda bulunan devletlerle aramızda bir fark oluşmakta ve onlara göre daha zahmetli bir girişimiz olacağa benzemektedir.
Ortak Pazar Ülkelerinin oluşturmuş olduğu bu kuruluşun dışında da yine; IMF, OPEC, G7 gibi önemli kuruluşlarda vardır. Bu kuruluşlarda da yine ilk önce ekonomik çıkar ve ulus olma özelliklerini yitirmeden ortak çalışmalar yürütmektedirler. Aslında ben sizlere bu kuruluşlardan bahsetmeyi bile düşünmüyorum. Benim asıl üzerinde durmak istediğim büyük zaferin bizlere neler düşündürmesi gerektiğidir. 22.Ağustos.1922 de başlayan, 26.Ağustos.1922 tarihinde büyük bir zafere dönüşen başarıya değinmek istiyorum.
“ Hiç şüphe edilmemelidir ki; Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada canlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada sinmiş olan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. 1” Evet sevgili dostlarım. Mustafa kemal Atatürk, bu sözü ile ULUS (DEVLET) olma özelliğimizi ne güzel dile getirmektedir. Bundan 87 yıl önce Afyon / Kocatepe’de başlayan ve “ Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.” Sözü ile yurdun 9 Eylül 1922 de Yunan askerinin Ege Denizi’ne dökülmesi ile son bulmuştur. Daha sonra ise geride kalan ufak birliklerin yurdu terk etmesinin yanı sıra yurdumuzu işgal eden, İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri birer birer terk etmişler.
Bu öyle bir zaferdir ki; Çanakkale meydan savaşını kazandığı halde müttefiklerimizin yenilmesi nedeniyle galip bir ulus masa başında mağlup ilan edilmiş ve toprakları işgale başlamıştır. Çanakkale zaferindeki Türk askerinin başarısını hemen unutan itilaf devletleri bu seferine Anadolu topraklarında hak ettikleri ikinci yenilgiyi bir daha tatmış ve koşulsuz olarak topraklarımızdan ayrılmışlardır. Bu önemli zaferin yıl dönümünü kutluyoruz şu sıralar sevgili dostlarım. Ama benim üzüldüğüm bir tarafı var bu zaferin. Bu zaferi kazandık ama bazı özel girişimlerle ki; Ermeniler dünya devletleri içerisinde bağımsızlık savaşından önce bazı göçleri kıyım olarak göstermektedir. Savaş sırasında olan kayıpları savaş kayıbı olarak değil de katliam olarak dünya uluslarına yıllardır empoze etmeye çalışıyorlar. Topraklarımızda gözü olanlar, ne yazık ki birleri dünya uluslarının önünde kötülemek için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Ermeniler ayrı, Yunanlılar ayrı çalışma içerisindedirler.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!