Binlerce yıllık geçmişi, tarihte yüklendiği rolü ve taşı şiirleştiren mimari özellikleriyle Mardin, UNESCO nezdinde yapılan girişimlerle Vatikan ve Kudüs’ten sonra üçüncü dünya kenti olmaya hazırlanıyor.
Benim için Mardin, Güneydoğu’nun gelişmekten yoksun, terör belasına kurban edilmiş, kış oldu mu herkesin evine mahkum olduğu, doktora ulaşmak için hastaların kilometrelerce sırtta taşındığı, Yeşilçam filmlerinin o muzdarip kentlerinden biriydi. Mardin hakkında televizyonlarda gördüklerim, dergilerde okuduklarım ise bana sadece taş yapıların basamaklar gibi durduğu tarih ve dinler kentini anlatıyordu.
Mardin’e M-Oil Petrol şirketinin sahibi Süleyman Bölünmez tarafından davet edildiğim dönem, derginin baskıya gitmesi gereken günlerdi. Dergiyi gözüm arkada kalarak arkadaşlarıma emanet edip, 1600 kilometrelik uzun yolculuğa tek başıma koyuldum.
Pazar günü saat 13’de Mardin’de olmalıydım. Çünkü Süleyman Bölünmez ve Mardin Valisi beni bekliyorlardı. Ama ne var ki Cumartesi saat oniki ve ben halen İstanbul’dayım. Tam bir gün sonra 1600 kilometre ötedeki şehirde olmalıyım ve yolların durumu hakkında hiç bir bilgiyi de yanıma almış değilim.
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
Deli cafer ismail tayfur ve şaşı
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta