Kayı Beyinin eşi, sultanların en hası
Cefakar, bilge,asil, Türk’ün kutsal anası
Obaya sığmaz ufku, cihan deler hülyası
Aral’dan aşiretle, göç etti Hayme Anam
Badireler atlatıp, Moğol’la boğuştular
Zafer yürüyüşünde, engelleri aştılar
Ömrümün karşılığı olsun diyor
bir değeri, bir üstünlüğü olsun
Çılgın bir aşkın tarihi
yolculukların günlüğü olsun
ama kavgalarda geçsin ömür
Devamını Oku
bir değeri, bir üstünlüğü olsun
Çılgın bir aşkın tarihi
yolculukların günlüğü olsun
ama kavgalarda geçsin ömür
Tebrik az gelir teşekkürler kaleme
Geçmiş tarihin bir sayfasını duyarlı yüreğiniz ile bizlere hatırlattığınız için teşekkürler. Geçmişini bilmeyen bir millet geleceğini oluşturamaz. Yüreğinize sağlık diyorum.
Değerli Üstadım..
Bazı şahsiyetler vardır tarihe mührünü
vuran vede asırlar geçsede hükümleri geçmeyen gönüller sultanıdırlar..
Şeyh Edebali ve Hayme anada bu istisna kişiliklerden birileridirler...Mekanları Cennet olur
inşallah....
Harika duyarlı, aynı zamanda bilgilendiren
tarihin en güzel kesitlerinden birini anlatan
mükemmel bir eser için seni ve usta kalemini
kutlarım TEBRİKLER...
Selam ve muhabbetlerimle birlikte tam puanımıda
yolluyorum sana ve bu eşsiz eserine..Allaha emanet ol....yunus karaçöp
Hayme Ananın mekanı cennet olsun
Sizin de yüreğinize kaleminize sağlık
tam puanla kutluyorum bu güzel yüreği
saygılar...
Anaya hürmet vardır, Türkün asil kanında
Omuzdaştır her kadın, erkeğinin yanında
Haymeleşmek bir onur, analık makamında
Özünden cevher sunup, bahşetti Hayme anam.
Çok güzel bir şiir Kaleminize kuvvet.
kadının toplum içindeki yerini tarihsel sürece dayandırarak anlattığınız bu güzel şiirinizden ötürü size teşekkür ediyorum. tebrikler
'ÖNCELİKLE BURAM BURAM TÜRK TARİHİ KOKAN BU GÜZEL ŞİİRİN İÇİN TEBRİK EDİYORUM SİZİ... SAĞOLUN DOST!.. KONUYLA İLGİLİ OLARAK BEN DE BİR NOT DÜŞMEK İSTEDİM. PAYLAŞIR MIYIZ DOSTLARLA?... * BİR GEZİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ -----
Sanırım ilkokul 1. veya 2. sınıf yıllarıydı. İşte tâ o yıllarda ezberledim “Kütahya” ismini... Daha kendi ilimizin bile ismini bilmiyordum o yıllar. Köyümüzden Kayseri’ye gidip gelenler; “şehre gidiyoruz/ şehirden geliyoruz” gibi ifâdeler kullanırlardı hep. Neden adını ilk duyduğum, ezberlediğim bir isimdi Kütahya? Çünkü; rahmetli babam orada yapmıştı askerlik görevini... Her ne zaman askerlik anlarını tekrar yaşasa, işte o zaman “Kütahya” kelimesi resmi geçidi başlardı beynimde... Babam bu ismi “KÖTAHYA” şeklinde telaffuz ederdi nedense... Çooook sonraki yıllarda Türkiye haritasını incelediğimde, bu ilimizin; Eskişehir- Bilecik- Bursa- Manisa- Uşak ve Afyon illerinin arasında kalan bir coğrafya parçası olduğunu gördüm. Ama hâlâ karar veremediğim bir gizemli hâli var; bölgesel bağımsızlığı... Ya da ben bu şehri, bir bölgemize dahil etmek niyetinde değilim. Kütahya’ya -Domaniç, Tavşanlı, Simav, Gediz, Dumlupınar gibi ilçelerin özelliklerini de düşünerek- bir ovakent diyebiliriz. Çinileri ve kömür ocaklarıyla tanınan bu ilimiz, evlâdı olan Evliyâ Çelebi’nin kaleminde nasıl şekillenmiştir bilemem... Ama şu bir gerçek ki; önemli Karayollarımız üzerinde bulunmayışı, eski dille sapa bir bölgede oluşu, onu biraz garip kılmıştır. Ben bu ile YOL GEÇMEZ HANI diyebiliyorum rahatlıkla. Belki de bu yüzden gelişime – gidişime kapalı kalmış. Belki bir Evliyâ Çelebi geçmiş buradan, birde Gediz çayı... Ah Kütahya’m! Sessiz... Kimsesiz... Adını çocukken ezberlediğim, “Elif dedim be dedim” gibi türkülerini yüreğimle duyduğum bu ile merhaba deyişim 3 yıl öncesinde olmuştu. “Kütahya Şiir Sevenler Derneği”nin dâveti üzerine yola çıktığım bu ilimizi inanın ki, çok zor bulabildim. Eskişehir-Bilecik-Bursa… Sonra tekrar Batı cenaha dön; Kütahya... Bu gezi notumla amacım, il olarak Kütahya’yı tanıtmak değil, Domaniç ve Söğüt’ün ufuklarına yaslanıp rûhum üzerindeki etkilerini hissetmek ve hissettirmek olacaktır. Yani; işte geldim sadede... “Anlayana Sivri gurubu” ile birlikte Ankara çıkışından sonra bir garip Sivrihisar’dayız. Bir – kendin pişir, kendin ye cinsinden – kahvaltı ve kısa bir gezi sonrasında Söğüt’e giriyoruz. Ertuğrul Gazi’nin Türbesi civarındaki yörük çadırlarında rûhumdaki titremenin yerini tusunami “gel-git”leri alıyor. Türbe bahçesine adımımı attığım andan itibaren de eriyip gittiğimi hissediyorum âdeta... “BAK OĞUL” başlıklı yazının karşısında çakıldım kaldım bir müddet... Ertuğrul Dedemiz oğlu Osman Gazi’ye şöyle diyordu: Bak oğul! Beni kır, Şeyh Edebalı’yı kırma. O bizim boyumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz, bana karşı gel, ona karşı gelme. Bana karşı gelirsen üzülür incinirim. Ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebalı için değil senceğiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say...” Ertuğrul Gazi’nin yüceliğini, Osman Gazi’nin Osman Gazi oluş sırrını bu sözlerle buldum sanıyorum. Türbe içindeki duamdan sonra bahçeyi şöyle bir kolaçan ettim. Kimler yoktu ki etrafımda! Hanımı; Halime Hatun, kardeşi; Dündar Bey, silah arkadaşları; Konur Alp – Akça Koca, oğlu Savcı Bey ve Oğlu Osman Gazi’nin makam kabri... Gözyaşlarım içerisinde onlara da yürekten birer avuç dua bırakabildim ancak… 1915 yılındaki Yunan işgalinin pis ve ibret verici izlerini gördüm Türbe penceresinin sac kepenginde. Sanki Bizans dedelerinin öçlerini alırcasına kurşunlamışlar Türbe pencerelerini... Kurşun deliklerinin resmini çekerken; “Yuh olsun! ” sözcükleri döküldü dudaklarımdan. Ertuğrul Gazi, Selçuklu’nun sağ – kol Beylerbeyliğine bağlı olarak Büyük Alaaddin Keykubat’ın İznik İmparatorluğu üzerine yaptığı sefere (1270 yılı) katılır. Dönüşte Söğüt- Domaniç havalesini fetheder. Selçuklu Gazâ hukukuna göre, Söğüt kışlık, Domaniç yazlık olmak üzere Ertuğrul Gazi’ye yurtluk olarak verilir. 400 çadırlık bir nüfusla bu bölgeye yerleşen Kayı’ların bu Karakeçili Aşireti bir imparatorluğun temelini burada şekillendirmiştir. 1188 yılında doğan Ertuğrul Gazi 93 yıl yaşadıktan sonra 1281 yılında vefat etmiştir. Rûhu şâd olsun... Domaniç! .. Rüyâlarımın beldesi! .. İşte dağlarındaki dumanı ile, yeşilin binbir tonuyla karşımda... “Kaldım duman içi dağlarda/ Sevgili yârim nerelerde” türküsü Allah’üâlem bu beldeyi bilenlerce söylenmiştir. Domaniç Belediye Başkanı Sayın Yakup Yardımcı’nın rehberliğinde giriyoruz ilçeye... Duman (sis) içinde bir belde olduğu için bu ismi almış olduğu efsanesi var. Kanımca da öyle olmuştur... Domaniç 1 Nisan 1960’ta 7033 Sayılı Kanunla Kütahya’nın 6. ilçesi olmuştur. Domaniç 900 metre rakımlı bir ova ve yayla yöresidir. Aşiret Mayıs aylarında Söğüt’ten göç halinde buraya gelir sonbaharın sonlarına doğru tekrar dönermiş Söğüt’e... Süleyman Şah’ın Fırat’ı geçerken boğulmasından sonra aşireti Ankara üzerinden Batı Anadolu’ya dirlik ve birlik içerisinde taşıyan Hayme Ana’mızın Türbesi buradadır.(Çarşamba köyü) 13.yüzyıl ortalarında reisliği oğlu Ertuğrul’a devreden Hayme Ana (çadır büyüğü) bir yayla mevsiminin Eylül ayında Allah’ın rahmetine kavuşunca Çarşamba köyünün yaylayı gören kısmına defnedilmiştir. Hayme Ana’nın bir diğer ismi de “Devlet Ana”dır. Büyük bilgi ve tecrübeye sahip bu kadın oğul ve torunlarını tam bir edeple yetiştirmiştir. 2.Abdulhamit Han döneminde kabri bulunmuş ve üzerine bu günkü türbesi yapılmıştır. Türbenin mermer kitabesinde “Kıldı bu rânâ türbe-i bünyad Han Abdulhamid” ibaresi yer almaktadır. Türbeye girdiğimde bu kez başka bir öğütle karşılaşıyorum... Ve bende yine o hâl! .. Öğüt aynen şöyle: “Oğul, anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgârlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar, artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz’un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzansın. Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı gözü pek yiğitlerimizi korusun. Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile, kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü elâ gözlü kızlarımız Kutlu Kayı Boyumuza gürbüz evlâtlar versinler. Altın başlı otağlarımız Domaniç yaylalarını bürüsün. Kayı’nın ve diğer bütün boyların oğullarını Ertuğrul’umla bir tutarım. Onların hepsini soyumuz için Hakk’ın kutsal bir emaneti bilirim” “Buyurun bu sözleri bir kez daha okuyun” demekten başka bir şey gelmiyor elden işte… Sayın Başkan Yakup Yardımcı oradan ayrılırken “Kadının Türk Toplumundaki Yeri” konulu bir konferans sundu bizlere diyebilirim. Tüm kadın kuruluşlarının ve birliklerinin duymasını ne kadar isterdim..! Köyün girişinde korunmaya alınmış bir çam ağacının resmini çekiyorum. Kitabesinde “Mızık Çamı” yazıyor. Bilgileri şöyle: Boyu 11 metre… Çapı: 1.55 metre… Çevresi 4.70 metre… Toplam yaşı 1200 yıl… Bu ağaç 1988 yılında yıkılınca Kültür Bakanlığı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü tarafından 5.7.1988/ 83 sayılı kararla koruma altına alınmıştır. Mızık sözcüğü “mızıkçılık”tan gelmiştir. Bu ağaca “Beşik Çamı” da deniyormuş. Hayme Ana sağlığında bu ağacın dallarına salıncak kurmuş ve torunu Osman ve onun oğlu Orhan’ı bu salıncakta ninniler söyleyerek avutmuştur… Bir tarafta “Devlet Ana”, diğer tarafta ana ve nine yüreği… Allah ondan râzı olsun temennimden sonra başlıyorum duaya: “Bârekallahülenâ velisâiril mü’miniyne velmü’minat, velmüslimiyne velmüslimât, elahyâü minhüm velemvât, birahmetike yâ erhamerrâhimîn...” “Doğum Hastanesi” olarak nitelendirilen “Ebe Çamlığı” hikâyesini de hafızama kaydettikten sonra grup olarak Domaniç’in Ilıcaksu köyüne iniyoruz... Bolluk ve bereket kaynağı bu suyun ve Sarıkız’ın efsânevî hikâyesi mesdediyor beni... Efsane şöyle: Bundan yıllar önce Domaniç’te sarı ve üstelik lepiska saçlı güzel mi güzel bir kız yaşarmış. Bu kız dinine çok bağlıymış üstelik. 3 tane de erkek kardeşi varmış kızın. Bir gün Sarıkız rüyâsında ak sakallı, nûr yüzlü bir ihtiyar görür. Sonraki geceler herkesler uyuyunca Sarıkız bu ak sakallı dervişle bir yerlere giderek zikir meclislerine katılır. Bu hâl günlerce sürer. Bir gün şafak vakti evine dönen Sarıkız’ı komşuları görür ve şüphelerini kızın ağabeylerine anlatır. Yine bir gün şafak vakti eve dönerken ağabeyleri kapıda karşılar Sarıkızı. Sarıkız meseleyi anlatıp Allah yolunda olduğunu söylese de inanmaz ağabeyleri. “Doğru söylemiyorsun” diyerek Sarıkızı döverler...Sarıkız ellerinden kurtulunca bu mevkiye kadar kaçarak çalılar arasına gizlenir. Tan yeri ağarırken çalıların arasından çıkan Sarıkız elinde teknesiyle hamur götüren bir ihtiyar kadın görür. Ona yardım eder hamurunu yoğurur. Allah tarafından o anda onun ayak bastığı yerden sular fışkırır. Daha sonra Sarıkız oradan aniden ortalıktan kaybolur ve bir daha dönmez. O gün bu gündür bu Sarıkız hikâyesi dilden dile dolaşır. Bu olaydan anlaşılıyor ki; onun hikâyesi bir ilahi aşk hikâyesidir ve Sarıkız ermiş bir kızdır. Sarıkızdan sonra balık ziyafeti ve yol... “Geldin mi tutar seni buralar/ Bir daha dönemezsin yurduna” İnanın ki tuttu.. hem de ne tutma! .. Mecburî ayrılışta türkülerin donduğunu hissettim dilimde... Ve yüreğimde ruki hasreti... Ve bu topraklarda yatan atalarıma can borcu! .. Bir şair olarak şöyle haykırmanın sırası şimdi: Her zaman diyelim; be hey gönül in/ Yükseklerden düze kanadı kır da…KAYSERİ/ ALİ RIZA NAVRUZ
Mücella hanım öncelikle muhteşem kaleminizi kutlarım.Harika bir şiir okurken adetâ tarihte bir yolculuk yaptım.Bu müthiş hazzı bizlere tattırdığınız için sağolun efendim, kaleminiz nûr olsun.***TAM PUAN
Bu muhteşem güzel ailenin annesini anlatışınızdaki bilgeliğe gerçekten ihtiyacımız varmış.Yaşayan torunları olarak kanlarından bir damla taşıma liyakati gösteremesek de, özümüze dönmeyi ümit ediyor ve ötelerden onlara selam gönderiyoruz.Allah sizden razı olsun.
Muhabbetle kalın...
Mekanı cennet olsun..ellerinize sağlık ablacığım sizin de..
Bu şiir ile ilgili 56 tane yorum bulunmakta