Artık elinde kırılıp parçalanmış bir hayat kalmıştı.
Avucunun içi cam tozu, parmak uçları ürkek bir kuş.
Nereye koyacağını bilemedi önce,
masanın üzerine küçük bir örtü serdi
üstüne tek tek dizdi günü, akşamı, geçmişi.
Her parça bir hatıra gibi titredi
ışığa tutulunca bambaşka bir göl gördü içlerinde.
Sustu.
Çünkü susmak bazen ilk ilktir.
Suyun yüzüne eğildi, parçaları yıkadı
keskin kenarları suyun serinliğinde azaldı.
Bardaklara bakmayı bıraktı
suya baktı.
Su ona şöyle dedi
ben kabımı buldukça tamamlanırım.
Bir kutu buldu sonra
üzerine kendi adını yazmadı
sadece küçük bir işaret çizdi.
Her gün o kutudan iki parça aldı
masanın kenarına koydu
birini sabırla birini merhametle tuttu.
İkisini birbirine yaklaştırınca
aradan ince bir ılık rüzgâr geçti.
Geceler uzundu.
Pencerenin kıyısında sarı bir çizgi beklerdi.
Rüzgâr perdede küçük hikâyeler anlattı
iyi ki kimse duymuyordu.
Kelimeler yorulmasın diye
gözleriyle konuştu odadaki şeylerle.
Sandalye ona dayanmayı,
masa yükü usulce paylaşmayı öğretti.
Bir sabah çayı ağır ağır demlendi.
Buhar yükselirken camda küçük bir iz kaldı.
İz silinmedi diye üzülmedi
iz, varlığın attığı imzadır dedi.
Kırılan her şeyin kenarında
ömrün el yazısı vardır
okumayı öğrenirsen
yarın, geçmişin altından sükûnetle çıkar.
Şehre indiğinde adımlarına bakmadı
asfalta, çizgilere, yağmurla parlar taşlara baktı.
Bir kedinin kuyruğu bir kapının eşiğinde resim çizdi
bir işçinin nasırlı avucu günün ağırlığını tutuyordu.
O avucun yanına kendi avucunu koydu,
ikisi arasında görünmez bir köprü kuruldu
şöyle dedi içinden
dünyayı bazen eller taşır.
Günün en zor saatinde
kendi omzuna oturdu.
Omzuna oturmak ne demek diye sorarsan
kendi yüreğine yaslanmak,
dışarıdan beklediğin nefesi
içeride bulmak demektir.
Orada küçük bir oda açtı
duvarını sessizlikten, kapısını nazik bir ışıktan yaptı.
Sonra parçalardan birini aldı
kenarına ince bir nota çizdi.
Müzik, kırılmış yerlerden daha berrak geçti.
Tren istasyonunda anonslar susarken
kendi içinden bir şarkı duydu
sözleri yoktu,
ritmi yürümek kadar sadeydi
her adımda yerini biraz daha buldu.
Günlerden bir gün
parçaları tek bir bütün yapmak zorunda olmadığını anladı.
Bütün olmak bazen tek bir şey değil
bir arada durmayı beceren çok şeydir.
Mozaik de bir bütündür
camın gözü gibi parıldar
arada kalan boşluklar
ışığa koridor olur.
İnsan, dedi kendine
kendini onarırken aslında dünyayı da ufak ufak düzeltir.
Çünkü yürüyüşünün sesi değişir
çünkü gözünün feri yerini bulur
çünkü ekmeği bölerken payı çoğalır.
O günden sonra
her sabah cebine küçük bir cümle koydu
bugün nazik kalacağım, önce kendime.
Akşamları pencerede oturup
uzaktan geçen sireni dinlerken
korkunun nasıl geçip gittiğini fark etti.
Korku geldiğinde kapıyı sert kapatmadı,
içeri davet etmedi, sadece yanından geçti.
Çünkü öğrendi
duygular misafir,
ev sahibi insanın öz kıymetidir.
Ve bir akşam daha
kutunun dibinde kalan son kırıntılara baktı.
Onları da masaya koydu
yaşlı bir ustanın sabrıyla yerlerini seçti.
Yapıştırdığı şey sadece cam değildi,
yapıştırdığı şey bakışının dağınıklığıydı.
Kalbi, yeni çizgileriyle daha anlamlı okundu
çünkü haritalar en çok yollar eklendikçe anlaşılır.
Şimdi biri sorsa
neyin kaldı elinde
şöyle derdi
kırıklarıyla tamamlanan bir yaşam,
kuytusunu bilen bir sükûnet,
her sabah tekrar tekrar yükselen küçük bir ışık.
Ve eklerdi
bütün bunları ben yapmadım
zamanla, suyla, iyi dost bir sabırla oldu.
Son cümleyi de şöyle yazdı
bir defterin temiz sayfasına.
Hayat bazen kırılır
parçaları toplayan el
kendi olur.
Ve o el
yarın birine su uzatırken
kendi hikâyesinin berraklığını da paylaşır.
Kayıt Tarihi : 4.9.2025 02:18:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!