Kim kaldırdı acaba aceleyle,
yanına yalnızca yarısını alıp gitti
diş fırçasının?
Mavi bir düş gibi değil,
Bir çocuk elbisesinin cebinde unutulmuş
eski bir mendil gibi özlerim seni.
Bilir misin?
Sen benim oyuncak kutumdun,
içimdeki çocuğu uyandıran,
bir bulutun üstünde yürüdün,
ama ayak izlerin karla örtüldü...
Senin o güzel yüreğin sağ olsun
Gamzelerindeki pimin yanağında saklı.
Patlasın diye bekliyorum,
Bir anlık bakışınla darmadağın olayım.
Savrulsun içimdeki sessizlik,
Bütün kelimeler şiire dönüşsün.
Leylâ'yı yaşadık, yüreklerimizde yangınlar kurdular,
Mecnun olmayı reddettik, belki de korktuk, belki yorulduk...
Ama şimdi Piraye'nin sessiz çığlığı var içimizde,
Nâzım'ın dönmediği o aşk, belki de dönmemesi gereken bir yara...
Piraye olmak, sevmek değil midir zaten?
Notre-Dame'ın gölgesinde kambur bir ruh,
Quasimodo, çanların sessiz çığlığı,
Yalnızlığın taş duvarlarında,
Sevginin sırrını arar gözleri.
Oysa Einstein , uzayın kıvrımlarında,
SENİ...
Bir rüya sandım, uyanınca kayboldum ben…
Geceler, suskun bir deniz şimdi.
Ve "BİR YÜREK" ...
Hüzünle dolmuş…
Suskun bir denizde boğulunca anladım ben...
Gözlerim uykudan taşarken yaslanıyorum pencereye,
sokakta bir kedi kuyruğunu sabaha siliyor.
Fırından yükselen ekmek kokusu,
çocukken annemin saçlarını ördüğü sabahlara benziyor.
Ve işte tam o anda,
Bir masalın içinde kaybolmuşum,
Hiç yazılmamış bir kahraman sen,
Adını bilmediğim bir rüzgar gibi,
Gelmeden özlediğim, gitmeden unuttuğum...
Mevlana dedi: "Aşk, öyle bir deniz ki,
Ne kadar kaybetsen, yine de bulursun kendini."
Şems ekledi: "Aşk, yokluğun sesidir,
Var olan her şey, yokluğun nefesidir."
Mevlana sordu: "Ey Şems, aşkın hakikati nedir?"
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!