Bir asansör düşer, "Cemal Süreya"’nın kırık kalbinden
İçinde: çıplak bir mürekkep lekesi ve o kadın…
Edip Cansever"’in masasında unutulmuş bir kahve,
Buz tutmuş fincanın dibi...
Akşam, "Turgut Uyar"’ın cebinden çalınmış bir jeton.
Uzun şiirleri sevmezdin, bilirim,
Ben de her dizeyi kısalttım, usulca.
Nazım’ın mapushanesinde değil,
Yüreğimde saklandı hecelerim.
Üç damla aşk bıraktım göz kapaklarına,
Yanaklarından süzülen bir gözyaşı kadar hafif,
bir oyuncak bebeğin sessizliği kadar kırılgan…
Dudaklarımda sobelenmiş ,
Üç kuşum var benim,
Bir şehrin çamaşır ipine asılmış,
Rüzgârda savrulan üç anı gibi.
Şafakla avuçlarımdan dökülüyor kelimeler,
Hapşırır gibi, telaşla, biraz da eksik.
"Umut", bir karıncanın yolculuğuna benzer;
Önce küçük adımlarla başlar,
Ama zamanla koca bir ormanı,
Sığdırırmış yüreğine...
Sahi, unutmak kaç lira ederdi ki?
Bir bakkal defterine yazılsa
Annemin silik kalemiyle,
"Unuttum" diye...
Ödenir miydi borcum?
Ne adımız geçti yan yana, ne yollarımız kesişti,
aynı sessizliğin içinde büyüdü kalplerimiz.
İki çocukluk fotoğrafı gibi solgun,
iki kırık oyuncak gibi birbirimize yaslandık.
Biz, eski bir sakızın kaybolan kokusuyduk,
Üşüyorum Loza,
Pazartesilerin soğuk demirinden,
Ofislerin donuk ışığından,
Ve şehrin can kesiği rüzgârından...
Ey aşk!
Nilgün Marmara'nın "Beni kimse tutamaz" dediği gibi,
her şiir, bir rüyanın kaybolan parçası gibi...
Çünkü biz, kaybolan bir "biz"in hatırasıydık...
Yağmur damlası takılı kaldı
gözlerimin penceresinde,
bir masalın yarım kalan cümlesi gibi,
bir dudağın, sevdiğinden kayması gibi...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!