Ben seninle vazgeçtim sevilmekten...
Sevmenin tadını çıkarıyorum,
En vazgeçilmez anında yokluğunun,
Ve iftarını yapar gibi sonsuzluğun...
Kara bulutlar sarmıştı yıldızsız gökyüzünü
Her köşe başına umutsuzca sinmişti gece
Kim düşünür ayın yalnızlığını ve hüznünü
Nasıl hasret kaldığını içten tek bir gülüşe
Bulutlar arasından sisli  bakışla uyandı
Sen düştün,
Yaz yağmuru gibi
Işıltılı, serin ve ıslak.
Kururken ruhum,
Gözlerimden usulca,
Yüreğime,
Bir düşün orta yerinde, 
Kaçıyor uykum gecenin sensiz yanına.
Sızıyorum kirpiklerinin ucundan,
Çiy tanesi sessizliğince,
Dudaklarına.
Güneşin altında gümüşten ışıltılar saçarak ilerleyen su gibi akıp gitmekte zaman. 
Kimi an simden iplik misali bir çalının gölgesinde farklı yansımalar eşliğinde, kimi an ise farklı yönlerden gelen akıntıların sarmalında coşkulu ve arzu dolu.
Yerin bilinmeyen yöresinden yerçekimine inat buluştuğu yeryüzünde özgürce akıp gitmek suyun alınyazısı olarak görülebilir belki. Ve hatta gökyüzünde bulutlardan süzülüp varlığına katılan yağmur damlaları ile güçlenmek de şansı olmalı. Gökyüzünün yeryüzüne armağanı olan kar tanelerinin toprağın, ağaçların ve evlerin çatılarında oluşturduğu bembeyaz bulut yansımaları yine güneşin yardımıyla karışıp gider zaman adlı ırmağa, akarsuya. Bir göl veya denizle karşılaşana kadar süren bir özgürlüktür, suyun delifişek özgürlüğü... Zamanın da akıp gittiği ve biriktiği bir yer olmalı diye düşünmeden edemiyor insan.
Tarih diye adlandırdığımız, gerçekte bin yıllar ötesinden günümüze akıp gelen zaman adlı ırmağın çağımıza sürüklediklerinden başka nedir ki? Genel anlamda böyle olsa da bize masalsı gelir bütün bunlar. Bizi daha çok ilgilendiren bize ait olanlar yani şahit olduklarımızdır. Irmağa, kar gibi eriyip gitmekte olan hayatımızdan, varlığımızdan, anlarımızdan eklediklerimizdir. Anılarımızdır.
Güneşin altında gümüşten ışıltılar saçarak ilerleyen su gibi akıp geçer zaman ve anılar denizinde toplanır bir ömür. Demlenir.
Demlendikçe dibe çöker ağırlığı olan, hayatımıza anlam katan bütün anılar. Suyun üzerinde kalanlar korkularıdır ömrün, keşkelerden ve endişelerden dolayı oluşan. Ve zaman, demini almaktayken anılar, buharlaştırıp uçurur gökyüzüne bulut olsun diye tüm korku tortularını.
Hayat bir kariyer değil
Mutluluk da bir hedef değil
Hayat sadece bir yol
Öyle veya böyle geçilecek bir yol.
Kimi koşarak yaşıyor acelesi var gibi
Kimi yürüyerek
Fısıltılarını dinlemelisin şimdi kör karanlığın
İzimi sürmekteyken acımasızca sonbahar
Ne bir sestir beklenen, ne mucize ne de ışık
Hayalden beri kalmış akıl, kuru bir sarmaşık..
Sesinde nasıl bir büyü var senin 
Duyunca aşka kesiyor yüreğim
Ey sevgili, imkansız aşkım benim
Son nefesime kadar ben seninim
Ve gülüşün kadar güzel ölüm gelince
Büyüyor farkında mısın?
Gölgesi, yalnızlıkların
Yankısı, sessiz çığlıkların
Halkası, suya düşen umutların
Ufukta gün batıyor.
Kurumak niye durup dururken,
Sararmak neden vakit baharken,
Niçin bu boyun büküş,kime sitem?
Doğmuşken daha yeni,yeşerecekken..
Neden bu yok oluş,hem kime bu matem..? !




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!