:
Tarihini ve zamanını bilmediğimiz, çok eski çağlarda yaşamış bir hikâyeden söz edeceğiz.
Ülkenin birinde çok adil bir kral yaşarmış. Her insanın olduğu gibi, Kralında bir derdi varmış, bu öyle bir dert ki; çaresi yok, bu dert şu imiş, kralın çocuğu olmamış Memlekette ne kadar hekim, tabip varsa hepsine başvurulmuş. Ama bu derde bir çare bulunamamış. Kral derin derin düşünmeye dalarmış. Ben öldükten sonra, benim krallığımı kim sürdürecek diye. Ben ne talihsiz bir insanmışım ki, atalarımdan bana gelinceye kadar, babadan oğula devam ederken, bana gelince zürriyetim kesildi. Hanedanlık bizden çıkacak diye, gece gündüz üzülüp duruyormuş.
Bir gece kesin emir vermiş, kimse beni rahatsız etmesin, ben tek başıma has bahçede, kafamı dinlendireyim diye çıkmış bahçeyi dolaşmaya başlamış. Tam bu derin düşüncede iken, gecenin sessizliğini bozan bir ses, onu daldığı hayal dünyasından uyandırmış. “Kralım çok önemli bir derdiniz mi var ki? Derin düşünceye dalmışsınız. Kral sesin geldiği yöne dönmüş, “bre adam sen kimsin buraya nasıl girdin? ben sıkı tembih etmiştim buraya kimseyi almayın diye, sen nasıl buraya girdin sana kim izin verdi? ”,sesin sahibi hiç istifini bozmamış biraz daha yaklaşmış, demiş ki; “
Kralım ben bir yere girmek istediğim zaman, bütün dünyanın ordusunu diksenizde fayda etmez. Bana kimse mani olamaz, ben sizin derdinize çare bulmak için geldim, benden çekinmeyin siz sadece derdinizi bana anlatın.”Bu söz üzerine kral biraz rahatlamış, öyle ya ummadığın yerde bir çare bulunur, çünkü dünyada çaresiz hiçbir dert yoktur, ölüm hariç.
Kral emir vermiş, kimsin yaklaş kendini tanıt seni bileyim. Şahıs yaklaşmış yaşlı bir kimse imiş, demiş ki; Kralım gördüğünüz gibi ben yaşlı bir insanım. Kral rahatlamış durumu ona olduğu gibi anlatmış, eklemiş “sanırım ki bu dünyada derdime çare yok. Zaten yaşımda hayli ilerledi, hanım dersen zaten oda benim gibi bundan sonra bizden geçti pek umudum kalmadı da. Deyince yaşlı devreye girmiş, aman kralım bu kadar umutsuz olmayın, daha nice dertler vardır ki, çaresiz denildiği halde çare bulunmuşken sizin derdinize mi çare bulunmaz. Allah’tan umut kesilmez, zaten ben sizin derdinize çare bulmak için buraya geldim, yani ben bilerek sizin yanınıza geldim, sizin bu derdinizin çaresi bende der. Koynunda bir elma çıkarır kralım buyurun bu elmayı alın üçe bölün, bir parçasını kendiniz yiyin, bir parçasını sizin hanımınız bir parçasını da atınıza verin. Zamanı gelince sizin iki oğlunuz kısrağında iki tayı olunca, (bilen Allah’tır) bir oğlan ve bir tay benim biride sizindir razı mısınız? Kral bu pazarlık karşısında ileride sonuç ne olacak düşünmeden biraz heyecan birazda fazla umut olunca, hemen evet demiş. Yaşlıda elmayı verir ayrılmadan önce der ki; Kralım, son sözüm ben gelmeden çocuklara isim koymayın ve geldiği gibi bahçeden ayrılır gider.
Yaşlı gittikten sonra kral kendini toparlar, acaba bu olanlar hayal mi gerçek mi? düşünür elinde elmayı görünce hayal olmadığı ortada, bu sefer şunu düşünür acaba yaşlının dediği gerçek olacak mı olmayacak mı? Ve evin yolunu tutar. Zaten bunun dışında yapabileceği bir şeyde yok, eve varır, hanımına başından geçenleri olduğu gibi anlatır ve elindeki elmayı üçe böler, bir parçasını kendisi yer, diğer parçaları da hanımına ve atına verir, bunları yaparken de Allah’tan umudunu kesmez görelim Mevla’m ne gösterir deyip gece uykusuna dalar. Cenabı Allah bir şeyi murat etti mi, bir sebep yaratır. Demek ki yaşlı bir sebebin eseriymiş. Ve zaman gelir Kralın iki oğlu ve atın da iki tayı olur, memlekette bir bayram havası eser, Kral bayram ilan eder yetimler gözetilir, fakirler giydirilir, mahkûmlar azat edilir. Aradan zaman geçer çocuklar yavaş yavaş büyümekteler, herkesin gözdesi olurlar çocukların yaşları yirmiye gelmesine rağmen, hala isimleri yok.
Halktan bu duruma karşı rahatsızlık başlamıştır, ne zaman bu çocuklara isim verilecek diye. Aslında bu duruma Kral da rahatsızdır, ama yapılacak bir şey yoktur, çünkü vakti zamanında Kral yaşlıya söz vermişti, lakin aradan yirmi sene gibi zaman geçtiği halde hala ortalarda yaşlı görünmüyordu, belki de ölmüş olabilir. Bu durum karşısında çocuklara isim gerekir, böyle kalacak değil ya, zaten diğer yanda halk baskı yapıyordu. Efendim bizim iki tane şehzademiz var isimleri olmadığı için onlara nasıl hitap edeceğimizi bilemiyoruz. Bir an önce isim verelim, şehzadelerimizin isimleri olsun ki, biz onları biri birinden ayırt edebilelim.
Kral bu baskıya daha fazla dayanamadı, peki dedi, herkes kendi arasında bir isim bulsun, heyet toplansın bütün isimler okunsun, içlerinde iki tane en güzel isim seçilsin ve oğullarıma verilsin. Artık insanlarda bir telaş başlamıştı, herkes en iyi isim bulmaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada yaşlı içeri girer, hayırlı olsun kralım bu telaş neyin nesi? Kral der ki; İyi ki geldin arada bunca zaman geçince ortalarda görünmediğin için, haklı olarak halk çocuklara isim istedi, bende mecbur kaldım böyle bir emir verdim. Sen geldiğine göre çocuklara isim verebiliriz. Yaşlı dedi ki; Kralım bundan kolay ne var, birisinin ismi Has, birisinin imside Naz olsun. Vakti zamanında bizim bir sözümüz vardı, Hası bana ver de gideyim. Kral olduğu yerde dona kalır, neden sonra kendini toparlar, dedi ki canım o zaman ağzımızda böyle bir söz çıkmış olabilir, ortada bir şey yokken söz vermekte kolay olabilir, fakat bunların ikisi de benim canım ciğerim, ben nasıl al şunu götür diye bilirim.
Sen bundan vazgeç, ne istersen ben sana vereyim, istersen vezirlik istersen başka bir şey ne istersen iste. Yaşlı bunların hiç birini kabul etmez ille de çocuğun birini bana vereceksin diye tutturur. Kral bakar ki, bunun tatlı dilden anladığı yok, bari bunun anladığı dilden anlatayım. Sana verecek çocuğum yoktur, sen tatlı dilden anlamazsın sana son diyeceğim budur. Yaşlı; Kralım bende sizden bunu beklerdim deyip oradan ayrılır.
Çok geçme den krala haber verirler. Efendim yaşlı Hası aldı gözden kayıp oldu gitti. Kral hemen emir verir çabuk ne tarafa gitti ise bulun oğlumu kurtarın getirin. Askerler her yana dağılırlar fakat sanki yer yarılmış yaşlı ve Has içine girmişler. Ararlar tararlar hiç bir yerde bulamazlar, artık onlar araya dursunlar, biz şimdi kimden haber verelim? Tabi ki yaşlı ve Has’dan. Yaşlı önde arkada Has bilmediği bir yöne doğru gitmekteler. Bir ara Has’ın kulağına bir ses gelir Has iyice kulağını verir ses altındaki taydan geliyor zaten yaşlı Has’ı kaçırırken tayı ile beraber kaçırmıştı.
Tay Has’a şöyle diyordu; Ey Has beni iyi dinle yaşlı seni öldürmeye götürüyor. Senin kanını emmek için. Şimdi siz bir kulübenin önüne geleceksiniz yaşlı sana diyeceki; Oğlum içeri buyur sen deki; Efendim bizim töremizde büyükler önce içeri girer sonra küçükler girerler o her ne kadar ısrar etse de sen bir fırsatını bulunca onu içeri itele kapının üstünde kılıçtan bir tuzak kurmuş tabi. Kendi kurduğu tuzağa düşecek Kılıç kafasını uçuracak sende ondan kurtulmuş olursun.
Has tayın dediğini yapar. Yaşlıyı cehenneme gönderdikten sonra artık serbesttir. Fakat nereye gidecek, burası neredir? Onu bilmemektedir. Belli belirsiz bir yola düşer. Bir müddet sonra tay gene seslenir derki; Has kadere boyun eğmelisin fakat bu şekilde halkın içinde gezemesin. Var bir yerde eski elbise bul giyin fakir bir keloğlan kılığına gir. Seni kimse tanımasın... Ve bir yere varırlar bir çoban koyun otlatmaktadır. Çobanın yanına varır çoban bunu görünce korkar kaçmaya başlar. Has çobanın kolundan tutar kendisinden korkmamasını söyler. Has derki; Bir kuzu satın almak isterim, fiyatı ne kadar ise vereyim. Ben sadece işkembesini alayım gerisi senin olsun çoban razı olur. Has işkembeyi aldıktan sonra hemen suda güzel yıkar kurutur kafasına geçirir, olur bir keloğlan tay derki; Sen benim kuyruğumdan iki tel tüy çek nerde istersen orda birbirine sürtersin ben hazır olurum.
Has atın kuyruğundan iki tel kıl çeker... At gözden kaybolur. Has şehre doğru gelir bakarı ki şehrin kenarında bir bostan var oraya doğru gider. Kulübede bir yaşlı adam oturmaktadır. Selam verir. Baba benim kimim kimsem yok ben bir keloğlanım bana bir iş verir misin? Yaşlı hayhay oğlum bende senin gibi bir kimseyi arıyordum. Allah seni gönderdi gel bakalım ben senin baban sende benim oğlum ol der. Has zaten dünden razıdır. Anlaşırlar Has çalışmaya başlar günün birinde yaşlı çarşıya inmek mecburiyetindedir. Derki; Oğlum beni iyi dinle ben şimdi çarşıya ineceğim sen canın sıkıldığı zaman etrafa çıkıp gezebilirsin. Fakat şu karşıda gördüğün bahçeye sakın girme çünkü orası Padişah efendimizin kızlarının has bahçeleridir. Sen oralara uğrama askerler seni tutuklarlar başın belaya girer.
Keloğlan derki; Baba benim orada ne işim var. Buralar neyime yetmiyor ki? Ben oralara gitmem sen merak etme... Ve yaşlı çarşıya iner keloğlan çıkar. Şöyle bir etrafa göz gezdireyim diye tabi ister istemez ayakları onu has bahçeye doğru çeker. Hani yaşlı demişti ya Padişah efendimizin kızları diye oda onları merak etti. Birde şu bahçeye bir göz atayım, bizim bahçeye benziyor mu? Diye nede olsa oda bir Padişah oğlu idi bahçenin yanına geldi etrafta kimseler yoktu duvardan atladı içeri girdi. Cennet gibi bir bahçe idi türlü türlü meyveler çeşit çeşit kuşların sesleri geliyordu. Etrafa baktı gözleri yaşardı aklına kendi memleketi geldi söyledi dinleyelim ne söyledi.
Anamdan babamdan hayli ırağım
Kardeşim aklıma düştü ağlarım
Gurbet eller oldu benim durağım
Sırdaşım aklıma düştü ağlarım
Bazen durgun akar bazen çağlıyım
Ne bir ovalıyım nede dağlıyım
Ben bir şehzadeyim şahın oğluyum
Yurttaşım aklıma düştü ağlarım
Has oğlanım düştüm garip bir hala
Bülbül oldum konamadım bir dala
Ne vezirim yanımdadır ne lala
Haldaşım aklıma düştü ağlarım
Deyip kesti ve gezmeye devam etti. Tam bahçenin ortasına gelmişti ki; Baktı ki, bahçenin ortasında bir havuz, nicedir ki, bu havuza hasretim bizimde böyle bir havuzumuz vardı. Etrafta da kimseler yoktu kimseler yokken şu havuza bir gireyim dedi. O havuza gire dursun biz şimdi kimden haber verelim? tabi ki; Padişahım kızlarından.
Has bahçeye girerken Padişahın küçük kızı Perinaz o zaman balkonda oturmuş, etrafı seyir ediyordu. Baktı ki bostandan biri çıktı. Doğrudan doğruya has bahçeye girdi. Önce düşündü askerlere haber vermeyi fakat sonra baktı ki; Bu bir garip adama benziyor. Bir keloğlan anladı ki; Bundan bir zarar gelmez sonra eğlence gibi bir durum haline geldi hele bakalım bu keloğlan ne yapıyor merak etti. Nasıl ki keloğlan üstünü çıkarıp havuza girince bunun bir keloğlan olmadığı anladı ve yakından takip etmeye başladı. Önce düşündü durumu ablaların anlatmaya fakat sonra vazgeçti. Çünkü böyle bir yakışıklı deli kanlıyı ablaları hiç ona bırakırlar mı? Çünkü ondan büyük iki tane ablaları vardı. Tabi görünüşte keloğlan ama havuza girince ne keloğlanı böyle yakışıklı birini Cenabı Allah yaratmamış sanırsın.
Perinaz gözlerini ondan ayırmadı. Keloğlan tekrar havuzdan çıktı deriyi kafasına geçirdi eski elbiselerini giydi geldiği gibi bahçeden çıktı. Perinaz onu takip ediyordu nereye gidecek diye... Tabi keloğlan bostancı kulübesine girince anladı ki bu bostancının tanıdığıdır. Rahatlandı hemen ertesi günü yaşlıyı çağırttı. Durumu ondan öğrenmeye çalıştı dedi ki; Amca sen yalınız mı kalıyorsun? Yaşlı dedi ki; Yok efendim benim bir keloğlan manevi oğlum var. Beraber kalıyoruz deyince iş daha da kolaylaştı. Perinaz hemen işe koyuldu. Ablalarının yanına gitti, oturdular, Perinaz konuyu açtı dedi ki; Aklınıza hiç evlenmek gibi bir şey gelmiyor mu? Geliyor, geliyor ama ne yapabiliriz dediler...
Babamız bunu düşünmedikten sonra biz ne yapa biliriz. Perinaz lafa karıştı dedi ki; bizim yapacağımız çok şey var. Biz böyle durdukça babamız halimizden ne anlasın o ancak devletin iş ile uğraşıyor biz onun aklına mı geliyoruz, bu işi biz kendimiz hal edeceğiz dedi onlara. Peki, ama nasıl bu iş olacak diler ablaları. Perinaz planı anlatı; Bostancıyı çağırttılar Perinaz dedi ki; bostancı amca benim dediklerimi iyi dinle biz üç tane karpuz getireceksin karpuzun biri yarısı çürümüş olacak, diğer bir karpuzun yarısı yeni çürümeye başlamış ve son karpuzda tam yeyilecek kıvamda olsun. Bu durum karşısında yaşlı pek bir şeye anlam veremedi ama dediklerini de yapmak mecburiyetinde kaldı.
Karpuzlar gelir gelmez en büyükleri bıçağını yarısı çürümüş karpuza sapladı ikincisi bıçağını çürümekte olan karpuza sapladı, Perinaz ise bıçağını yıyılecek durumda olan karpuza sapladı. Altın tepsinin içine koyup yaşlıya dediler ki; bunu babamıza götür. Yaşlı aldı tepsiyi önce vezire vezirde Padişahın önüne koydu. Padişah sordu... Vezirim bu ne. Vezir dedi ki; Padişahım kızlarınız size ikramlık karpuz göndermişler. Padişah sinirlendi öyle bildi ki kızları onunla alay ediyorlar. Vezir hemen söze karıştı dedi ki; Padişahım bu karpuzlar sizin bildiğiniz karpuzlardan değil. Peki, nedir kral... Vezir dedi ki; Padişahım kızlarınız size mesaj göndermişler.
Bunların manası şu kızlarınız diyorlar ki; Baba bizim vaktimiz geçmekte bizi ne zaman ere vereceksin. Kralın aklı başına gelir der ki sahiden vezirim o kadar dünya işine dalmışız ki; kendi çocuklarımı bile unutmuşum bundan tezi yok. Yarın tellallar bütün elliğe kulluğa duyursun herkes gelsin geçsin kızlarım yüksek yerde otursunlar. Ellerinde birer elma herkim ki elmayı kimin kafasına atarsa onu alsın. Ertesi günü bütün her tarafa haber verilir. Bekâr olanlar gelip sıraya geçerler büyük kız elmayı vezirin oğlunun başına atar. Ortancı kız elmayı lalanını oğlunun başına atar. Fakat küçük kıza gelince o hala elmayı elinde tutmuş kimsenin başına atmaz. Durumu Padişaha bildirirler efendim durum bu fakat küçük kızınız Perinaz kimsenin başına elmayı atmadı. Emir verir her tarafı araştırın başka bekâr kimse kaldı mı? Her tarafı araştırırlar bostancının oğlu keloğlandan başka kimse kalmamış. Padişah emir verir onu da getirin der. Keloğlanın koluna girerler sürükleye, sürükleye getirirler keloğlan bağırmaktadır. Beni nereye götürüyorsunuz benim bir suçum yok nazlana, nazlana getirirler tam Perinaz’ın karşısına gelince Perinaz elmayı keloğlanın kafasına atar keloğlan elmayı kafasına yiyince soluğu kulübede alır. Keloğlan şimdi orda dursun biz haberi kimden verelim tabi ki diğer iki kız kardeşten.
Padişah emir verir en güzel biçimde düğünleri olsun mademki ben onları bu kadar geciktirdim sonları güzel olsun. İlk önce vezirin oğlunun düğünü yapılmaktadır. Atlılar meydana çıkmışlar cirit atıyorlar vezirin oğlu hiç kimseyi rakip görmüyor hangisine cirit atıyorsa onu deviriyor. öte yanda bostancı sabah kalkmış keloğlana bak oğul bugün Padişahın büyük kızının düğünü var ben oraya gidiyorum sen buradan bir yere ayrılma sonra başına bir şeyler gelir ben üzülürüm. Keloğlan der ki; baba sen merak etme ben buradan başka yere gitmem. yaşlı gider gitmez. Has hemen dereye iner atın kıllarını birbirine sürter karatay ortaya çıkar elbiselerini giyer silahlarını kuşatır doğrudan doğruya er meydanına. Vezirin oğluna nasıl bir cirit çekiyorsa attan aşağı düşürür herkes o tarafa koşar aman yakalayın tutun bu kim bu Azrail mi? kimdir kimse tanımıyor Has geldiği gibi geri döner gözden kayıp olur gider. Tekrar atın kıllarını birbirine sürter at kayıp olduktan sonra oda gelir kulübeye girer. Biraz sonra yaşlı gelir derki oğlum bir tanesi çıktı geldi kimse ne olduğunu bilemedi babayiğit bir deli kanlı idi o at binişi o cirit atışı herkes hayran kaldı vezirin oğlunu attan düşürdü gözden kayıp oldu gitti.
Keloğlan dedi ki; Baba ben onu gördüm buradan geçerken korktum kulübeye girdim. Aman oğlum dışarıda durmasaydın. Baba merak etme ben hiç dışarıda kalır mıyım? Dedi oğlu haftaya Lalanını oğlunun düğünü var bakalım gene gelir mi? aradan bir hafta geçtik ten sonra bu sefer lalanın oğlunun düğünü başlar. Sabah gene yaşlı kalktı dedi ki; oğlu ben gidiyorum düğüne sakın sen dışarı çıkma başına bir iş gele bilir. Keloğlan dedi baba sen merak etme ben burada otururum sen git. Yaşlı düğüne giderken Has hemen dereye iner atın kıllarını birbirine sürer karatay çıkınca elbiselerini giyinir silahını kuşanır düğün yerine doğru atını sürer tam meydana girerken herkes o yöne bakarlar ki o adam gene geldi. Derler Lalanın oğluna tedbirini al o adam gene geldi. Damat tedbir alır ama nafile.
Has ona da bir cirit attığı gibi attan aşağı düşürür peşine düşerler yakalayın tutun derken Has orayı çoktan terk etmiştir. Akşam olur yaşlı gelir, oğul der o adam gene ortaya çıktı. Bu sefer Lalanın oğlunu vurdu düşürdü gözden kayboldu gitti kimdir? Necidir? Anlayamadık. Sıra küçük kızına gelmişti. Padişah zaten ona sinirlenmişti memlekette başka adam bulamadı mı? Keloğlana gitti götürün verin keloğlana ona düğün falan yok ihanetin ne olduğunu anlasın. perinazın elinden tuttular kulübeye götürüp keloğlanın üstüne atıp geldiler.
Keloğlan Perinaz’a sen bana niye geldin ben ancak kendimi geçindiriyorum seni ne yapayım diye naz ederken o sanıyordu ki Perinaz onun bir keloğlan olarak biliyor. Hal bu ki kız onu biliyor halinden memnundu. Aradan zaman geçer Padişah Perinaz’ın keloğlanı seçmesinden dolayı üzgündü o yüzden bir hastalığa yakalandı. Memleketin en iyi tabiplerinden hekimlerinden getirdiler kimse bir çare bilmiyordu.
En son çok namlı bir hekim buldular, hekim geldi Padişahı muayene etti dedi ki; bu hastalığın çaresi yok tek bir çare var beyaz aslan sütü kara aslan postunda getirilirse iyileşir yoksa çaresi yok oda çok zor. Padişahın damatları dediler ki; biz ne güne duruyoruz kayın babamızı göz göre göre ölüme terk eder miyiz? Biz gidip arayıp getireceğiz. Hazırlıklar yapıldı merasim tören derken yanlarına da bir manga asker alarak yola çıktılar.
Biz keloğlandan haber verelim. Perinaz anasının yanına geldi dedi ki; ana keloğlana da bir at ver oda gitsin. Anası dedi ki; kızım bu sefer geldin bir daha gelme zaten baban senin yüzünden bu hala düştü duyarsa kahrından perişan olur. Fakat Perinaz çok yalvardı ne olur bir at ver de bu damadında gitsin. Anası da başından savmak için gitti bir gözü kör saka bir at getirdi al götür ne yaparsan yap dedi.
perinaz atı aldı keloğlana geldi. Bu sefer keloğlanla uğraşmaya başladı. Neticede onu zorda olsa kulübeden çıkardı yola vurdu. keloğlan bir yaylaya geldi sakat atı orada bıraktı sen burada otla keyfine bak ben gelene kadar. Kara tayın kıllarını birbirine sürdü elbiselerini giydi silahlarını kuşandı dedi ki; kara tayım başımda böyle bir iş var çare nedir karatay dedi ki; Has senin aradığın aslan büyük bir denizin ortasında bir ada var o aslan orda yaşıyor. Fakat bu iş o kadar kolay bir iş değil onu ancak biz getirebiliriz.
Şimdi beni iyice dinle. O aslan yedi senedir ayağında bir yara var yara dolama olmuş acısından gece gündüz duramıyor. Sen şimdi bana öyle bir kamçı çekeceksin ki ciğerime işleyecek ben seni adaya çıkarayım. Adaya çıktıktan sonra adanın ortasında büyük bir ağaç var oraya git kontrol et nerde kan izi varsa yaralı ayağı o taraftadır. Orada bir çukur kaz eline ucu sivri bir çubuk al çukura gir üstünü otlarla kapat aslan seni görmesin. Öğle sıcağında aslan gelip orda yatacak sen bir darbede çubuğu vur yarayı del aslan yerinde fırlayacak ortalığı birbirine katacak. eğer orda seni görürse param parça eder. Bir müddet sonra yara tamamen boşandıktan sonra rahatlayınca ey insanoğlu çık gel muradın ne ise vereyim diyecek. Sen o zaman çık isteğini iste sende, istediğini o zaman istersin.
Has atın dediğini yapar bir kamçı vurur kara taya kara tay bir yunus balığı gibi denizden yüzerek Has’ı adaya çıkarır. Has adaya çıkar çıkmaz hemen vakit kaybetmeden o ulu çınarı bulur kan izinin olduğu yere çukur kazar. Bir ucu sivri çubuk alır yanına ve o çukurda gizlenir. Öğle sıcağı çökünce aslan homurdanarak gelir ağacın gölgesinde yatar Has vakit geçirmeden çubuğu dürter ve aslan yıldırım gibi yerinden fırlar adeta ortalığı birbirine katar. Çok geçmeden yara temizlenince ağrı sızı tamamen biter. Aslan seslenir ey insanoğlu sen kim isen gel çık der;
O zaman Has ortaya çıkar aslan der ki; iste istediğini. Has benim isteğim beyaz aslan sütü kara aslan postunda isterim. Aslan derki; yedi senedir bu derdi çekerim bir yedi sene daha çekseydim de sen benden bunu istemeseydin. Ama çare yok çünkü sen beni büyük bir dertten kurtardın isteğini yerine getirmek benim için bir can borcu oldu. Şu yavrularımın içinde bir tane kara yavru var onu al götür sesini duyamayacağım bir yerde öldür derisini al getir gözüm görmeden sütümü sağ götür.
Has denileni yapar ve getirir aslanın göremeyeceği şekilde sağar hemen oradan ayrılır karatayın olduğu yere gelir bindiği gibi denize dalar. Karşıya geçtikten sonra acaba bizim bacanaklar ne yapıyorlar? karataya der ki onlar nerede isler beni oraya götür. Karatay Has’ı onlara yakın bir yere götürür. Has bir akar ki onlar bir yere gelmişler orda çadırlarını kurmuşlar kendi alemlerine dalmışlar oda onların biraz yukarısında çadırını kurar oturur.
Çok geçmeden bunlar çadırı fark ederler iki tane adam gönderirler gidin bakın o çadır neyin nesi. Has önceden acı otların sütünden bir kuzu postuna süt sağmış bir kenara koymuş onları gözetmektedir. Adamlar gelir sorarlar sen kimsin şu karşıda kralımızın damatları çadır kurmuşlar bir ihtiyacın varsa sana versinler. Has der ki benim ihtiyacım yok ben bir tacirim kara aslan postunda beyaz aslan sütü satarım. Adamlar bunu duyar duymaz hemen durumu damatlara haber verirler. Kralın damatları adamları gönderirler gidin sorun fiyatı ne ise kabulümüzdür satın alırız derler. Adamlar has gelirler fiyatını sen söyle kaç para ise kabul. Has derki ben bu sütü para ile satmıyorum her kim satın alırsa o gelsin yanıma bazı şartlarım var. Bu gelen adamlar gene geri dönerler efendim durum böyle iken böyle. Bu sefer kralım damatları kendileri kalkıp giderler derler ki arkadaş biz bu sütü senden satın alacağız sen fiyatını söyle. Has cevabı şu olur ben bu sütü para ile satmıyorum. Damatlar söz alırlar peki karşılığını ne istiyorsun? Elbet bunun bir bedeli vardır.
Has der ki bedeli şu benim parmağımda bir yüzük var ben bu yüzüğümü kızdırıp kalçalarınıza bastıracağım size süt vereceğim. Bunu üzerine biri itiraz eder bu adam resmen bizimle dalga geçiyor. Öteki derki canım bizim kalçamız elbisenin içinde kim görecek bizim gayemiz kayınpederimizi kurtarmak değil mi? sonra demesinler gittiler de elleri boş dündüler. Neticede razı olurlar sütü aldıktan sonra ilk işleri bir haberci göndermek olur. Haberci müjdeyi verir herkes sevinirler aslan sütü geldi diye. Çok geçmeden damatlarda gelirler ilk işleri hemen krala birkaç damla süt fincana koyup krala vermek olur. Kralın ağzına damlatırlar kral birden çırpınmaya başlar nefesi kesilir rengi kaçar gözleri yuvasından kayıp olur. Hemen tabip çağırırlar sütü kontrol eder bu süt aslan sütü değil acı otların sütüdür çok acı fazla verildi mi insanı zehirler. Hemen sütü keserler kral gene hastalığınla baş başa kalsın biz şimdi haberi keloğlandan verelim.
Damatlar geldikten sonra keloğlanda döner saka atı getirir kıza teslim eder buyur ben bu atı yaylaya götürdüm günlerce baktım at beslendi getirdim. perinaz yanaşır keloğlana keloğlan kurbanın olam ne getirdi isen getir de götürüp babama vereyim. Keloğlan önce nazlanır kızın ısrarı üzerine haydi gideyim senin istediğin süt ise bir koyun sağıp getireyim ne yaparsan yap. Kız derki ben ona razıyım yeter ki sen getir.
perinaz yüzde yüz emindir keloğlanın sütü getirdiğine. Has dereye iner yarım fincan aslan sütü alır getirir kıza verir kız hemen vakit geçirmeden sütü alır anasına koşar ana kurbanın olam birde bu sütü dene. Önce anası kızar ama nede olsa çocuğudur alır fincanı götürür kralım ağzını bir iki damla damlatır. Kralın gözleri birden açılır nefes almaya başlar. Derhal hekimi çağırırlar hekim sütü kontrol eder evet bu süt yüzde yüz aslan sütüdür. Kralım hanımı fincanı alır kızına koşar aman kızım bu aslan sütüdür bundan gene isterim baban iyileşsin. Kız keloğlana gelir derki artık kendini gizlemenin bir faydası yok ben senin kim olduğu ta baştan beri bilirim şu sütün devamını getir. Has gider sütü olduğu gibi getirir verir. Krala birkaç sefer içirirler netice de kral sağlığına kavuşur. Bu sefer sütü kim getirdi kavgası başlar. Damatlar derler ki efendim sütü biz getirdik krala da öyle bildirirler. Kral emir verir şu gün memleketin ileri gelenleri tonlansınlar kral damatlarına şeref madalyası verecektir.
O gün gelir çatar herkes toplanmış damatlarda yerlerini almışlar şişe, şişe tabi onlar toplantı da iken Perinaz da has derki artık zamanı geldi git babama kendini tanıt sütün senin getirdiğine ispat et benim yanlış bir iş yapmadığımı babam bilsin. Has evet hanım zamanı geldi hemen başındaki deriyi çıkarır karatayın kıllarını sürter elbiselerini giyer silahlarını kuşanır biner atına doğrudan doğruya kralın sarayına. Herkes ona saygı gösterirler krala haber verirler bir şehzade geldi kimdir kimin nesidir bilemiyoruz. Kral içeri alın diye emir verir. Has içeri girince herkes ayağa kalkarlar kral bu delikanlıya hayran kalır yanına davet eder. Has sorar kralımız sağ olsun bu toplantının gayesi nedir? Kral cevap verir bunlar benim damatlarımdır ben hastalandım bunlar aslan sütünü getirip beni iyileştirdiler bende olara şeref madalyası takacağım toplantımızı sebebi budur. Has derki kralım aslan sütünü bu adamlar mı getirdiler? Kral diyor ki tabi onların dediklerine göre onlar getirmişler.
Has diyor ki kralım bunlar yalan söylüyorlar çünkü sütü getiren benim. Der demez kralın damatları hiddetlenirler. Sende kimsin tabi ki biz getirdik başka aksi ispatın var mı? Has derki var kralım bunların kalçalarını açın benim ismim var ben onlara acı ot sütü verdim kalçalarına bu yüzüğümü kızdırdım damgaladım inanmazsanız açın bakın. Kral hemen emir veriyor açın bakalım doğrumu tabi ki doğru. Bu işin doruluğu ortaya çıkınca kral bu sefer has döner peki sen kimsin bize kendini tanıt. Has kedini tanıtır kendisinde bir kralın oğlu olduğuna başından geçenleri anlattıktan sora bende sizin küçük damadınızım der. Kral buna fazlasıyla sevinir kızını yanına çağırtır gölünü aldıktan sonra yedi gün yedi gece düğün yaptırır yetimler fakirleri sevindirir tam has ve Perinaz’a göre bir düğün yaptırır. Bu hikâyede böylelikle sona erer.
Kayıt Tarihi : 6.3.2008 10:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!