1789 yılında Malthus geleceği görmüştü. “”uygun şartlarda her hangi bir popülasyon, besin maddelerinin artışından daha hızlı bir oranda artar ve böylece zamanla kişi başına düşen besin miktarı azalır.”” Bu fikrinin temeli şudur: uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör salgın vb. yoksa popülâsyon geometrik dizi biçiminde artardı. Yani 2, 4, 8, 16, 32, 64,... Oysa besin maddeleri Aritmetik dizi biçiminde artardı. Yani 1, 2, 3, 4, 5, 6,. Hâlbuki doğada bu iki sayı dizisi arasındaki artış farkı besin kıtlığı olarak belirir ve aradaki bu fark, popülâsyonda bazı bireylerin ölümlerine neden olur ve böylece doğa kendiliğinden bir denge sağlar.””
Bu şu demek: doğada toplum yokken her canlı gibi insan nüfusu da doğal seçilime tabii idi. Yaklaşık bir ortalama ile diyelim yaşayan nüfus sayısı 2 ise yiyecekte 2 birimdir. Ertesi sürede nüfus 4 olacağından besin 3 birim olacaktır. Daha sonra nüfus artışı 8 olduğunda besin artışı 4 birimdir. Akabinde nüfus 16 olduğunda besin 5 birimdir. Görülüyor ki nüfus artışı, besin artışından çok fazladır. Bu da doğal ortamda ve doğada, artan nüfusun elenmesidir ölmesidir.
Doğada bu böyle sürüp gitmez belli bir kritik değerde seçme ayıklama ilkesi devreye girerek güçlü olan yaşamaya başlar güçsüz elenir. Toplumun başarısı da belli bir kritik değerden sonra dinlerin size dediği çok özel oluşunuz işlemez olur. Hümanizminiz güme gider. Artık Dünya, insan nüfusu ile yaşanmaz olur, doğal zincir kopmuştur. Doğa kendini çevrimleşemez olur.
Sadece toplum bu doğal seçilimin, Malthus öngörüsünün bir süreliğine önüne geçer gibidir. Toplumun üretme gücü, doğanın üretme gücünün üstüne, zaman ve çevresel koşul kaydını aşarak çıkmıştır. Örneğin tavuğun altına sadece bahar aylarında 12 yumurta koyup, şansınıza 7-8tanesinin, Ya da tümünün civciv çıkmasını beklemek yerine, her mevsim ve her zamanda, yumurtanın yüz binlercesini kuluçka etmeniz olanaklıdır.
İnsan, toplumu sayesinde bir birim yiyeceğini Ya da ihtiyacını, önce 2; sonrada pek çok birim etmiştir. Bu ihtiyaç fazlası üretimini güçsüz, sakat, zekâ özürlü, hastalıklı, yaşlı ve doğal olarak elenmeye amade hemcinsi ile paylaşmıştır. Hümanist ve dini erdemlerinin dürten ahlakı buradan neşet etmiştir. İnsanın toplumu ve üretim fazlası olmasa idi merhameti ve sadakası, hümanizmi de olmayacaktı.
İkinci olarak hiçbir şeyin sınırsız olmadığı ortaya çıktı kaynaklar hızla tükendi. Gelecek zamanın kaynakları da tükendi. Kapitalizmin yoğaltım buluşu tetikler demesi de, yeni buluşlar yapılıp, yeni gezegen ve uzay kolonilerin sömürülmesinin de, bu işi çözmediği hayli geçte olsa anlaşıldı. Mars'ta getirilecek bir kaynak, niteliksiz yaşama yol vermeyecekti. Eş deyişle robotu üreten nitelikle insan olmaktan gayri hiç bir vasfı olmayanın, egemenliği nasıl aynı olurdu? Olursa da sonuç bu olurdu. Evrensel yasaya aykırılık!
Şu da bir olgudur. Bilmediğimiz sürece, evrensel ittifaka girmediğiniz sürece, ne sizin nüfus artışınızı engelleyen ne de sizin nüfus artışınızı destekleyen vardır. İnanç ve mitler devrededir. Bilmediğiniz için her iki hali de destekleyecek egemenlik sel güçten yoksunsunuz demektir.
Üçüncü olarak enerji kullanımı ve yaşamı üretiş, bu niteliksiz nüfusun atışı ile ölçüsüz boyutlara kendiliğinden varıyordu. Bu bizim kendimizi sınırlayışımız değil doğanın kendi kendini organize yasası ve sınırlılıklarıdır. Yabanıl yaşam hilafına acıma ile sadakalarla, bu işin bir yerden sonra, götürülüp taşınamayacağı ortaya çıktı. Sizin sadakalarla bu nüfusları karşılar olmanızda, ne bir kurtuluş, ne bir çaredir. Acıma ve merhamet bir noktadan sonra çıkmaz sokağı karşımıza dikmişti. Burada, başka dramlar aleyhine; insani dini nutuklar atıp cahillik koymanın mantığı da yoktu.
Ağılda oğlak doğsa, siz belli bir nüfus aştıktan sonra, ırmakta otu bitmiyordu. Ot yetmiyor, ot bitmek istese de, bitecek yer bulamıyordu. Çünkü kaynak sınırlıydı. Kaynak bunlara izin vermiyordu. İki kere iki dört ediyorsa, bunun insan keyfinin üzerine bir zorunluluğun eseri oluşudur. Otun bitmesi için bizim bir kısmımızın olmaması gerekiyordu. Kaynakların yetmesi kaynağın sürer olması için, bizim bir kısmımızın olmaması gerekiyordu. Süreçlerin birbirine dönüşmesi için, ortamın bir kısmının bizden temizlenmesi gerekiyordu. İşte bunlar ve başka nedenler ortamın sınırlılıkları ve kısıtlı organizasyonudur. Ortam bu denetimle oluyordu.
Ama öznel soyut mantığa göre insan yaşamı hüdai nabitti. Yani her olgu ve olay bizim içindi. Rızklar bizim için veriliyordu. Daha dünya nüfusu 6 milyar olduğunda bunu açı öğrenmiştik. Dünya kendini sınırlayarak organize ediyordu. Bu Tanrı kuralı; sizin mistik anlamalarınıza ve eşrefi mahlûk olmanıza bir ayrıcalık tanımıyordu. Buda organizenin seçme ayıklama ilke ve mantığıdır. Eğer bir vücuda sahipsek ve bu evrende bu dünya varsa ve sürüyorsa, hep bu ilke sayesindedir. İnsanların genelinde saklanan, öğretilmeyen, bir öcü gibi üzerine saldırılan bu ilke sayesindedir ki evren kendi kendine organize olur. Bu ilke evrenin yaratıcısındandır.
Hep aynı biçim kaynağın üretilip sağlanır olması, hep aynı biçim tüketim ve kirletirlerin atıklarının üretilmesi ile dünyanın kendi organizesi ile çözülüp değişen dönüşmesi ne zaman bulabiliyordu, ne diğer ilişkisel koşulları bulabiliyordu. Kirlilik, bir sıradan kirletme yapısı olmaktan çıkıp, hızla ve aniden kirlenip zehirlenen bir çevreyi gözümüze sokuverdi.
Bu şu demek; evren hep hidrojen (insan) yaratmamıştır! Çünkü bu kadar karmaşık girişimler ve var oluş olgu ve olayları olamazdı. İkinci olaraktan da sizin keyfi ve hümanistçe insan nüfusunuzun artmasını destekleyecek, ne sonsuz bir çevre vardır; ne de sonsuz bir sayı olma değeri vardır. Bunlar inancın değil nesnelliğin ve aklın gereğidir. Siz belli bir değere kadar olup bitirtirsiniz, muktedir olduğunuzla çıldırırsınız, ancak bu değeri aşamazsınız.
Bunlar ileri görüşlü politikaların toplumların geleceği görüp planlamasıdır. Kısır verimsiz politikaların başarabileceği işler değildir. Toplumlar başlarına daima bir sıradan yönetici ve politikaları her zaman kolaylıkla bulmuştur. Ama her zaman Kanuni ve Atatürk, Abraham Linkol vs. vs. gibileri bulamamıştır. Bu güçlü lider kişileri bulamamanın nedeni arasında halk egemenliği denen seçmeninde kusur payı vardır. Bunlar iyi biline. Bunlar bir halk egemenliği anlayışının yansıması olamaz.
Halkın egemenliği demek, halkın çok nitelikli yanları ile sayısal çoğunluk olan niteliksiz ve çelişkili yansıması egemenliğinin yaygın bir örnek oluş demektir. Yani halkın egemenliği demek, üretemeyen halkın, sayısal çok olan niteliğinin kendisi demektir!
Halkın egemenliğini, toplumsal bir yarar gözetildiğinde coşturmak olanaklıdır. Bu coşkulu heyecanda zamanla bizi; toplumsal acı gerçekle ve üretimi paylaşımsal acı gerçekle yüz yüze getirir. Bu durumlarda halkın coşkun gücü engel olucu zararlı bir durumdur. Tüm bunlar halkın mantığı olmayan (halkın mantığı çoğunlukla nesnel değildir) çözümleri, toplumun üretmesini zorunlu kılar. Halkın bu niteliği alt yapısının eksik bırakılarak görmezden gelinen mağdurluğundan kaynaklanır. Niteliksiz nüfus yoğunluğu bunların başında gelir.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 24.3.2009 10:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!