“…Son kazalarla birlikte son 8 ayda 25 işçi yaşamını kaybetmiştir. Kömür işletmesinde meydana gelen ölümlerle birlikte son 3 yılda 85 maden emekçisini yitirdik. Bu olay sadece son 3 yılda Çorum-Dodurga Erzurum-Aşkale, Karaman Ermenek ve Kütahya Gediz ‘de meydana gelen metan gazı yangınları ve göçük olayı ile birlikte değerlendirildiğinde, ülkemizdeki kömür işletmeciliğinin işçi sağlığı, çalışma güvenliği açısından ivedilikle ele alınmasının ne kadar yaşamsal bir önem taşıdığını açıkça göstermektedir. Ancak ne yazık ki, ülkemizde madencilik sektörünün en önemli sorunu olan işçi sağlığı ve çalışma güvenliği konuları hala siyasi iktidarın gündeminde değildir Jeolojik süreçlerle Milyonlarca yılda oluşan madenlerimiz ve madenciliğimiz, insanı ve doğayı merkezine almayan, bilimselliğe dayanmayan, günü kurtaran ve azami karı şiar edinen, ulusal madencilik politikalarımızın temel ilkelerinden uzak, işçi sağlığı - çalışma güvenliği gibi kavramların hiç önemsenmediği anlayışlara terk edilmiştir.
MADENCİLİK KAZALARI KADER DEĞİLDİR.
Basına ve kamuoyuna saygı ile duyurulur....”(TMMOB JEOLOJİ MÜHENDiSLERİ ODASI Basın Açıklaması 26.02.2007)
aya bakar
uykuya yenik suratlar
aya bakar
bulutlar sarsa da gökyüzünü
aya bakar kara kız
aya bakar
esse de
kentin üzerinde fırtınalar
aya bakar sevdalı yürekler
ay
yürekler kadar yakın
aya bakar
ay
isyanlar kadar yakın
aya bakar
uykuya yenik suratlar
süslemek kelimeleri
dindirse de acıyı
kapatmaz yarayı
kanar durur
yakar ateş
düştüğü yeri
dönüşür yangınlara
esintilerde
ardında bırakırken
kalıntıları
dolaşmak
küller arasında
verir bilince
burukluğunu
canı acıyan
canı acıyanı
anlar deseler de
kapatır üzerini
söylevlerin süsü
anlamak
zor mesele
kiremidi uçmuş
çatılı evin
geçerken önünden
gözüm takılacak
terk edilmişliğine
bilirim
takılacak gözlerim
biraz daha
hüzün saracak
olsa da
geçici
takılacak bilirim
sıvası kavlamış
duvarlarını göreceğimi
ateş tuğlalarının
çalacak kırmızılığını
derz aralıklarına
dalacağımı
kırık camlarına
terk edilmişliği evin
çökecek üzerime
bir hüzün bulutu gibi
yenilenmenin getirmediği
gecikmelere takılacağım
bir destan gibi durur
geçmişinin izleri
anlatırlar
heybetleri ile
bilmediklerimi
anlatsalar da
katkılardan yoksunluğu
zamanın çürütmesine
terk edilmişliği
acıtır bilincimi
bilirim celladın eli
hafif olsa da
ne kadar
yok edecektir
içerisinde zamanın
gözün değer
bilincin işlerse
kıpır kıpırdır yüreğin
falezlerin tepesinde
yürüdükçe zaman
terk edilmişliğinde
değişimin
çöker hüzün
pelte gibi
çaresizleşir
sayılarla uğraşmakta
bilgeliğim
yitirmenin kaygısı
kaplamıştır
ayaklarıma
bırakırım kendimi
bırakırken izleri
izleri takip ederken
götürür beni geri
geri
aynı değildir hiçbir şey
aynı sanıldığında
acır içim acır
“ÜRETEREK BÜYÜYEN VE PAYLAŞARAK GELİŞEN
BİR ÜLKEDE İNSANCA VE BARIŞ İÇERİSİNDE YAŞAMAK İÇİN”
“…Özelleştirmeler basitçe bir mülkiyet devri değildir, özelleştirmeler yoksulluğun, işsizliğin, savaşların hüküm sürdüğü bugünkü dünya düzeninin derinleşmesinden ve devamından yana bir hamledir. Bu nedenle özelleştirmelere karşı durmak da temelde bu dünyaya karşı olmak ve başka bir dünya ve Türkiye istemektir. Başka bir dünya, özelleştirmelere, yoksulluğa, işsizliğe, iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına, esnek çalışma yöntemlerine, kadın emeğinin sömürüsüne, paralı eğitime ve sağlığa karşı olan tüm emek kesimlerinin ortak ve birlikte mücadelesi ile kurulacaktır…” (14 ekim 2006 TMMOB Basın Açıklaması)
bir yaşamın boşluğunu
hayal edeceğim
zamanın içinde
ardında bırakmak
silmiyor
yaşanmışlıklar
harcı oluyor
tuğlası
kapısı
penceresi
her yeni adımda
birikimlerin
kaçmak gerçeklerden
korumuyor
gelip yine buluyor
bir avcı ise peşindeki
ne kadar gömerse
gömsün toprağa başını
deve kuşu
düşünmüyor avcı gibi
doldurduğu bardağı
en son düşen damla
taşırıyor
onurlu olmalı
yaşanmışlıklar
onurlu durmak için
onurlu olmalı
...vebâli, elbette büyük! ,
Okurken, neler hissettiniz? Hem öfke, hem kahır, hem utanç! ’Kemalist’ Cumhuriyet ’in, zamanında şiddetle eleştirerek yerdiği, Tanzimat ’ın ’taklitçi’ ve müsrif, komprador ’alafrangalığı’, günümüzde yaşadığımız ’Batıcılık’ tan, santim farketmiyor; başka bir deyişle, Gâzi sonrasında, devleti kim yönetirse yönetsin, Anadolu İhtilâl ve İnkılâbı ’nın ideallerine aykırı davranmış; Tanzimat ’la Osmanlı ’nın içine düştüğü ’taklit alafrangalık’ tuzağına düşerek, ülkeyi yeniden aynı ’çıkmaza’ sokmuştur. .
Bunun vebâli ve sorumluluğu, elbette büyük; ama halk uyanmıştır, biliyor ki, ’Kemalist’ Cumhuriyet, bunun hesabını ergeç soracaktır, çünkü Tarih affetmez! (Atilla İlhan Cumhuriyet, 07.01.2004)
döküldükçe kara kara
beyaz sayfaların üzerine
silinmeyecek
anılara dönüşüyor
dik durmak
mesele değil
ardımda
hırçın deniz
ölgünleşen rüzgar
ve falezler
kentin sokaklarında
adım seslerim
onca geçmişi
dururken kentin
ne garip
ne garip
geçerken meydanı
terk edilmişliğin de
sokaklardaki yapıların
bir tek objesi olmaması
unutmak
onca geçmişin
dururken unutulmak
unutturmak geçmişi
bu kadar kolay
olmamalı
kaybedilirken
birer birer
herbir birikimi
anlatıyorsa
bir başka devri
ve de medeniyeti
ilk kıvılcıma kadar
inmeli
yakmalı
ateşini
hırçınlığını
bıraktırarak bir yana
verdirmeli ışığını
kentin meydanlarına
ne garip
ne garip
istesen de
terk etmek bir çok şeyi
kazımışsan
zamanın içerisinde
an be an bilincine
nafile kurtulmak
lime
lime olur
her bir parçan
gösterdikçe
öğrendiklerin
görülmeyenleri
yeni zerreciklere dönüşür
yüreğim fırtınalara karışır
isyanlarım savrulur
her bir zerreciği denizin
falezlere vuruşu gibi
vurur çaresiz
karanlığın surlarına
sarsa da kara bulutlar
kentin üzerini
şafağın habercisidir
görmesen de bilirsin
aydınlatmasa da ışığın
mum gibi
erirsin
devam ederken vermeye
huzmelerini
can lime lime
acır için
acır
«Aydınlarımız, milletimi en mutlu yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Ama düşünmeliyiz ki, böyle bir teori hiç bir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerlerini bedbaht edebilir. Onun için millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetin-deyiz.»
,
«… Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok vakit kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz.»20.03.1923, (Konya Gençleriyle Konuşma.M.Kemal Atatürk)
ardımda
bırakırken
denizi rüzgarı
göremeyeceğim
ufkun alacasını
hırçınlıkların hepsini
bırakacağım
falezlere
düşmeden peşisıra
damlalar
dağılmadan
kara bulutlar
kara bulutlara
bırakacağım
görmeseler de
insanlar
aya bakarlar
aya bakar
insanlar
aya bakar
kara kız
aya bakar
ay kadar yağız
yırtarcasına
karanlıkları
ay kadar
çaresiz
08.02.2006
SONSÖZ: I
Okuma alışkanlığımızın her geçen gün azaldığı söyleniyor, yapılan istatistiklerin ne oranda doğru olduğu tabi ki kuşkulu, İstatiksel bilgiler ‘kayıt dışı’ yı kapsayacağını pek sanmıyorum. Elden ele dolaşmaların da bu kayıtlara girdiğini, Bunları üst üste koyduğunuzda yanılgının kaçınılmazlığı bir gerçek…
Okuma alışkanlığımızın azalmadığını farz edelim, o zaman değişen ne olur, daha mı bilgili ve görgülü oluruz, bu da ayrı bir bakış…
Diyorlar ki İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik düşüncesidir, öyle olabilir mi diye düşünüyorum, peş peşe sorular başlıyor, düşünen başka bir canlı var mı diye, beslenme şekilleri geliyor canlıların aklıma, avlanma biçimleri, Peki düşünmeyen bir canlı var mı diye soruyorum…
Düşünmek neyi değiştirebilir, içerisinde karar alma yok ise? Karar almak, duruyorum, tercihler oluşturmak ve tercih yapmak, tercih yaptırmak, peki bu diğer canlılarda ne oranda geçerli diyorum…
Muhakeme önemli olgu;
Sonuçları yaşamı değiştiriyor, değişim içerisindeki bilgi oranında kıymetini arttırıyor, arttırıyor arttırmasınada, Galile geliyor aklıma, Hegel, Vangog, Engels, İbn-i Sina, Atatürk düşünüyorum,
Bilginin toplumdan koparışını insanları ve yalnızlaştırı-şını, toplumdan uzaklaşırken bilinçlenme sürecinde, iç içe olmak ve paylaşmak.
Gizem burada olsa gerek, Başarabilmenin sırrı.
Yalnızlık acı verir, hüzünlü bir tad bıraksa da acı verir. Yalnızlığa kaçış, anlaşılamamanın verdiği yükün taşına-mamasındandır…
Bir başka deyiş ile anladıklarımızın başkaları tarafından anlaşılamadığını algılamak ve bunu değiştiremediğimizi görmek, hüzünlü yalnızlığın yolu…
Özelleştirmedeki niyetin ifade ediliş biçimleri bu kadar net iken ve özelleştirilmeye açılan bu kurumlar kuruluş amaçlarına hizmet ederken, görememek bunları, yada kulak kültürü ile edinimler aracılığı ile gördüğünü sanmak ve bunun ardından Üreten devletten tüccar devlete geçmenin erdemini savunmak, yalnızlığa itiyor beni…
Özelleştirmeler neden bu kadar önemli? Devletin üretimden çekilmesi nelere gebe, bu konunun bir yüzü. Küreselleşse de dünya bu işletmelerin yabancılara veril-mesi neden önemli, bu da başka bir yüzü.
Üretmek, neden üretilir, bu da bir başka yönü.
Üretmeden tüketmek mümkün müdür?
Üretmeden yaşamak.
Kendi kendimize soralım, ne üretiyoruz, kimin için?
Üretmeyen, Üretimde öncülük yapmayan devlet sosyal olabilir mi?
Okulları, yolları, hastaneleri, suyu, elektiği, haberleşme-si olmayan bir devlet sosyal hizmeti nasıl verir?
Yanıtlamak kolay gibi görünebilir, önemli olan doğru soruları bir mıh gibi beynin içine çakmak, her yanıtta bile.
Ya siz
Farklı mı düşünceleriniz
Farklı mı yaşadıklarınız
Neresindesiniz Falezlerin
hissedebiliyor musunuz
satırlarda
yaşanmışlıklarda
yaşamın orta yerinde
yalnızlığı
duyumsayabiliyor musunuz
alışkanlıklara kapılmadan
kurak toprak gibi
hasret
suya
kıvılcım olabiliyor musunuz
işledikçe bilinç
yalnızlığın kapısından
girmek içeri
iyidir öncülüğü bilincin
sardıkça bedeni
kazandıkça
yeni zenginlikleri
paylaşmanın erdeminde
yakalayabiliyorsa
huzuru ve acıyı
acı çekmek iyidir
acıyı paylaşmak
konumuzdan öte
örğütlemek
paylaşmadan
bir ağaç gibi
aynı topraktan çıkıp
tek bir gövde gibi
dallarından
yapraklara uzatmak
tüm alınan besini
iyidir
örgütlemek ise
bilincin getirdiği
acıyı
ve
yalnızlıkları
erdemidir
insan olmanın
yırtmak için
zemheri karanlığı….
Örgütlenmek;
Ürettiğini çaldırmamak için, daha sağlıklı yaşayabilmek için, yaşamının sahibi olduğunu hissedebilmek için.
Üretkenliğinin emeğinin çevresinde harf harf, kelime kelime, satır satır örgütlenmek, daha iyi yönetilmek için, yöneticilerini yetiştirmek için, onları hakkettikleri yerlere getirebilmek için örgütlenmek.
Kirli bir elde tutulan altın, kirli değildir, kir bulaştırılmıştır, kirli olan onu tutan kirli eldir, Altının temiz olmasını istiyorsan, temiz bir elle alıp temizleyeceksin, tıpkı siyaset gibi
Bu da örgütlü güç olmandan geçecektir.
Emeğine sahip çık, fabrikana, egemenliğine.
Unutma devlet halkın devletidir. Öyle olmasını sağla…
sen ki
söndürmek istersen
yüreğimdeki seni
bilirim
yakacak ateşi
tufanları göndersen
kar etmez
sen ki
bastırmak için
sesimi
şimşekleri çaktırsan
kör etmek için gözlerimi
yıldırımlar salıversen
ben yine de
ılgın bir sevda türküsü
misali
kulaktan kulağa
gözden göze
gönülden gönüle
düşeceğim
bulutları
çekeceğim üzerime
toprağa
bereket olacak
ıslaklığım
Bahar gelecek ülkeme…
Bahar gelecek ülkeme yeter ki baharın geleceğinin ellerimizde ve bilinçlenmemizin ışığında, emek harcama-mızda olduğuna inanalım, Bakın asırlar önce değil, büyük bir yıkıntının ardından başarı ile çıktığımız Kurtuluş Savaşı sonrasına bir bakalım. Işıl ışıl parlayan bir bilincin neler yaptığına:
“1929 - 1939 yılları arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi artışının %96'yı bulduğunu, Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülkede, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadığını...”(Porf. Dr. Suna Kili, Atatürk Devrimi - Bir Çağdaşlaşma Modeli, S. 263 - 264.)
“Hitler dönemi Almanya ve Avusturya'sını terk eden 142 bilim adamının Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken, Türkiye'ye gelmeyi tercih ettiklerini...”
“Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra - resmi ya da özel - hiçbir dış geziye çıkmadığı halde, dünyanın birçok önde gelen devlet adamının, yoksul ve geri kalmış bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için adeta sıraya girdiklerini... “
“Atatürk'ün doğumunun 100. yılında, UNESCO'nun 156 ülkenin ortak imzasıyla aldığı kararda O'nun için:
'Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı' dediğini...”
“Şubat 1920'de, müttefikler arası Londra toplantısında, Lord Curzon'un; 'Ermenistan mandası altında bir Lazistan kurulmasını...' önerdiğini....”
Bunları üreten beyinlerin sağlarken, bir o oranda da üretimden yoksun anlayışların nelere mal olduğuna bakalım;
“Dünya Bankası Başkanı Eugene R. Blok'un (Aynı görevini sürdürüp sürdürmediğini bilmiyorum) 'Bizim dış ülkeler yardım programımız, Amerikan özel teşebbüslerinin yararınadır...' dediğini... “
Döneminin ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard BURT'un, M. Ali Birand ile yaptığı bir söyleşide 'Bir tek Amerikan askerini Türkiye'de tutmak bize yılda 90 bin dolara mal oluyor. Oysa bir Türk askerinin Türk Hükümeti'ne maliyeti yılda 6 bin dolar...' dediğini...”
Sisav'ın 1982'de düzenlediği '1980'lerde NATO' konulu bir toplantıda konuşan, ABD'li ünlü stratejist
Prof. Wohlstetter'in 'Türkiye'yi Türklere bayıldığımız için değil, son tahlilde Batı'nın petrolünü koruduğu için güçlendirmeliyiz...' dediğini...
Kimyasal veya biyolojik silahlarla yapılacak bir savaşta, gaz maskesi olmadığı için Türkiye'de hiç kim-senin sağ kalamayacağını...
Osmanlı İmparatorluğu'nun altı yüz yıllık tarihinde 215 sadrazamdan; 111'inin Türk, 33'ünün Arnavut, 24'ünün Çerkez, 20'sinin Slav, 5'inin Rum, 3'ünün Arap, 2'sinin Latin, 2'sinin Ermeni, 15'inin ise devşirme olmakla birlikte soyunun bilinmediğini...
Bilimsel araştırmaları yobazların tepkisini çekip ölümle tehdit edilen İbni Sina'nın: 'Genişlemesine kısa bir hayatı, uzunlamasına dar bir hayata tercih ederim' dediğini...
2. Dünya Savaşı'nın başlarında, Vatan Gazetesi'nde Hitler'i alaya alan bir karikatür yayınlandığı için, Vatan Gazetesi’nin 60 gün süre ile kapatıldığını...
garip
garip ama gerçek
kurşunun ciğerden
girerken içeri
acıyı beyne verdiği
yaşanılanların
bilince verdiği gibi
”Efendiler!
Hepinizce bilinmektedir ki savaşın son döneminde Amerika cumhurbaşkanı Wilson, on dört maddeden oluşan bir programla ortaya çıktı. Bu program ulusların kendi alınyazılarını, egemenliklerini sağlıyordu. Programın on ikinci maddesi ise sadece Türkiye'ye, devletimize ve ulusumuza ilişkindir. Wilson bu madde ile Türkiye'nin, ulusumuzun tam egemenliğini elde etmesi gereğini ileri sürdükten sonra buna bir iki koşul da eklemiştir. Bu koşullar şunlardır: Aramızda yaşayan Müslüman olmayan toplulukların güvenlerini ve gelişme özgürlüklerini sağlamak... Bir de Boğazların açık bulundurulmasıdır.
Bütün Bağlaşık Devletler Wilson'un ilkelerini kendi çıkarları için uygun gördükleri gibi bizim devletimiz de bu on ikinci maddeyi kabulde hiçbir sakınca görmedi. Ve kabul etti. Gerçekten kabul edilebilecek bir ilkedir. Çünkü Mister Wilson'un istediği Müslüman olmayan toplulukların can ve malları ile her türlü hakları ve gelişme nedenleri için gereken her şeye aslında, öteden beri devletimiz ve ulusumuzca saygı gösterilmişti. Gerçekten, Gayrimüslim unsurların Osmanlı Devlet ve ulusunun kucağında elde ettikleri ayrıcalıklar, üç yüz yılı aşkın bir zamandan beri pek çok vardır. Bundan dolayı bu koşul bizim için yeni bir şey değildi.
Efendiler! düşmanlarımız, bizim için uydurdukları kara çalmalarını bir aralık Paris Konferansı'na da kabul ettirir gibi oldular. Belki bunun sonucu olarak daha savaş sırasında birbiriyle yaptıkları gizli antlaşmaların, alıp verdikleri sözlerin uygulanmasına başlanmıştı. İzmir, Antalya, Adana, Antep, Urfa ve Maraş'ı işgalleri hep bu karşılıklı yükümlenmeler sonucu olsa gerek. Oysa haktan, adaletten söz açan Bağlaşık Devletlerin bu gibi işlemlerde bulunmamaları gerekirdi; uygarlık ve insanlıktan söz edenlerden bu beklenmezdi.
Ancak, Efendiler! Her halde dünyada bir hak vardır. Ve hak gücün üstündedir. Şu kadar ki, ulusun haklarını bilip savunma ve korunması yolunda, her türlü özveriye hazır olduğuna ilişkin dünyaya bir inanç vermek gerekir. İşte düşmanlarımızın bu davranışı, ulusumuzu, bu anlayıştan, bu özveri duygusundan yoksun sandıklarından çıkmıştır.
Ancak, doğrusunu söylemek gerekirse, ateşkesten beri birbirini izleyen hükümetlerimizin ülkenin karşı karşıya kaldığı haksızlıklara karşı yanılgı ile ve akılsızca davranışları bize karşı yanlış düşünceleri pekiştirmeye yardımcı olmuştur. Örneğin, Tevfik Paşa, yurdumuzun bir bölümünü Ermenistan'a katmada bir sakınca görmemekteydi. Ferit Paşa, resmi demeçlerinde doğu illerinde geniş bir Ermenistan özerkliğinden söz ettiği gibi, Paris'te de güney sınırımızın Toros olabileceğini söylemişti. Toros'un güneyinde Arapça konuşulduğunu sanıyor. Ve Toros'tan ta Antakya'ya değin olan bölgede Türklerin oturduğunu ve bin yıldan beri Türk kanıyla yoğrulmuş olduğunu bilmiyordu. İşte bu gibi hükümetlerin davranışları ve eylemleridir ki, ulusumuzun geçmişini unutmuş, ulusçuluğun ve özel uygarlıkların bağışladığı haklardan habersiz, kansız, uyuşuk bir ulus olarak tanınmasına yol açmıştır.“ (Atatürk’ün 28 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya ilk gelişinde verdiği söylevden)
nerden
geldik nereye
özelleştirme dedik
satılıyor dedik
bir bir yapının temelleri
ve bütünleştik
kuruluşları oluşturanın
sözleri ile
düşerken kağıda satırlar
yaralar açtık bilincimizde
bu kadar netken görüntü
alışılmışlığın körlüğünde
yalnız kaldık
falezlerin tepesinde
deniz hırçın
mavilikler vurgun düşlere
vururlar damlalarını
falezlerin üzerine
falezler ıslak
baharı bekler gibi toprak
kurak sokaklar
kurak kentler gibi
sarmış
hasreti
sözleri habercisi olsa da
özlem var mavi derinliklere
“Efendiler; Bir ulus varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün düşünce ve maddi güçleriyle ilgilen-mezse, bir ulus kendi gücüne dayanarak varlık ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.
Ulusal yaşamımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim biçimimiz buna pek güzel kanıttır. Bu nedenle örgütlerimizde Kuvayı Milliye'nin etken ve ulusal iradenin egemen olması ilkesi kabul edilmiştir.
Bugün, bütün dünya ulusları yalnız bir egemenlik tanırlar; Ulusal Egemenlik…
Örgütün öteki ayrıntılarına bakacak olursak işe köyden ya da mahalleden, ve mahalle halkından, kısa-cası bireyden başlıyoruz.
Bireyler düşünür olmadıkça, haklarını anlamış bulunmadıkça, yığınlar istenilen yöne, herkesçe iyi ya da kötü yönlere sürüklenebilirler. Kendini kurtar-abilmek için her bireyin ülkenin alınyazısıyla kendisinin ilgilenmesi gerekir.
Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kuruluş elbette sağlam olur. Kuşku yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya olmaktan çok, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır.” (Atatürk’ün 28 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya ilk gelişinde verdiği söylevden)
sen
orda tek başına
olduğunu düşünerek oturan
sen
orda sevdiğinin elinden tutmuş
karanlığın ardına gizlenen
sen
orda ailenle oturan
karanlığın içerisinde ki gösteriden
keyif çatarak medet uman
sanma ki
aydınlığa kavuşmak için
verilecek çabanın
pazarı olduğunu
sanma ki
emeğin yoksunluğunda
bilginin erdem olduğunu
yaşama hakkı
yaşamadan geçer
üretmek
yaşamak içindir
alırlarsa
elinden üretim aracını
verirlerse
yabancı sermayenin eline
uzun söze hacet yok
ne söylenmesi gerekiyorsa
söylemiş kurucusu
ve vermiş görevi sahiplerine
demiş ki;
EY TÜRK GENÇLİĞİ!
BİRİNCİ VAZİFEN, TÜRK İSTİKLÂLİNİ, TÜRK CUMHURİYETİ'Nİ, İLELEBET, MUHAFAZA VE MÜDAFAA ETMEKTİR. MEVCUDİYETİNİN VE İSTİKBALİNİN YEGÂNE TEMELİ BUDUR. BU TEMEL SENİN, EN KIYMETLİ HAZİNENDİR.
İSTİKBALDE DAHİ, SENİ, BU HAZİNEDEN, MAHRUM ETMEK İSTEYECEK, DAHİLİ VE HARİCİ, BEDBAHLARIN OLACAKTIR.
BİR GÜN, İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİ MÜDAFAA MECBURİYETİNE DÜŞERSEN, VAZİFEYE ATILMAK İÇİN, İÇİNDE BULUNACAĞIN VAZİYETİN İMKÂN VE ŞERAİTİNİ DÜŞÜNMEYECEKSİN! BU İMKÂN VE ŞERAİT, ÇOK NÂMÜSAİT BİR MAHİYETTE TEZAHÜR EDEBİLİR. İSTİKBAL VE CUMHURİYETİNE KASTEDECEK DÜŞMANLAR, BÜTÜN DÜNYADA EMSALİ GÖRÜLMEMİŞ BİR GALİBİYETİN MÜMESSİLİ OLABİLİRLER.
CEBREN VE HİLE İLE AZİZ VATANIN, BÜTÜN KALELERİ ZAPTEDİLMİŞ, BÜTÜN TERSANELERİNE GİRİLMİŞ, BÜTÜN ORDULARI DAĞITILMIŞ VE MEMLEKETİN HER KÖŞESİ BİLFİİL İŞGAL EDİLMİŞ OLABİLİR. BÜTÜN BU ŞERAİTTEN DAHA ELİM VE DAHA VAHİM OLMAK ÜZERE, MEMLEKETİN DAHİLİNDE, İKTİDARA SAHİP OLANLAR GAFLET VE DALÂLET VE HATTA HIYANET İÇİNDE BULUNABİLİRLER. HATTÂ BU İKTİDAR SAHİPLERİ ŞAHSİ MENFAATLERİNİ, MÜSTEVLİLERİN SİYASİ EMELLERİYLE TEVHİD EDEBİLİRLER. MİLLET, FAKR U ZARURET İÇİNDE HARAP VE BİTAP DÜŞMÜŞ OLABİLİR.
EY TÜRK İSTİKBALİNİN EVLÂDI!
İŞTE, BU AHVAL VE ŞERAİT İÇİNDE DAHİ, VAZİFEN; TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KURTARMAKTIR!
MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET, DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR! (M.Kemal Atatürk)
Dönmüş Cumhuriyet savcılarına;
“..Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz bir birey yoktur. Cumhuriyet, böyle bir kavramı asla kabul edemez.
İnsan hakları, yasalarımızın güvencesi altındadır.
En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyet Savcılarıdır.
Kendilerini kimsesiz görenlerin, yanlarında her an haklarını aramakla görevli Cumhuriyet Savcıları bulunduğunu asla unutmamaları ve bundan emin olmaları gerekir.
Zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür.
Cumhuriyet Adliyesinin yükselmesini bir onur meselesi saydıklarından hiç kuşku duymadığım çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanında mutlak ve muhakkak olan başarılarını coşkuyla dilerim efendim.” (Atatürk’ün Cumhuriyet Savcılarına Seslenişinden 9 ekim 1925)
demiş demesine
ama
kimsesizler ülkesine
dönüşmüş her yer,
bir dilim dönse
söylemeye
bileklerimi
kaplar
çelik bilezikler
ahhhh
benim sevgili babam
küfre alıştırmadın beni
onun içindir ki
içime akıtırım
yaşımı
SONSÖZ: II
Son günlerde Küresel Kriz adı altında başta ABD’de de olmak üzere Avrupa’da da Bankalar Devletleştirilmeye başlandılar.
Nedenine kötü yönetim diyorlar, bu ülkelerde vergisini ödeyerek bu kötü yönetilen şirket konumundaki Bankaların kurtarılması adı altında Devletleştirilmesine karşı çıkılıyor, karşı çıkılan Devlet Bankacılığı değil, karşı çıkılan vatandaştan toplanan mevduat ile ayrıcalıklı verilen krediler sonrası, dönüşü olmayan mevduatların buharlaşmasına aracılık eden yapıya isyan.
Ülkemize de bunun yansımaları gelecektir, bu kaçınılmazdır, yabancılara özelleştirme adı altında satılan bankalar, farklı biçimlerde bu bankaların keyfiyetinde, bunların belirlediği yapılanmalara, topladıkları mevduatları pompaladıktan sonra olmamasını umuyoruz.
Bunun adına kötü yönetim diyorlar, bu yapılanmalara güven sarsılıp mevduat yatırımı yavaşladığında, devreye mevduata Devlet güvencesi giriyor.
Adı vatandaşın mevduatı heba olmasın, vatandaş korunsun, vatandaşın korunması; bu sektörün sağlıklı denetlenmesi ile mümkün olunacağı bilinmiyormu.
Bu koruyup kollamanın detayları medyada yine bu kurtarılan kurumların yönetici ve danışmanları tarafından dillendiriliyor.
Şimdi sormak gerekmiyor mu? Devletleştirecektiniz de neden özelleştirdiniz?
Denetleyecektiniz de, neden verdiğiniz yapılanmayı sağlıklı araştırmadınız.
Gücü gücü yetene, Güçlü ayakta kalır ekonomisi işte Liberal ekonominin tanımı, işte son gelişmeler yol haritası.
Üretmek ihtiyaçların karşılanması içindir, ihtiyacını karşılayamayan zayıf düşer, üretimini kendi iç dinamiği ile gerçekleştiremeyen milli sermayenin öz benliğiyle oluşmadığı Devlette; Devlet üretici olmak zorundadır, bir okadar da, özel sektörünü denetlemek zorundadır.
Atatürk’ün özlemi gibi Tam bağımsızlığın başka bir yolu yoktur. Ekonomide tam bağımsızlığını kazanamayan ne şahıs ne de devlet, siyasi ve kültürel bağımsızlığa kavuşamaz.
Devlet bizim Devletimizdir.
Devlete sahip çıkmakta bizim görevimizdir.
Atatürkçülüğün bence anlamı budur.
Atatürkçü olup ya da olmamak; konumuzdan öte…
Türk Öğer KoçKayıt Tarihi : 28.11.2008 17:26:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

bunu Türk Öger Koc basarmistir...
saygimla daima
namık cem
TÜM YORUMLAR (3)