Güneş Hüzünlü BATAR -2- Şiiri - Türk Öğe ...

Türk Öğer Koç
94

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Güneş Hüzünlü BATAR -2-

Kurtuluş Savaşı boyunca bir destan gibi anlatılıyordu, haberleşmeyi sağlayanlar, telgrafçılar, telgrafhaneler, elden ele ulaştırılan şifreli bilgiler, sıkıntılı bir dönemdi haberleşme, düşman işgali altında bir ülkede, her ele geçen bilgi, birçok yiğitçe mücadele eden vatan evladının yok olmasına neden oluyordu. Bu nedenle savaş sonrası ilk oluşumların başında geliyordu. Haberleşmenin temellerini oluşturma. Bilginin gizemi bu sistemin milli olmasını gerektiriyordu. Devletin güvencesi olmazsa olamazlardandı.

sızlatıyordu
ünlem işareti
bir hançer gibi

sızlatıyordu
yüreğimi

Haberleşmenin Kurtuluş Savaşı süresince takip ettiği seyiri
Doç. Dr. B. Işık ÖZKAYA satırlara dökerken bir kez daha
vurguluyordu, iletişimin önemini ve mahremiyetini. .

Kuvayı Milliyeci Telgrafçılar. ..

Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında, dönemin en ileri haberleşme aracı olan telgrafla yürütülen çok çetin bir kavganın rolü yadsınamaz. .

Fatsalı Halim Efendi, Telgrafçı Hamdi Bey gibi çok sayıda isimsiz telgrafçı, İstanbul'daki İngiliz haberalma kaynaklarının akıl almaz baskı ve kuşatmasını kırarak Anadolu'ya gizli bilgileri sızdırmıştır. .

Mustafa Kemal, savaşın seyrini, haberleşmenin başında bulunarak, bilgi akışını izleyerek kontrol altına almış, dönemin en hızlı iletişim olanağını kullanarak zamanın en çağdaş teknolojisinden yararlanmıştır. .

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesini, vali ve ordu komutanlarıyla yaptığı eşgüdümü telgrafla gerçekleştirmiş, Saray'a karşı geliştirdiği stratejiyi kendisine bağlı telgrafçılarla yürütmüştür. Posta-Telgraf idaresinin İngilizlerin elinde olmasına karşın, en olumsuz koşulların aşılmasını isimsiz kahraman telgrafçılarla başarmıştır. .

Telgraf hatlarının tahrip edildiği, telgrafhanelerin basılıp dağıtıldığı bir ortamda yurtsever telgrafçılar, Mustafa Kemal'in hizmetinde yer almış; O'na bilgi aktarabilmek, iletilerini yerine ulaştırabilmek uğruna canlarını hiçe sayarak çalışmışlardır. .

Osmanlı Harbiye Bakanı Süleyman Şefik Paşa'nın, kolorduların kendi aralarında şifreli telgraf gönder-emeyeceklerine ilişkin yasağına, Kâzım Karabekir Paşa, ''Seferber düşmana karşı askeri sırları açıklamanın kanunlara göre cezası idamken, siz askeri sırların açıklanması emrini veriyorsunuz. Bilcümle kumanda makamlarının da hudutlara varıncaya kadar şifre muhaberatının men edilmesi, ancak Ermenistan'ın ve mevcudiyetimize düşman olanların menfaatına kayde-dilebilir'' şeklinde karşı çıkmıştır. .

Yine Ali Fuat Paşa, Şefik Paşa 'yı telgraf başına çağırtarak kendisine ihtarda bulunmuş ve şifre yasağının 24 saat içinde kaldırılmasını, aksi takdirde bütün postaneleri askeri işgal altına alarak şifre ile haberleşmeye devam edileceğini bildirmiş ve bu uyarıya bütün kolordular destek vermişlerdir. Düşman yandaşlığının ezici baskı ve teslimiyet ortamında az sayıda telgrafçı, savaşın iletişim kanallarının açık kalması için mücadele etmiş, kesilen telleri onarmış, direkleri yenilemiş, postaneleri İngiliz işgaline, kontrolüne karşı canıyla korumuş, Atatürk'ün ''telgraf savaşı''na cepheden katılmıştır.

Ali Kemal'in şahsında mandacılığı savunan İstanbul basını ve uzantıları, bütün kinlerini Mustafa Kemal'e karşı yöneltmişler, her türlü ihaneti haber olarak aktarmışlar, emperyalizmin iliştirilmiş (embedded) gazete-cilik örneğini vermişlerdir. .

Mandacı Rauf Ahmet'in gazetesi İstiklâl, gençliğin yayımladığı ''bağımsızlık'' yanlısı bildirilere karşı çıkmış, onları ''sükûnete'' davet etmiştir. Üniversite gençliğinin, ''Her türlü manda şeklini reddeder ve buna uymayacak barış antlaşması maddelerine boyun eğmeyeceğimizi ilan ederiz'' şeklinde yayımladıkları bildirileri, heyecanla verilmiş kararlar olarak nitelemişti. .

İçişleri Bakanı Ali Kemal, aynı zamanda Harbiye Bakanı gibi davranıp Mustafa Kemal'i azletmiş ve durumu tüm vilayetlere bildirmiştir. Sabah gazetesi de desteğini gecikmeden açıklamış; Ali Kemal'in emirlerine uymanın bir ''vatan borcu'' olduğunu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, düşmanın oyununa geldiğini yazabilmiştir. .

Karartılmış ve her türlü psikolojik savaşın yürütüldüğü bir ortamda bir grup yurtsever telgrafçı, Atatürk'ün haber alma kanallarının açık kalması için savaş vermiştir. İşte bunun içindir ki, Kurtuluş Savaşı bir anlamda ''telgraf savaşı'' olarak da kabul edilebilir. Atatürk, bütün yapmak istediklerini, yaptıklarını, talimatlarını, savaş şifrelerini telgrafla yürütmüş; her an ve her koşulda ona başvurmuş; tarihin sayfalarını, yarı beline kadar eğilmiş, yorgun ve ahşap direkler arasında sarkıp duran tellere aktaran telgrafçılara emanet etmiştir.

Bugün, ülkemizin kamusal alanlarıyla birlikte, haber kanalları da ''küreselleşme'' savlarıyla yabancıların eline geçiyor. Kurtuluş Savaşı'nda mütareke basını, düşmanın haber alma kaynağı gibi çalışmış, ihbarcılık yaparak milli mücadeleye katılanların düşman eline düşmesine neden olmuş ve vatana ihaneti kendilerine yakıştırabilmişlerdir.

Lozan görüşmelerinde, iletişimin yeterli olmaması nedeniyle sıkıntı yaşanmıştır. Ankara'dan Lozan'a bilgi ve talimatlar şifreli telgraflarla, önce ''Köstence'' telgraf merkezine, oradan da Lozan heyetine gönderildiği için, İngilizler tarafından şifreler ele geçirilip çözülmüş ve bu durum onların üstünlük sağlamalarına yol açmıştır.

Heyetin yapacağı konuşmalardan haberdar olmuşlar ve önce Kerkük petrollerini ele geçirmişler, daha sonra Musul sorununu erteleyerek siyasal üstünlük sağlamışlardır. Lozan görüşmeleri esnasında sağladıkları haber alma üstünlüğüyle ve Doğu'da, Kürt ayaklanmaları çıkartarak Musul ve Kerkük'ün savunulmasını güçleştirmişlerdir.

İşte bütün bu olumsuzluklar dikkate alınarak, PTT'nin ulusal olmasına daima özen gösterilmiş, İngilizlerin elinde olan Posta-Telgraf İdaresi'ne karşılık Ankara'da, TBMM Hükümeti Posta Müdürlüğü kurulmuştur (1920) . .

Sonuç:

Bugün çok sayıda ülke, haberleşme başta olmak üzere özelleştirmeleri terk etmektedir. Brezilya, Arjantin, Venezüella kamu kaynaklarını yeniden halkın hizmetine iade ediyor. ABD, AB ve İngiltere, haberleşme kanallarının yarıdan fazla hissesini kamuda bırakmaktadır. Ülkeler, haber kanallarını yabancılara devretmemektedir. Bağımsız El Cezire televizyonu olmasa, ABD'nin Irak'taki katliamları öğrenilemeyecek… .

Ülkemizde, ''TELEKOM'' satılarak iletişim kanallarımızın dünya çapındaki gücü yabancıların eline geçmiş oldu. Oysa yakın tarihimiz bize, emperyalizme karşı yapılan savaşların, iletişim ve haber alma savaşını da tetiklediğini göstermektedir. Haber kanallarımızı kamu yararı, ülke güvenliği ve stratejik önem açısından ele almak ve özelleştirmekten vazgeçmek zorundayız.
(Doç. Dr. B. Işık ÖZKAYA) Kaynakçaları:1- Nutuk.2- Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman.3- MİT, Tuncay Özkan.4- Meydan Larousse, cilt 10. 5- İstiklal Harbi Gazetesi (15.05.1919-11.10.1919 arası)

Bu nedenlerle diyordu ki,
Kurtuluş savaşının önderi:

Devlet
Türkiye cumhuriyeti
Devleti olacaktı

Siyasette Bağımsızlık
Ekonomide Bağımsızlık
Ülkede Bağımsızlık
Devletin güvencesinde olacak
Hiçbir himaye ve manda kabul edilmeyecek

Güçlünün değil
Halkın Devleti olacak
Halkçılık
Devletçilik ve laiklik temel ilkelerdi

Diyordu ki bu nedenle;

“ Bizim takip ettiğimiz yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur” M.Kemal Atatürk

batarken gün
sessizleşirken sokaklar
örtse de ne kadar
taşıyorsan bilincinde izi

görürsün
tüm çıplaklığı ile
yüreğine saplanan
bir hançer gibi acır bilincin
karabasan olur gerçekler
falezlerin tepesinde geçer
uykusuz geceler

Biribir kurulan işletmelerin o yokluk dönemlerinin karan-lığını, nasıl aydınlığa çıkardığını, üretmekten yoksun bir imparatorluğun nasıl yok olduğunu.

çıplaktır tüm gerçekler

görmek istedikçe
çalıştırmak gerekir
beş duyu organı ile bilinci

her konan taş aydınlığa gidişte
sökülürken yerinden birer birer
çığırtkanlaşıyorsa eğer
karanlığın içindekiler
canımız acıyacaktır

Acıyacaktır…

“Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.” M.K.Atatürk

ses değişimi
oluşturmasa da
yeni kimlikleri

tanırsın bedbahtları

tanırsın da tanımak yetmez

“İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” M.K.Atatürk

limanlarımız tersanelerimiz
her türlü iletişimimiz

verilirken yabancılara
işgal edilirken ekonomimiz

yetmez
sessiz sokaklarda
haykırış

koptukça
üretkenliğin
kaynağından değişimler
düşerken sütunlara

içim kanar

içim kanar
akşam sessiz
çöker ışığın üzerine

adına ne derler bilinmez
her dönem
kendi içinde saklar
köleliğin adını

geçişleri vardır ülkemin
destanları
kanla sulanmış
toprakları
Bedeli ödenmeden; savaş sonrası esaret karşılığı, tek mermiye bile ihtiyaç duyulurken,

Fransızların cephane teklifinin kabul edilmeyişi.

Cumhuriyetin temel taşları oluşturulurken

Hiçbir kredi ve hibenin, kara bir leke gibi düşecekse geleceğe, kabul edilmeyişi gibi.

Geçişleri vardır ülkemin, renkten renge boyanışı.

değişir
üretkenliğin tembelliğinde
değişimin rotası

uluorta saçılır karanlık
neonlarda değişim
neonlarda kalmaz

içimi kapladığında
yaşanmışlıklar
bir buruk hüzün sarar

kaybedilenler gelir
aklıma

bu vakitlerde
adımlara bırakırım
kendimi

Marşal yardımı ve borçlanmalarla ilgili neler söyleniyordu eskinin savunucuları tarafından bile:

“Avusturya Başbakanı, “İşte Osmanlı şimdi bitti” derken, Osmanlı’ya büyük bir darbe vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştı. Aradan 20 yıl geçtikten sonra 1858’de anlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise, “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayinin birçok kolları şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayi başta gelir ki, bunlar tamamıyla İngiliz sanayi tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları, Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çinisi hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır.” derken Türk sanayinin içine düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu anlaşmalar, devlet hazinesini önemli masrafları karşılayamaz hale getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu…

“…Abdülmecid Han: “Borçlanmadan vazgeçilmezse saltanattan vazgeçerim”

Maliye ve Hariciye Nazırları, Sultan’ı borçlanmaya ikna etmeye çalıştılar. Sultan, “Ben bu devleti selefimden nasıl buldum ise halefime de öyle vereceğim. Eğer bu borç-lanmadan vazgeçilmezse saltanattan vazgeçerim” diyerek borçlanmayı önledi.”08.06.2005 Milli Gazete

Abdülmecid Han borçlanmayı engelleyebilmiş mi, yoksa saltanattan mı vazgeçmiş, bu tarih önünde duruyor, durmasına da, ya göz önünde duran diğerleri?

Kurtuluş Savaşı boyunca Osmanlının içine düştüğü borç batağının Osmanlıyı köleliğe ve yok olmaya götürüşünün ışığı, uzak tutuyordu, yeni Türkiye Cumhuriyetini el kapılarından, biliyordu ki kurtuluşun önderi, İktisadi bağımsızlık olmadan Tam Bağımsızlık olamaz. Ne yazık ki yol arkadaşları öyle düşünmüyordu, 1938 sonrası Balta Limanı anlaşmasından Serv Anlaşmasına giden yolların taşları yenilenmeye başlıyordu. Suda balık misali balık hafızası ile zokalara takılını yordu.

İkinci paylaşım savaşında izlenen denge politikası, hızla sağlam toprakları ayağın altından kaydıracak, planlı izlenen ekonomik yapılanmalar, güdümlü ekonomini içine atacaktı, ABD ile 23 Şubat 1945 Borç Alma ve Kiralama anlaşması 27 Şubat 1946 Kredi Anlaşması 7 Mayıs 1946 Borçların Tasfiyesi 6 aralık 1946 Kahire ek anlaşması 12 temmuz 1947 ve 27 aralık 1949 Askeri Yardım Anlaşmaları ve son olarak Ülkenin belkemiği Petrol tekeline yönelik Max Bell in hazırladığı 1959 anlaşması ekonomik bağımsızlığa gidiş yolunun yok edilmesinde atılan önemli tuzaklardı…

Bu yasanın en belirgin teslimiyetciliği; 136 madde deki yabancıların izni olmadan bu yasanın değişme-eceği maddesi idi.

23 Haziran 1954 yılında, Türkiye ile Amerika Birleşik devletleri arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması imzalandı. Yalnızca Amerikalıların yararlandığı bu anlaşma, Türkiye’deki ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getiriyor ve ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu.

Türkiye hızla yeniden Osmanlılaştırılıyordu, bir yandan siyasi ve ekonomik anlaşmalarla esaretin içerisine itilirken diğer yandan ulusal bilincin oluşturulmasında atılan adımlarda yapılan rutuj hareketleri ile yeniden ümmet toplumunun önü açılmaya başlanıyor ve ulus kavramı yerini ırksal kökenli bir kimliğe bırakıyordu…

Ortaya atılan Kominizm tehlikesi ile de Ulusal Bağımsızlık mücadelesi veren hareketlerin yok edilme işlemleri bir sisle kapatılıyordu…

Bu sürecin sonucu; kaçınılmaz olarak özelleştirmeleri getirecekti, elbetteki.

maddeyi
tanımamak
ufkun
derinliklerinden
doğacak güneşi
görememek
ürünüdür
bilgi eksikliğinin
sahibi olmadan bilginin
fikir üretmek
nasıl yanılgılara
sürüklerse kişiyi
esarete sürüklediği gibi
toplumu da
kâr etmez bilgelik

Osmanlı örneği dururken göz önünde cehaleti sergi-lemektir, bu gidiş, her yönü ile.

atatürkçü olmak
ayrı bir konu
olunabiliniyorsa eğer
devrimlerini
kenara koyarak
yol haritasını
yırtarak
şartları zorlayacak
bilgi birikiminden
yoksun olarak
liderliklere soyunup

teslim etmek ülkeyi
bu olmasa gerek

bu olmasa gerek

Atatürk’ün kurduğu parti diyerek, yola çıkıp liberal ekonominin bekçiliğini yapmak, AB nin insan haklarını ve medeniyetini yakalamak için boyunduruğuna kafa uzatmak, yol haritasında olmasa gerek…

Kim atabilirdi Atatürkçü olduğunu söylerken ikinci paylaşım savaşında Almanlara silah sanayinde kullanacağı kromu veren anlaşmanın altına imzayı…

Kim atabilirdi Amerikanın savaş artığı malzemeleri alırken Tam Bağımsızlık hedefinin rafa kaldırma anlaş-masına imzayı…

Kim atabilirdi Atatürkçü olurken AB nin Gümrük Birliği adı altında teslimiyet anlaşmasının altına imzayı?

Kim Atatürkçü olurken esarete karşı başkaldıran gençliğin yok edilişine karşı toplumu uyuturdu…

atatürkçüyüz diyerek
atıldıysa imzalar
atatürkçüyüz diyerek de
yok ediliyor
tüm üretici güçler

bir hastalıktır
gırtlağı tıkayan
haykırır gibi görünmek
ya da bir başka deyiş ile
parçası olarak ortaoyunun,
oyunculuktan
öte olduğunu düşlemek

kırılgan sözler
şarapnel etkisinde,
vurur gibi dalgaların
kayaya
erişememesi gibi
enerjisinin

yorgun düşlere
uyku ekerler
söylevlerde.
ne gariptir
ne garip

ezilmişliğin
anlamını düşünürken,
kaybederken birçok şeyi
kurulurken
darağaçları

haklı olsam bile;
garip görünse de
o kadar basit değil
bulmak yanıtını

ne kadar bilsem de
örter kuşkular
karmakarışık
kısaca duygularım

yol uzun
engebeli ve sarp
garip duyguların adı
yolda yalnızlık

dalga dalga düşüncelerim

falezlerin eteklerin de
deniz hırçın
savurur dalgalarını
derinliklerinden

ıslatır kayaları

Tüm bu özelleştirilen kuruluşların temelini atan Önder, bugünleri görürcesine anlatıyordu;

“Oysa bu güç ve kuvvet Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır.

Bunun etkisi altında kalarak, milletin, en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur.

Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı.

Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihat-leriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilir?

Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir; tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.

İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.

Vasilik ve himaye altına giren bir devlet bağımsızlığını yitirir.

Egemenlik hakkı teslim olunamaz, ayrılık kabul edilemez. Bağımsızlık bir bütündür.

Ya vardır, ya yoktur, yok ise devletin kimliği ortadan kalkmış demektir.

Mandacılar diyorlar ki, bizi bağımsız bırakmayacaklar. Onlar ne düşünürlerse düşünsünler ortada bir gerçek var. Her ulus bir devlet halini alıyor ve bir Türk ulusu vardır. Bizi bağımsız bırakmazlar düşüncesi maneviyat bitkinliğinden doğan bir iman eksikliğidir. Bir an için kabul ve teslim edelim ki, bizi devlet olarak yaşatmayacaklar, o halde bunu biz mi isteyelim?

Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.

Oh ne ala! Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız!

Bu ne gaflet, bu ne körlük, bu ne budalalık. İstanbul’un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da ya istiklal ya ölüm diyemiyor.

Batıya yaklaştığımızı zannettiğimizde asıl mayamız olan Doğu maneviyatından soyutlanıyoruz.

Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarıda bulunan öğütlere uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.Bunun tersini düşünerek hareket edeceklerin, acılı sonuçlarla karşılaşacakları kuşkusuz-dur.

İşte böyle yanlış görüşlü, yanlış anlayışlı kişiler yüzünden Türkler her yüzyıl biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür.

Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu.

Ne yazık ki, Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki Türkiye Doğu maneviyatı ile sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğuyla Batının birleştiği yerde bulunduğumuz, Batıya yaklaştığımızı zannettiğimiz taktirde asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki, bu büyük memleketi, bu milleti çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez bundan.

Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan bir takım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkummuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve müte-reddit idiler. “

vuruyordu kelimeler
her biri
diğerinden keskin

lime lime bilinç
suskunluklar sürecin de
korkunun esareti
yok edeceğini umarak
kapatırlarken kulaklarını

bir bir düşürüyorlardı
tam bağımsızlık için konan
surların taşlarını

aydını vekili

“Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, “biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur”. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımız, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı.

Türkiye’yi böyle yanlış yollarda boğulma ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtulmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız.

O gerçek şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını büs-bütün yeni bir inançla donatmak...

Bütün ulusa sağlam bir maneviyat kazandırmak.” (Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak. Atatürk)

söylevleri
koyarak bir yana,

gömülmek
yalızlığın içine
değiştirirken yaşam
her dönemde
kendi manifestosunu
yazdırsa da
yazdırmasına

okuyan kim
kuruluşun da
önderliği yapanın
tek tek çıkarken söyledikleri
kafasını kuma gömen
deve kuşunun bilgeliği
çare değildir

çare değildir bağırmak,
tek tek ayak izlerine basmak

bir bir giderken
mevziler
ardından söylenen
kahramanlık türküleri
ya da ağıtları
çözümlerde
üretmek çözümsüzlükleri

yani
bir başka deyiş ile

okuyor görünmek
alışkanlık

gazetelerde
kitaplarda
patlamış gözbebeklerinde
insanların
cehaleti görmek
acı

birlikte söylemek türküleri
birlikte üretirken
birlikte tüketmek
hakça kardeşçe
örgütlemek emeği
çıkmak yalnızlığın çemberinden
ya da çemberine almak
yalnızları

bir ağacın kökleri gibi
uzatabilmek için
sürgünleri gökyüzüne

hani tek başıma olsam
duygulardan arıtsam kendimi

içine doldursam
sistemin
tüm empoze edilmiş
etiklerini

yine de
dik duracağımı biliyorum
konu dik durmaktan öte

yaşarken;
yaşadım diyebilmek
yaşatmanın erdemini
üstlenmeden
yaşamın
içerisinde
yaprak gibi
hafif

ve gerekli olduğumu
bildiğim kadar
gereksinimlerini
bilmek
yetmiyor
yetmiyor
dalın kırıklığı
ya da kuruluğu

kökün çürümüşlüğü
gelip buluyor

önemsememek
bir karıncayı
ya da yaban arısını
yerdeki su birikintisini
ya da tozu

yetmiyor tek başına olmak
Aydınlarımızla başlayan liberalleşme istekleri, Batının medeniyeti değil de, batılılaşma isteği, sanayileşmeyi oluşturmadan kapitalistleşme arzusu Osmanlıyı getirdiği uçurumun kenarı gibi hızla bizleri de getirmekte…

Dur demek için öncelikle nedenleri çok iyi kavramak gerekiyor, bizi sömürgeleştiren kuruluşların satılması değil, satılmasına neden olan anlayıştır, bir yandan Avrupa birliğine evet, İMF yardımlarına evet denirken, devlet üretimde olmamalı derken diğer yandan bağırmak bunlara anlamsızlaşıyor, anlamsızlaşmasına da, canı yanan bağırıyor sadece.

kavramlar
karışmış birbirine
çığırtkanlık
insanı yüceltmese de
dikkatleri
çekiyor üzerine
çıkmak için yükseklere
kullanılan
kulak kültürü ise
yol çetrefilli
ve uzun

dalgalar vuruyor
falezlere

dalgalar vuruyor
falezlere
ıslanıyor kayalar
ıslanıyor bir şeyler
bilincimden öte artıkları

yıkayamıyor
su tanecikleri
falezler ıslak
düşen
denizin göz yaşları

“…Demokratik kitle örgütleri ve sorumlu bireyler olarak, büyük medya çevrelerinin duyarsızlığına ve toplumun yanıltılmasına karşı, tarihsel bir görev olarak, ülkemizin sömürgeleştirilme girişimlerinin en önemli safhalarından biri olan T. Telekom'un satış sürecinin hemen durdurulmasını talep ediyoruz,”(Basın Açıklaması)
Haber-Sen
Elektrik Mühendisleri Odası
Makina Mühendisleri Odası

talepler gelse de birbiri ardı sıra
yapıla bilirliklerden uzak kaldıkça
girer kara basanlar uykulardan içeri

girerde girdiğinde sen
manşetten içeri
daldığında içine derinliğin
çöker hüzün

yersin vurgunu hançer misali
keser kınını çeliğin soğukluğu
vurur yüreğine

'Geçmişte, Tanzimat devrinden sonra yabancı serma-ye ayrıcalıklı bir duruma sahipti. Devlet ve hükûmet, yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni ulus gibi Türkiye de buna izin vermez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız...'M.Kemal Atatürk Türkiye İktisat Kongresi, A. Gündüz Ökçün, S: 253) .

Bugün farklı olan ne kaldı…
Ne yapmaya soyunuyoruz, Büyük Orta Doğu Proje’sinin eş güdümlüğüne dikerken gözü…

Geçmişe tekrar dönmedik mi, Kurtuluş savaşında dökülen onca kan, her giden değerde biraz daha bilincimizi, vicdanımızı hırpalamıyor mu?


Marşal Yardım Anlaşmalarının Balta Limanı anlaşma- larından farkı var mı, anlaşmaların altına imza atanların isminden farklı. Kurtuluş Savaşı bu Anlaşmaların getirdiği çıkmazlar nedeniyle gerçekleşmemiş miydi? Devletin ekonomide aldığı görevler bunların bir daha başımıza gelmemesi için değil miydi? Cumhuriyetin kurucusu söylevlerinde; Emperyalizme, Kapitalizme ve Liberalizme karşı tutumunu açık, net ifade etmemiş miydi…

Etmişti etmesine ve ne demişti, “Bu emelden seni mahrum etmek isteyecek harici ve dahili bedbahtların olacak”

Kim söyleyebilir olmadığını;
Harici ve dahili bedbahtların.

izin vermez
izin vermesine de
esir ülkesi olmasına

bağlanan elleri olsa
ayakları olsa
dokunulmasa bilinçlere
bir masal gibi
kelimelerde kalır söylevler

satırlar kaplar içini karanlığın
düşünceler
düşünceler kararır

düşündükçe söylenenleri
falezlere vurur
dalgaları denizin

bölünür parçacıklara
her vuruşta
damlacıkları denizin
“Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...”M. Kemal Atatürk

Kaybediyoruz birer birer kazanımları, atarken uluslar arası imzaları, ne kültür kalıyor, ne siyaset, teslim ediyoruz birer birer dev şirketlerimizi yabancıların ellerine, ne diyor bu durum için.

Mustafa Kemal:

“Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.”

Ve ekliyor
Çok açık net ifadelerle:

“Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...”Atatürk

Ve elde etmek için kurulan PTT, Sümerbank, Etibank ve diğerleri, birer birer açık arttırmalarla satılıyorlar.

Kurtuluş Savaşının verildiği emperyalist güçlerin serma-yelerine.

görebilmek
acı veriyor

bugünden yarını
bugünden dünü
hangi yana baksam
falezlerin tepesin de
yalnızlık

isyanlar mum misali
dibinde karanlık

düşmeli ateş toprağa
tutuşmalı çalı çırpı

yayılmalı
yayılmalı da

kararırken düşünceler
benim ya da senin dışında biri
ayağından çamuru esirgetmedikçe

girerken kapıdan içer
bulaştırırken dağıtarak
kaçınmak boşuna

Toplumsal yaşam içerisindeki bağımlılıklar zinciri, hiç kimseyi, bana neci yapamaz, binanın görmediğimiz bir yerinde iptal ediliyorsa kolonu, ben görmemiştim demek kurtarmıyor göçük altında kalmaktan insanı.

alışkanlıklar ve hareketi,
birgün mutlaka başka biçimde
bir başka biçimde
çıkarıyor karşıma
bilmediğimi

süslerken
söylevler gerçeği
ardında kalıyor
her şey

yıldıza dönüşürken
hedefler
yoksunlaşıyor sıcaklığı

karanlık bir pelte gibi
duygular üretiyor

yıldızlara yapılırken besteler
uykuya dalıyor
tüm maddeci yönler

Söylevler; söylevleri takip ediyor, talepler talepleri izliyor, yollar yürümekle aşınmaz derken bir bilen, bildikleri ile söyledikleri arasında açılıyor mesafeler, sele dönene kadar akıntıya, duyarsız kalanlar sellerin ardından, ardından atılan çığlıklar, süprüntü olmaktan kurtarmıyor, ne seni, ne de beni.

ayakta durmak
konu değil

dik olmak da,

içinden çürütür
ağacın kurdu çınarı
dik olmak
çare değil

'Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülasyon zinciriyle bağladı. İktisat alanında bizden kuvvetli olanlar yurdumuzda bir de imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Rakiplerimiz, bu suretle, gelişmeye elverişli sanayimizi de mahvettiler. İktisadi ve mali gelişmemizin önüne geçtiler.' (Atatürk, 1.2.1922, Söylev ve Demeçler, C: I, S: 228)

Avrupa Birliğinin açtığı serbest ticaret devri diye başlasam şimdi sözlerime, kendini savunamayan ekonomimizin, iktisadi yeni kapitülasyonlar zincirine neden olduğunu söylesem, sanayimizin bu nedenle yok olduğunu, çalıntı mı olurdu bu sözlerim…

Ya da ihlalden bir şeyleri mi kesilirdi hükmümün?

Ne garip onca verinin birbiri ile bu kadar örtüştüğü bir ortamı görmediğimizi düşünmek, ne acı görüyorsak eğer bu zincirin halkasına takılmış olmayı…

katabilmek
söylevlerin içerisine
üretkenliği
insan olmak,
filozofluktan öte
insan olmanın
erdemini anlamak

üretkenliğin içinde
yalnız olmak

bir başka deyişlle

bilincin aşamasını gererek
yalnız olduğunu hissetmek,
çoğullukta kendin olmak,
hüzünlü tat…

hep bir ağızdan
türkü söylemeler
var iken
söyleyememek
açtığında ağzını
isyana dönüşmesi
kelimelerin
“İngiliz kumaşında, Fransız kravatında, İskoçya viskisinde, İtalyan şapkasında, Batı medeniyetini başlatıp bitiren zavallı.

Bir gardrobun eni boyu ve yüksekliğinde dünyası çizilen entelektüel... “

Halkı hor gören, Batı’nın üstünlüğüne körü körüne inanan.

Atatürk’ün milli kurtuluş savaşını, Amerikan kapitaliz-mine, emperyalizmine satmakta mezat memuru...“(İlhan Selçuk/ Gardropp Atatürkçülüğü) (9 Eylül 1966, YÖN)

ne garip

ne garip ki
bu gün
daha farklı değil dünden

hükümsüz
kılınıyor
yarın

hükümsüz kılınıyor
bugünden
NTV haberde 21.03.200

“İSTANBUL - Cumhuriyet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’un, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmasına okurları tepki gösterdi. Aralarında Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ve DSP ile CHP’lilerin de bulunduğu bir grup, Şişli’de bulunan Cumhuriyet Gazetesi önüne gelerek, “Hepiniz İlhan Selçuk’uz” yazılı dövizler açıp sloganlar attı.”

diye atıyordu başlığını
ilhan selçuk değiliz
hiç birimiz

ya da bir başkası
olmaya da çalışmamalıyız
ne aslı
ne imgesi

ben ben olmalıyım
benlerin bileşkesi biz

ilhan selçuk
bunu diyor
demesine de

demiş olanın o ya da
olması bir başkası
değiştirmez
doğrunun duruşunu

kuralı olmalı her dövüşün

bilinmeli
kuralsızlığında
kural olduğu
limanlarımız
haberleşmemiz
enerji kaynaklarımız
yabancılaşırken birer birer
sıraya alınanlar
acıtıyor canımı

bir haber başlığını okuyorum
tutuşuyor yüreğim
yakan aslında
birlerden oluşmuş
birikintilerimiz
“Eğer Batı büyüyorsa işte böyle büyüyor. Para bir civa gibidir. Kendisi için uygun zemin neresiyse oraya konar. Şimdi bakıyorum bazıları zevkten dört köşe. Ne diyorlar? “Geçen yıla göre yabancı sermayede yüzde 85 azalma var”. Korkuyorlar. Sermaye ürkektir. Bana soruyorlar. Keşke bana sormasalar. Misaki Milli sınırları içinde kendilerini hapsedenler, 40'ların Türkiyesine takılıp kalmışlar. Bunlar Ankara'ya İstanbul'a sıkışıp kalmışlar. Kuyu kazamakla, engel çıkarmakla meşguller.' (19 Nisan 2008 Hürriyet R.T Erdoğan)
Yabancı sermayenin ülke içerisinde azalması, IMF’de kredi notumuzun yükselmesi, Avrupa Birliği ve Orta Doğudaki konumlanmamız…

ne garip
çoban nefesini
kavala verince
sürünün
sese uyması

koyun olmaktan
uzak hislerim
ne garip
ne garip
nakkaşın işçiliği
tüccarın zihniyeti
törpüsünde

çimen toprağı delse
başı çarıklarla dertte

söylevlerden öte
uzat hayallerini

kucaklaşmak için
sevgi ile
boş kalmış
görünse de kolların
salacaktır sıcaklığı
uluorta
kıpırtıların üzerine

örtü olacaktır
tohuma
korumak için
kırağının
donundan

“Son yılların olayları iyice ortaya çıkıyor ki, Atatürk’ün bağımsızlık ve kurtuluş hareketini yabancılarla ortak çıkarlarla eritenlerin başında gardropp Atatürkçüleri gelmektedir. Bunların menfaatleri uğruna yapmayacakları hiçbir şey yoktur. Çünkü onlar gerçekte Atatürkçü değil, Osmanlı tenperestidirler. Atatürk’ün bükülmez iradesi altına girip hizmet görmeyi hiçbir zaman için çıkarlarına uygun bulmamışlardır. Batılılaşma sandıkları hareket, yüzde yüz kompradorların Batılılaşma anlayışlarına uygundur.

Milliyetçiliği milliyetsizlerin, müslümanlığı sahtecilerin elinden kurtarmak gerektiği gibi Atatürkçülüğü Atatürk-çülüğün A'sından nasipsiz bu Osmanlı tenperestlerinin dilinden kurtarmak gerekir. “ (İlhan Selçuk/ Gardropp Atatür-kçülüğü) (9 Eylül 1966, YÖN)

1966 da dökülürken yazı
beyaz sayfalara

belli ki sıkıntı
anlaşılamamak
gün olup devran döndüğünde
gelindiğinde bu güne
tekrarlamak yeni sözcüklerle
üretkenlikten uzak olduğu sürece
Tekrar edersin bu sözleri, Tekrar edersin etmesine de, her sözün bir bedeli olur, ödersin, seyircilerinin önünde…

Coşar, konu söylev dinlemek olunca yiğitler! Yiğitlik bir garip bilmece gibi sarar bilinçleri.

yıllar eklendikçe
doldurdukça
zaman çıkınını

mutlu olabilmekten
uzak kalmak
özgürlükten

ezilmek
ne garip duygu
bakarken geçmişe
söylevlerde kalması tespitlerin

alamamak yolu

anlamamak
üretkenliğin gücünü

hüzün

sokakların doluluğu
meydanların bolluğu

sayıya vurdukça toplumu

koptukça benliğin
oluşumundan kişi

boşuna
sayılara erdem yüklemek
boşuna
isimlerin ardına gizlenmek
o ya da bu olmak
insan olmanın
erdeminden uzaklaşmak
sürüye çevirirse seni
sürünün zenginliği
çobana yükler nimeti

boşuna sayılarda
aramak kerameti

görmedikçe
görülmesi gerekeni
görülmesi gerektiği zamanda
boşuna avuntular

avuntudur
acılardan kam almak
dikilirken ayağa
yüreği dik tutmalı

bilinci dolu
açlığa çare

olmak için

“Atatürk’ün yaptıkları devrimlerin yanında görünürler, ama Atatürkçülüğün devletçilik-devrimcilik-halkçılık ilkeleri köklü reformları gerektirdiği için karşıdırlar. Şapka giymek haksız kazançlarla ilgili değildir. Latin harfleriyle de yazsan Arap harfleriyle de yazsan kompradorun çıkarını ilgilendirmez. Şekilde kalan her değişiklik, çıkarlara dokunmayan her davranış, yüzeyde kalan her tedbir elbette çıkarcı çevreleri rahatsız etmez.”

almak elinden
halkın malını
süsleyerek gerekçeni
atmak
bir başkasının kucağına

ne derseniz deyin adına
gönülce yazılandır bu

“Ama emperyalizme karşı her çıkış ve emperyalizmin içerdeki temsilcilerine karşı her tedbir içerde ve dışarıda kıyameti koparır. “

“Gerçek Atatürkçüler Batı mukallitlerinin Türk kurtuluş hareketini nasıl yozlaştırdığını iyice tahlil etmelidirler. Bugün Asya’nın ve Afrika’nın mazlum milletlerinin emperyalizme baş kaldırmasını yeren kişiler, şapka da giyseler, çarşafa karşı da olsalar, yeni yazıya taraftar da olsalar, Atatürkçü sayılmazlar. Onlar devrim hareketlerini gardropp değişikliği sanan zavallılardır.” (İlhan Selçuk/ Gardropp Atatürkçülü-ğü) (9 Eylül 1966, YÖN)

Türk Öğer Koç
Kayıt Tarihi : 28.11.2008 17:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Yakup İcik
    Yakup İcik

    son derece yararli bilgiler...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Türk Öğer Koç