Kanla yıkanan yeryüzü…
Lahitte ceset, kalburüstü bir ölüm:
Nifak soktu sokalı şeytan masumiyete
Ve ucundan tutuşan
Çocuğun atlas yorganı.
Çiviler çakmalı gökyüzüne, çiviler…
İçerlediğim dik yokuşlarda saklı bir bohça gibi
İçine düştüğüm vesvesenin öbür yakası
Göğün şah damarı iken Rabbime yakınlığım
Sessizliğine ihanet ettiğim kadar.
Rüzgârın da her buklesinde saklı kader
Duyguların tarhında saklı izafi karanlık belki de melankolik ömrüdür şaha kalkan duyguların tevekkül yüklendiği en çok da hayatın kat izi iken engebeleri geçmekse reçete elbet inancın mevcudiyeti saklı o sarı benizli göğün titreşimi adeta saçılan ışık ve izafi bir varlık içre dönük aşkın hadislerinde yıldızlar göz hapsinde belki de miadı dolmayan dolunaydır huzura delalet bir sıcaklı ve parıltı ve işte geceye ektik hüznü yarınlar diye hikmet biçeceğiz de Allah’ın izniyle ve kuyruklu kafiyelerinde Kutup Yıldızının illa ki kırpacağız düşleri ve havaya saçacağız en içten gülüşü.
Bir seremoni mevsimsiz hüzne geçiş hakkı tanıyan
Kaderin tutanaklarında saklı g/izi
Devasa bir rahmet bahşedilen
Bir satır aralığından sesleniyorum…
Beyhude söylemlerin nazarında
Afakî güncemle nöbete durduğum şafağında,
Bunca hezeyan kaynarken
İçimdeki yarım adalarda çağlayan nakkaşlar…
Aslıma dönük yüzümde pejmürde bir gölge
Düşlerimin tarhında açmak üzere olan bir gelincik olsam ne ki?
Üzgünüm hancı
Her ne kadar erse de yaşım kemale
Ürkünç coğrafyalarda saklı
Kalan yarımla yarınlara meylettiğim
Sözcüklerin Reçber’inde
Askıda hüzündür aslıma dönük yüzüm
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!