İÇİNDEKİLER
1 ACI NİNNİLERİ
2 ACI, ‘ACI’ OLABERİ
3 ADINI YAZDIM
4 SEVGİLİ “AV”IM
5 BABAM ÇOCUK ÖLDÜRÜYORMUŞ IRAK’TA
6 BİZİM DENİZİMİZ YOK ARTIK ANNE
7 FIRAT
8 KİMYA
9 KUŞLAR UÇURDUM AVCUMDAN
10 KALAN
11 GİDEMEM
12 HOŞGELDİN
13 BABAMA
14 DERSİMİZ SEVGİ
15 AY ÜŞÜRKEN DAĞLARDA
16 BELLUR
17 ÇOCUKLA ÖLÜM
18 DUYDUNUZ MU! 
19 FATİH ÇOCUK
20 YUSUF
21 ŞIRA ZAMANI
22 ESKİ ZAMAN SAATLERİ
23 RESMİM
24 SUBURCU
25 YANAN GÜL 
26 GÜLBEBEK
27 GÜLVER
28 LAZE/ZAR
29 ŞAİR
30 SEN NE ZAMAN ŞAİR OLDUN? 
31 ŞİİR
32 ŞİİR YOLLA BANA
33 ŞİİRİM
1
ACI NİNNİLERİ
Ninni yavrum, ninni uyu 
uyu da çabucak büyü 
büyü yavrum büyürsen 
neler alacağım sana... 
Acılar alacağım 
yokluklar alacağım... 
Büyü yavrum büyürsen 
saat alamadığım çocuk koluna... 
kelepçeler alacağım 
Büyü yavrum büyürsen 
işsizlikler alacağım sana 
açlıklar, horlanmışlıklar gözaltılar alacağım... 
Alamadıysam da bisiklet çocukluğuna 
fabrikalara, çarklara yönelteceğim 
büyüdüğün zaman yolunu 
koparıp alsın diye dişliler kolunu. 
Uyu yavrum uyu da 
büyü yavrum/büyürsen 
zindanlar alacağım sana 
yurdunu sevdin diye 
ulusunu, özgürlüğü sevdin diye 
hakkını aradın, doğruyu söyledin diye 
idamlar alacağım 
yargısız infazlar 
müebbetler alacağım sana... 
Uyu yavrum, uyu da büyü
Büyüyünce savaşlara salacağım seni 
vurasın diye düşman diye gösterilen çocukları 
bir ana yavrusu olduğunu 
düşünmeden onların da 
öldüresin diye nedenini bile bilmeden 
savaşlara salacağım seni 
insan kasaplarının ürettiği silahlar satılsın diye... 
Uyu yavrum, uyu da büyü 
Büyü ki bütün bunların 
üstesinden gelesin 
uyu uyuyabilirsen şimdi 
Ninni...
2
ACI, ‘ACI’ OLABERİ
Öldün mu, yaşıyor musun 
bilmiyorum gül yanaklım 
dağ dağ, çöl çöl, dere tepe 
arıyorum ören ören. 
yok mudur seni bir gören! 
Sen yaşasan, ben ölseydim 
ağıtlarımın sunası 
şimşekler ağdı başıma 
ateşleri yana yana
gülüşlerin kaldı bana. 
Hiç bir ateş yakmamıştı 
beni yaşamımda böyle 
Hiç kimse tatmadı bunu
Acı, acı ola beri
Yüreğimiz gömüt yeri. 
3
ADINI YAZDIM
Çıkıp geldi o kara gün ansızın 
karanlığın geldi çıkıp içinden 
bir vardın bir yoksun sevgili çocuk 
adını sulara, rüzgâra yazdım. 
Yokluğa karışır nasıl bir anda 
Yıllar yılı emekle büyüttüğüm 
Her şeyimdin şimdi sensiz bir hiçim 
adını annenin sütüne yazdım. 
Sen bir yandın, ben her gün yanıyorum 
mezar taşın bile olmadı çocuk 
yüreğim olsun diye yattığın yer 
adını canıma, kanıma yazdım. 
Kaç bahar görmüştün daha hayatta 
doymamıştın güzeli yaşamaya 
senin yerine ben gideydim çocuk 
adını sensize, çokluğa yazdım. 
Gündüzümdün gecem oldun 
Mecnun’undum Leyla’n oldum 
yavrusuz ceylanım şimdi 
adını çöllere, kumlara yazdım. 
Adını ağaçlara, bulutlara, güneşe 
sabahlara, mevsimlere, aylara 
sesini arayan sesimle çocuk 
adını kuşların tüyüne yazdım. 
Ateşe dönüşen parmaklarımla 
Yıldızlara bulutlara karlara 
adını kardelen yapraklarına 
ülkemin kıraç topraklarına yazdım. 
adını saçlarının her teline 
sabahların tan yeline 
bebelerin küçük küçük eline 
adını gözümün seline yazdım.
4
SEVGİLİ “AV”IM
kimi zaman kuş olurum 
kimi zaman tavşan 
olmam kurt, tilki 
olmam sırtlan 
hiç bir zaman. 
uç uç güzel kuşum, uç 
süzül göklerde 
korkma 
olmam hiç bir zaman avcı 
olmam tüfek 
olmam kurşun 
kıyamam canına 
minik bir kuşun. 
kon dallarıma güzel kuşum 
korkma düşmezsin tuzağıma 
ökse olmam hiç bir zaman. 
boa değilim, yutamam seni
dilersen kalırsın dallarımda 
dilersen uçar gidersin tutmam seni.
5
BABAM ÇOCUK ÖLDÜRÜYORMUŞ IRAK’TA
Baban ne yapıyor, diye soruyorlar bana/uzakta 
Ortadoğu denen oralarda, savaşta, Irak’ta? .. 
Babam geleceği için o ülkenin 
çocuklarını öldürüyormuş... 
Ben de bilmiyordum bunu yaptığını 
bir kaset göndermiş anneme 
Yarımada denen bir ülkeden 
O ülkenin televizyonlarında yayımlanan 
görüntülü haberlerden oluşturulmuş bir kaset… 
Çok sevindim babamı görünce ekranda 
ne biçim bir uçağı vardı ama, dehşet! 
Kendisi kullanıyordu o dev kuşu 
gökyüzünün yedi kat üstünde uçuyordu 
selamlaşarak bulutlarla aşağıya, 
aşağıdaki topraklara misketler atıyordu 
çocuklar oynasınlar diye herhalde… 
Ama anlayamadım yere yaklaştığında 
neden patlayıveriyordu bu misketler 
neden ateş oluyordu oyuncak olacağına 
neden öldürüyordu çocukları? 
Babamdı atan misketleri oynasınlar diye
Çocuklara... 
Öldüreceğini bilmiyordu her halde onların 
atıp duruyordu durmaksızın 
neden durmuyordu öyleyse, 
oynayamadıklarını öldüklerini 
gördüğü halde çocukların. 
New York’ta, Washington’da, Orlando’da 
soruyor büyükler, çocuklar 
“Baban ne yapıyor uzakta 
Ortadoğu denen oralarda, Irakta 
savaşta? ..” 
Masallar okurdu bana 
uzaklara gitmeden önceleri babam 
Bin Bir Gece masallarıydı adı 
İçinde benzersiz, düşsel hanları 
sarayları kervansarayları 
dudak ısırtan, yürek yakan 
camileri, yunakları, 
altın musluklarından 
ölümsüzlük suyu akan… 
şadırvanları…
Onları bombalıyormuş babam 
yok ediyormuş 
on binlerce yıllık düşsel tarihi 
anlatılmasın diye bir daha. 
Baba baba nasıl yaparsın bunu bana 
çok sevdiğimi biliyordun o Sinbatlı, 
uçan halılı, Ali Babalı, Kırk Haramili 
sihirli lambası olan Alaeddin’li 
Bin Bir Gece Masallarını… 
Bombalayıp yok edersen, 
nasıl anlatabilirsin yeniden 
döndüğünde onları bana 
Artık olmadıklarını bile bile? ... 
“Geleceği için o ülkenin 
askerlerini öldüreceğim diye sivillerini de 
öldürüyormuş babam, kadınlarını 
yaşlılarını da, çocuklarını da... 
Keşke kocaman bir uçağı olmasaydı babamın 
keşke göklerde uçmasaydı 
yarışmasaydı bulutlarla 
el sallamasaydı kuşlara. 
selam yollamasaydı bana onlarla... 
misket de atamazdı o zaman aşağılara 
aşağıda oyun yerine ölümü yutan çocuklara. 
Baba baba duyuyor musun sesimi 
bir düşman uçağının pilotu da 
misket yağdırsaydı senin ülkene 
o misketlere avuç açsaydım burada ben de 
oynamak için, kapmaya çalışırken 
kanlar içinde kalsaydı ellerim de... 
Ne yapardın sen o zaman, baba 
ölümle kucaklaşsaydım, acaba? 
6
BİZİM DENİZİMİZ YOK ARTIK ANNE
Benim de bir annem vardı 
benim annem değildi sade 
bütün oğulların ve kızların annesiydi o, ülkemdeki 
hatta dünyadaki bütün çocukların annesiydi belki… 
Yüreği ardımsıra giderdi mayıs alanlarına 
gözleri yollarda yorularak 
ya ölüm haberimi ya beni beklerdi. 
Ölüp ölüp dirilmektense 
Mayıs şarkılarında. 
benden önce ölmek isterdi. 
Annem annelerin iyisiydi 
toplandığımızda arkadaşlarımla 
ülkemin kurtuluşu için evimizde 
o, bizi sabırla dinlerdi 
biz generalleriydik devrimin 
o, kendince bir er’di. 
Kınamazdı bizi hiç 
“Size mi kaldı” demezdi 
“Yurdun, ulusun kurtuluşu/ 
için ne gerekse 
siz benden iyi bilirsiniz “ derdi. 
Bir kuşluk vakti öğrendi 
Denizin asıldığını 
Ezim ezim ezildi yüreği 
Yıkıldı yaşam evinin direği 
çöktü yaşam duvarının bir yanı 
çekildi canı. 
Üzülme anam, üzülme iki gözüm 
bir gün doğru dürüst oğulluk edemediğim 
boynuna sarılıp doyasıya öpemediğim 
anam üzülme/resmi duvarda asılı 
haki renkteki bir gocuğa 
sarınmış olan bu çocuğa… 
başı göklerde olan yiğide acıma. 
Acınılmasını istemezdi çünkü kendine. 
Acınılmaktansa bir kez daha 
Öldürülmeyi seçerdi yine o. 
Yine de 
hakkedilmemiş bütün ölümlere olduğu gibi 
yüreğinin ta başında duydu acıyı anam… 
uzun zamandır unuttuğu, böğründeki 
sancıyı duydu anam. 
Bir taş atsa okyanusu aşardı o 
İstese Van gibi, Tuz gibi 
Marmara gibi taşardı o. 
Uzatsa elini yıldızları tutardı o 
Derin bir nefes alsa Kızılırmağı 
Asi’yi, Fırat’ı yutardı o… 
Anaların binde değil, milyonda değil 
milyarda bir doğurduğu 
böyle cana, böyle bir yiğide nasıl kıyarlardı? ... 
Kırılmaz mıydı elleri kalem kıran o yargıcın 
yargıca buyruğu veren sehlik generallerin… 
Kırılmaz mıydı parmakları ipi çeken çingenenin 
Kırılmaz mıydı haberi duyunca 
içindeki tüm sevinç tellerin 
senin? ... 
Bir daha denizi olmayacak ülkemin 
bizim denizimiz yok artık anne! 
7
FIRAT
Delice akar bir suydun zamanında 
nice nice canları bedeninde uyuttun 
durulmuş bir göl oldun sonunda 
sen ey nehirlerin nehri 
böyle acı duymamıştın sen Fırat
Fırat olalıberi 
. 
Delice akar bir suydun zamanında 
Nice nice canları bedeninde uyuttun 
hiç böyle üzülmemiştin gayri 
yapabileceğin özge bir şey yok artık sevgili Fırat 
Ağla bari... 
Ağla sevgili Birecik kenti 
ağlayın bir zamanlar sallarla insanları ve yükleri 
Gazintep toprağından Urfa toprağına taşıyan SAL işçileri 
Sizin yerinizi alan Birecik köprüsü de ağlasın 
güzelim Fırat’ımı tepeden izleyen 
on bin yıllık Birecik kalesi de 
sen de ağla o kaleyi ev tutan 
sen ey sevgili son kelaynak 
sen de ağla… 
Harran toprakları ağlıyor 
giderek tuzlanmasına 
verimsizleşmesine ağlıyor Şanlıurfa’mın 
acı biberleri, İsotları yetiştiren topraklar 
ayşekadın fasulyeleri 
kokusu kırk gün sonra çıkan sarımsakları ağıyor… 
Ağla içinde bıçağımı yitirdiğim Diyarbakır karpuzu 
Hatay’ın topatan kavunları 
Ağlayın ağamın bağışladığı topraklarımda 
ektiğim ürünümden bire on değil 
ona bir alamadığım hasatlar karalar bağlayın 
halinize hepiniz, hepiniz ağlayın… 
verimli Nizip toprağında 
her yıl bire bin veren ben fıstık sen de ağla 
bu yıl hiç ürün veremedim diye küşümlen 
küşümlen küşümlenebildiğin kadar… 
Ben ağlayamıyorum 
kurumuş göz pınarlarım da onun için 
Yerime siz ağlayın... 
Oy için, iktidar için 
araştırmadan, incelemeden 
yapılan hizmet(!)  ler sonucu 
koca barajlar kuruldu. 
sulama kanalları açıldı ama 
bu topraklarda ürün alınamayacak artık 
aşırı sulamaların sonucu 
tuzlanmadan ötürü 
bu topraklarda artık bitki yetişmeyecek.. 
İşte budur halkımın halı 
biz yitirdik varımızı yoğumuzu 
ey güneydoğu uşağı 
kazandı ama biri, kazandı barajlar kıralı. 
İşte bütün bu nedenlerledir ki 
bağrına bas ta ateşten kor’u 
Ağlasın herkes
herkes gibi sen de ağla ey 
şiirimin bahtsız okuru.
8
KİMYA
Kimya deyince amerikyum gelir ilkin aklıma 
o
halkına rağmen halksız cumhuriyeti 
anlatan kelime. 
Atom gelir kimya deyince 
kendisi atmış gibi bombaların en alçağını 
kimya öğretmenim gözlüklerinin altından 
bakan, o bakışa eğer bakış denirse 
feri kaçmış, çukura çökmüş gözleri 
Hiroşimaya… 
Kimya deyince ozon tabakası gelir aklıma 
sanki onu delmek için icat edilmiş 
gibi gelir bana bu bilim. 
Depremler… 
Sanki dinamit yerleştiriyor kimileri 
Kavanoz dibine dünyanın 
Sallıyor bir maşruku 
Bir mağribi 
Öldürüyor binlerce kimyayı bilmeyeni…
Silahlar geliyor aklıma 
Örneğin en başta dinamit 
Adını altın harflerle yazdığımız 
Tarihin sayfaları arasından 
bakıyor sırıtarak bizlere 
bakın bakın bel bel 
Nobel... Sininde yatmaya. 
Kimyasal silahlar geliyor aklıma 
Kimya deyince 
On binlerce canı mort ediyorsun 
bir düğmeye basınca… 
Nefret ediyorum senden kimya. 
İyi ki öğrenmişim yine de seni ya… 
Özellikle de simgelerini… 
Hiç zorlanmıyorum bulmaca çözerken 
şıp diye oturtuveriyorum yerli yerine 
rubenyum rb, renyum re, altın au, 
gümüş ag, kalay sn, çinko zn… 
Bakır’ı sorsana bana öğretmenim 
Öğreninceye kadar neler çektim 
Bakır: atom numarası yirmi dokuz 
yoğunluğu sekiz nokta doksan beş 
bin seksen dört santigrat dereceye doğru eriyen 
doğal halde serbest ya da 
bileşik halde bulunan 
ısı ve elektriği iyi ileten 
kolay dövülür, 
kolay işlenir olduğundan halkım gibi 
türlü işlerde kullanılır eski çağlardan beri 
en çok da şurasını seviyorum: 
KIZIL RENKLİ BİR ELEMENT BU 
Simgesi cu… 
9
KUŞLAR UÇURDUM AVCUMDAN
Nasıl kıyılır bir cana 
sesim çıkmıyor acımdan 
alevler taştı saçımdan 
ben uçamıyorum ama 
kuşlar uçurdum avcumdan. 
Daha tanımadan Yar’i 
ay kuşum sen ölme bari 
vermeden son nefesimi 
size taşıyan sesimi 
kuşlar uçurdum avcumdan. 
. 
Küçücük bir kuş olsaydım 
göklere kanat vursaydım 
ben de sığsaydım dünyaya 
ben uçamamadım ya, anne 
kuşlar uçurdum avcumdan. 
Yeşil bir ağaç altını 
mezarım sayarsın anne 
unutmayın e mi beni... 
söylesinler diye ninni 
kuşlar uçurdum avcumdan. 
Sus artık ağlama anne 
bu minicik kanaryana... 
gidip konsunlar avcuna 
yoldaş olsun diye sana 
kuşlar uçurdum avcumdan.
10
KALAN
Avcılar dönüyor avdan 
canlı 
gülüşleri dudaklarında 
ağızları kulaklarında. 
kuşlar dönüyor avdan 
cansız 
avcıların çantasında. 
Ormanda kalan kuşlar 
şaşkın 
gidenlerinin yasında.
Hep böyle yaslı mı kalacaksın ey kuş
Bak, sana geliyor sıra
Ne zaman baş kaldıracaksın daha? 
11
GİDEMEM
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun 
bin kokuşlu bir çiçek adıdır 
”gitme gel” 
sevgilinin kokusunu andırır 
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun 
arının adındadır “gitme gel” 
arının balındadır 
o balın tadındadır. 
”Gitme, gel…”diyorsun, bilmiyorsun 
bin bir esişli bir rüzgârın adıdır 
”gitme gel” 
insana sevdiğinin yüzünü taşır. 
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun 
bin yağışlı yağmurun adıdır “gitme gel” 
her damlası aşkın 
üstüne düşen... 
”Gitme, gel…” diyorsun, bilmiyorsun 
bin ötüşlü kuş adıdır “gitme gel” 
her ötüşü sevdanın 
ayrı şarkısını söyler. 
Bin kokuşlu çiçeğim ben 
arıyım, arının balıyım, balın tadıyım 
bin esişli rüzgârım ben 
bin yağışlı yağmurum 
bin ötüşlü bir kuşum 
Sevdayı haykırırım 
”Gitme, gel…” diyorsun 
”Gitme gel, gitme gel. gitme gel! ..” 
duymuyorlar seni 
gidiyorlar
kalmıyorlar... 
Bana söyleseydin 
gelirdim.
12
HOŞGELDİN
Merhaba sevgilim 
hoş geldin 
elin boş da gelmezsin hiç 
gün ışığını eksik etmezsin yanından 
bahar kokularını eksik etmezsin 
gülüşünle 
sevincinle gelirsin. 
Karıştırırım ikinizin kokusunu 
hangisi baharın, hangisi senin 
ya da ne fark eder 
zaten bahar kokuşlu
sen de bahar kokuşlu değil misin…
Hiç bekletmedin beni sevgilim 
takınarak bütün güzelliğine her zaman 
erkenden geldin 
yüreğime su verdin gelişinle 
çeliğimi biledin 
gül gülüşünü saklamadın hiç benden 
cömertçe sundun aşkını 
sevgini benden hiç esirgemedin. 
Hoş geldin sevgili 
Ne hoş geldin! 
13
BABAMA
Babama şiir yazamadım hiç ben 
sanırım yazsaydım hoşuna giderdi 
açıkça söylemese bile bilirdim 
bizi uyuttuktan sonra her gece 
gençliğinde defterine özenerek yazdığı 
seçme şiirleri okurdu gizlice. 
Aklınca sert adamdı babam 
belli etmek istemezdi duygusallığını 
sertliği yara alırdı şiiri sevdiği anlaşılırsa... 
Babam hiç masal anlatmadı bana çocukluğumda 
oturup baş ucumda yatağıma 
ben otuz yedi derece ateşler içinde yatarken bile... 
Oysa onu görmüştüm yalan değil, düş değil 
Andersen masallarını ezberlemeye çalışırken gizlice. 
Hiç öpmedi babam beni 
otoritesi sarsılmasın diyeydi sanırım 
öyle sandım ya da yıllar boyunca 
utanırmış meğer çocuğunu öpmeye 
bunu anlayabildim anca 
gizlice beni öptüğünde. 
iki uykumun arasında 
bir gece yarısı, herkes yatınca.. 
Hiç balığa götürmedi babam beni 
çünkü kendisinin babası da 
balığa götürmemişti kendisini... 
Demek ki babasıyla balığa gitmeyen çocuklar 
çocuklarını balığa götüremiyorlar baba olunca. 
Babam beni izlemeye gelmemişti 
ilk diplomamın dağıtımında 
benim de rol aldığım yıl sonu müsameresine... 
duyar gibi olmuştum anneme fısıldadığını 
tek bilet al git sen 
bizim gibilerin müsamere nesine... 
14
DERSİMİZ SEVGİ
Çıkartın kağıtları çocuklar 
yazılı var 
dersimiz sevgi. 
Soru bir: 
Sevgi nedir çocuklar? 
Soru iki… 
Sevginin yalın hali nedir? 
Üç: Çoğul halini yazın sevginin.
Dört: yazın bakalım sevginin “i hali”ni… 
”i hali” olur mu sevginin? 
Ya “e” hali? .. 
Son soruydu bu da.. 
Eee? ...
Yazsanıza…
Ne bakınıp duruyorsunuz öyle? 
Korkarım yanıt veremeyeceksiniz çocuklar 
sorularımdan hiç birine… 
Nasıl vereceksiniz
sevgi nedir, öğretmedik ki size. 
Bu durumda yapılacak tek şey var 
sıfır veriyorum çocuklar 
sıfır sıfır sıfır! .. 
Size değil, yanlış anlamayın
size sevgiyi öğretmeyenlere.
15
AY ÜŞÜRKEN DAĞLARDA
Ay üşürken dağlarda 
Üşür bulutlar da, yıldızlar da 
ben üşümem, 
bir yanardağdır çünkü 
dağ başındaki bu yalnız yolcu 
ısınır küllerinde. 
göğ üşür, bulutlar, yıldızlar orada 
tek başına oturan üşür 
ben üşümem 
ay üşürken dağlarda 
ısıtır yüreğimi düşünmek seni.
16
BİLLUR
Keşke bir terazinin iki kefesi olsaydık 
karşı karşıya olurduk en azından 
Konak ile Karşıyaka gibi... 
Anadolu Hisarı’yla Rumeli Hjsarı gibi
Ne kadar özverili olursak olalım 
bir yerden veriyor patlak yaşam mutlak. 
Aslında birer “billur”uz her birimiz 
korkumuz bu, un ufak oluruz bir dağılırsak 
döneriz bin kurşun yemiş fanustan bir saraya 
Sonra topla parelerimizi işin yoksa, getir bir araya... 
Hangi kitre tutundurabilir bundan sonra bizi bize 
hangi Japon yapıştırıcı 
dört yüz dört, tiner… 
Gitti gider… 
Keşke billur birer kab olsaydık
belli olsaydı daramız 
dışardan bakıldığında 
görülebilseydi yaramız... 
Dua etmek zorunda kalmazdı 
durumu kurtarmak için içimizdeki Şaman 
O zaman kıramazdık billur fanusumuzu 
hiç bir zaman..
17
ÇOCUKLA ÖLÜM
Boşuna uğraşmayın anlatmaya
anlatamazsınız ölümü çocuklara 
annenin özlenen dudakları 
konamayacaksa bir daha alnına 
ölümü nasıl öğretirsiniz ona? 
Boşuna uğraşmayın ölümü 
anlatmaya onlara 
insanın yıllar yılı kendine verdiği emeğin 
yok oluşunu bir anda 
nasıl anlayabilir bir çocuk 
anlayamazken bir baba 
nasıl olup da açılmayacağını kapanan 
güzelim kadın gözlerinin bir daha? .. 
sevecen parmak uçlarının bir daha 
dokunamayacağını saçlarına 
gülümseyemeyeceğini asla 
gülümseyemeyince de bir çukur 
açılamayacağını utangaç yanağında 
nasıl anlayabilir bir çocuk 
anne gömülürken topraktan çukura? 
18
DUYDUNUZ MU! 
Duydunuz mu isli sobam 
renksiz televizyonum 
tuşları kırık bilgisayarım 
sevdiğim kadın da beni seviyormuş... 
Olacak gibi mi bu çocuklar 
geceleri uyku girmiyormuş gözüne 
çıra gibi yanıyormuş benim için 
aslı varsa... 
Sen de duy, üç ayaklı masam 
kulpsuz çaydanlığım 
ince belli çatlamış çay bardağım 
bu işte anlayamadığım bir yanlışlık var
sevgilim de seviyormuş beni 
benim kendisini sevdiğim kadar. 
Ne duruyorsunuz 
çiçeklik yaptığım lazerim 
kırık aynam 
rafsız kitaplarım 
gelin kutlayalım bunu 
tadını çıkartalım sevmenin 
sevilmenin yani 
uyanmadan düşünden
aşkla yaşamanın... 
Anasını satıym. 
Yaşamak
ne kadar 
güzelmiş meğer! 
19
FATİH ÇOCUK
Dün Fatih Mollahasanuşağı Mahallesinden F. A. adlı tinerci bir çocuk Alleben Köprüsü’nün altında ölü bulundu. - 
 (Gazeteler) 
Doğdun Fatih, doğduğun gün 
-başında kavak yelleri esti 
düğün bayram etti- baban 
“Oğlum oldu! ” diye kurbanlar kesti. 
Ziyafetler verdi arkadaşlarına bir meyhanede 
yenildi içildi kasap havaları oynandı 
helva dağıttı Fatih, baban kendinden fukaralara 
kahvede ısmarlanan çayın bini bir para… 
Annen dokuz ay karnında taşımıştı seni 
gururla, yüksünmeden, sızlanmadan bir gün bile 
doğurdu bin acıyla, yemedi yedirdi, 
uyumadıuyuttu gecelerce, 
hastalandığında o da hastalandı 
ateşin yükseldiğinde seninle yandı 
bir dirhem daha süt içirebilmek için peşinde koştu 
senin için çekilen Fatih, acılar bile hoştu. 
Adını Fatih koydular gururla 
deden üfleyip okudu kulağına 
kendilerinin yetmemişti takadı 
senin fethetmeni istiyorlardı hayatı. 
altın top oynadı annen babanla, hoppala sektirdiler 
salıncaklar kurup salladılar seni, cibinlik yaptırdılar 
yemesin diye sinekler taze yüzünü 
bir de güzel, şirin, toramandın ki Fatih 
sevmeye doyamazdı komşular 
kucaktan kucağa taşırlardı 
“tu tu tu maşallah, nazar değmesin…” diyerek 
tahtalara vurup kıçlarını kaşırlardı 
Okul zamanın geldiğinde sigarayı bırakıp, para artırdı 
yepisyeni sim-siyah önlükler yaptırdı sana baban 
ap-ak yakalar, bir de ayakkabı aldı yenice, 
Dünkü önceki günkü gibi nikotin krizine girse de yine 
Dert etmedi, sen vardın ya, diyecek yoktu keyfine 
Öğrendin / / / / Eğri,..  düz çizgiler çizmeyi böyle, 
A’yı, b’yi, c’yi hemencik öğrendin 
Öğretmenin “okut bunu” diyordu babana, “çok akıllı, 
büyük adam olacak eğer okursa, beni dinle! ” 
Fatih, annen de baban da gurur duyuyordu seninle. 
Bu yıl ilköğretimi bitirecektin eğer 
uymasaydın kötü arkadaş sözüne, 
düşmeseydin kötü arkadaş peşine 
esiri olmasaydın tinerin Fatih 
ne okulu bırakacaktın ne de kahırlarından 
ölmek yerine annen baban tadacaklardı neşeyi 
öğrenmeseydin ondan gelecek lanet keyfi 
tatmasaydın lanet olası o şeyi. 
Duydum ki Fatih itinkinden farksız görmüşler 
o sefil yaşamını
hiç düşünmeden senin de 
bir ana kuzusu olduğunu
bu hallere düşmenin nedenini 
vurup devirmişler Fatih
tinerin kemire kemire 
cılızlaştırdığı bedenini. 
Cesedin Alleben Köprüsü’nün 
altında bulunmuş 
kokuşmaya başlayan cesedin günler sonra
yoktu her halde avanen peşinde o sıra 
yalnız yakalanmış olmalısın Fatih o gece, 
gücün yetmedi her halde 
senden de kaba olan bir güce. 
Bu yıl lise giriş sınavlarına katılacaktın 
sen de, Fatih 
o kahrolası yaşamı seçmeseydin ve ölmeseydin 
güldürecektin sen de düş kırıklığına uğratmayarak annenin, babanın, öğretmeninin gül yüzünü
tattırmayacaktın onlara hüzünü. 
Sen gittin, “iyi ki öldü” dediler ardından, 
“kurtuldu…” dediler kimileri
ama daha yaşıyor senin gibiler 
senin gibilerin onlarca onu 
Dilerim başka Fatihler yaşamasın 
aynı yaşamı Fatih 
aynı sonu.
20
YUSUF
Yüreğinden ince bir nehir akar Züleyha’nın
aşkım haberini veren kimdir ona
Yusuf diye inildeyen dalgalar mı? 
nereden gelirsiniz
nereye gidersiniz dalgalar 
içinizde Yusufu gören var mı? 
Yusuf ince bir acıdır 
parmaklardan yüreğe akan kan 
kesilmiş dilim dilim elma kabukları
var mı bu aşkı anlayan? 
Kınamayın sevmemeli diye 
aşık olmamalı diye 
tanrı katında olanlar 
asıl onlar sevmeli 
onlar yarattı çünkü aşkı 
aşktan asıl onlar anlar. 
Anlamak isterseniz Züleyha’yı 
işte bıçak işte elma 
soyabilirseniz soyun… 
sonra kendinizi 
onun yerime koyun. 
Acılar en çok Züleyha’yı vurur 
içine akıtmak zorundadır sevdasını da 
onun için. 
Sormayın, ona 
“Züleyha,” diye “nedir yasın? ..” 
dilerim hiç kimse Yusuf’u sevmesin 
hiç kimse Züleyha olmasın! 
21
ŞIRA ZAMANI
Sen ey vak’ayi-nüvis’i hayatımın 
ipekten doku, gülden doku 
zaman tezgahında yürek çiçeklerimi 
meyveye dönüştür sonunda 
tarih at şıra zamanına... 
sen ey vak’ayi-nüvis’i hayatımın 
tarih düş doğurduğun zamana beni 
düştüğün gibi birleşeceğimiz zamana da 
ölüm olmasın sakın 
hiç şıra zamanında 
22
ESKİ ZAMAN SAATLERİ
Her eski saatini yenisiyle değiştirirken 
bir neden bulursun bırakışa... 
Sen ey eski zaman saatlerinin ustası 
onarsana eski saatlerini 
değiştireceğine yenileriyle. 
Bilmiyor olamazsın 
yumsan da gözünün önünden geçerler bir bir 
Hiç bir yeni saat eski saat değildir.
23
RESMİM
uzgörün varsa eğer 
gözlerinin önüne getirebilirsen 
işte ben: 
Saçları sıfır numara kesilmiş 
tepesindeki keller belli olmasın diye… 
Kulakları kepçe gibi 
adına gül diyorlar 
batıcı gelmemesi için. 
yüzünde kocaman bir Diyarbakır çıbanı 
Tıraş olmadığım gün ucubeye benzerim 
tıraş olursam ortaya çıkar yüzüm kırış kırış 
dudaklarım kurumuş, çatlamış, 
öpüşmeyi unutmuş... 
Boynumda gıdım çıkmış 
karnım sıtmalı çocuklarınki gibi şişkin
Kıllarla kaplı bedenim 
bıyık gitmiş sakal gitmiş hatta 
o sevdiğim kapkara rengi gitmiş kıllarımın… 
Resmimi istiyordun 
işte sana resmim. 
hayal edebiliyorsan hayal et beni. 
Kim hayal etmek ister ki böyle bir bedeni? 
24
SUBURCU
Bir gün çenesi ‘Sakallı’ bir adam gelir Gaziantep’e 
bir fırça sol elinin parmakları ucunda 
içinden tavşan çıkardığı torbası öbür yanda 
konuk olur konuksuz Ali Veli Oteline, Suburcu’nda... 
Hastalanırız -şeytanın kulağına taş- birimiz bir gün 
Çıkarız, her gün açan, 
vakti kerahat geldiğinde ‘cin’ini 
Hastasız Doktor Mitat Bey’in 
Camlıkahve karşısındaki taş merdivenlerini... 
Bir otobüs gelir durur bir gün 
İstanbul Garajı’nın kapısında/tahtadan tekerleri 
İstanbul’a doğru yola çıkmaya hazır 
Fındıklı-Toros, ya da Çayırağası yazar üstünde 
dert etmeyen üç gün üç gece sürecek yolu 
içi, içi-içine sığmayan yolcularla dolu. 
Bağırır kapısında İstanbul Garajı’nın 
Muharrem Abi, avazı çıktığınca, gururlu 
tıka basa doldurmak için otobüsü 
Biletler üç otuz pula 
’İstanbul’a İstanbul’a İstanbul’a! ..’ 
Muharrem abi Muharrem abi 
İstanbul garajı mı yalnızca 
bütün İstanbul mu senin yoksa 
deniziyle, martılarıyla 
kamyonları karşıya geçiren araba vapurlarıyla... 
Beni de katsana yolcuların arasına 
muavinlik ederdim sana 
oturmasam da olur 
ayakta gideblirim her uzun yola 
otobüsümüz Gâvurdağı’nda bozulsa da... 
Göremezdim bu düşü 
bunca küçük olmasaydım 
babamın kitapçı dükkânı önünde oturup 
ortası delik o hasır kürsüde, uyumasaydım 
Ne kadar büyümeli sizce bir çocuk 
çıkabilmek için o gizemli, uzun yola? 
iki elimin parmakları kadar olmuş yaşım, saydım 
Keşke çocuk olmasaydım!
25
YANAN GÜL 
Yüreğim 
mahzenlerde unutulmuş şarap 
zındanlarda çürütülmüş kalebent 
dünyanın en keskin bıcaklarıyla kesilmiş 
onulmaz yaralar alan yüreğim 
dilim dilim 
al, tak onu takabilirsen 
alevden bir gül 
yanan bir gülden zincir olsun boynuna sevgim 
Labirentlerinde firavunların kilitli 
bozulmayan bedenlerine eş 
karakorsan’ın bin yıldır arayıp 
bulamadığı sandık sevgim… 
Al sana uzatıyorum onu 
kokusuz, görkemsiz 
alelade bir dal, dikenli 
solgun sarı bir gül sevgim 
boynuna takayım eğil 
taşıya.bilirsen eğer 
ama bil 
ki onu taşımak 
kolay değil. 
Bir yük sevgim 
hiç bir yaşam şilebinin
taşıyamayacağı kadar ağır… 
Sana yolluyorum onu 
dünyanın en küçük 
en yaralı adasından 
çıkartarak yola… 
Al, taşı taşıyabilirsen 
yakarken yanar 
yanabilirsen sen de yan 
boynuna alevden bir gül 
gülden zincir 
küçücük adamdan erimsiz 
büyük ada’na armağan sevgim.
26
GÜLBEBEK
Gül 
bebek... 
Gülebildiğince gül hele 
gülemeyeceksin nasıl olsa 
büyüyünce bir daha.. 
Her yaş dönümünde 
bir kat daha vuracaklar sırtına 
büyüyecek kamburun 
ağır olacak 
yükün senden. 
Şunu iyi bilmelisin Gülbebek 
yüzyıllardır boşuna avuttular bizi. 
’yarın bizim’ diyerek 
Bizim olmadı hiç bir zaman bir tek yarın 
olacağı da yok bundan sonra 
İşte bu yüzden diyorum ki 
hazır hiç bir yük yokken sırtında
kelebek ol da uç bebek
agucuklar yolla sağa sola durmadan. 
Gül, gülebildiğin kadar. 
27
GÜLVER
“Gül veren el gül kokar” 
gülver. 
Bir göze gül veremem ama 
her güle bir söz veririm
her güle öz veririm
her güle bir göz veririm. 
Verdim eskimiş bütün gözlerimi 
güller aldım yerine 
daha iyi görüyorum şimdi dünyayı 
Şurada hemen, yakınlarda bir yerde 
bir güle bin can verenler var 
benim iki gözüm ne ki! .. 
“Gül veren el gül kokar” 
GÜL VER sen de! .
28
LAZE/ZAR
Ölü laleler bahçesindeyim 
kesildi kırmızıların ağıdı 
her biri bir padişaha tâc oldu 
göğüslerine inci
sultanların göztaşından. 
Nedim’e kalan nedir bu sayfadan 
çatıdan çatıya kaçmak mı? 
Bence laleler en çok 
onun için ağladı. 
Ağla ey gül 
ağla sen de 
belki gül-i-zar’e kalır adın bir gün 
değiştirilir nedimelerinle de
olur nedimlerin senin de 
ölür Nedim’lerin senin de.
29
ŞAİR
Şairsin 
acılar hamalısın 
kendini içerek yaparsın işini 
yükün ağır. 
boncuktan inci 
bakırdan altın 
ay ışığından gümüş yapansın 
sözcüklerdir yükün. 
Piramidin tepesine tırmanırsın 
durmadan yorulmadan gündüz gece 
oradadır şiirin... 
oysa acılardır bulacağın orda 
inci acılar 
bakır acılar 
altın acılar 
gümüş acılar... 
Kendinden kendine taşırsın yükünü bin yıldır 
hiç yorulmaz mısın? .. 
delisin şair 
yıkarsın dünyayı teline dokunulunca 
telin de öylesine ince ki 
dokunamam 
titrerim her an 
yanından geçerim usulca
incinir korkusuyla... 
Bir şairle yaşamak zor 
kimi zaman pişman olurum doğduğuma 
ilenmek isterim ilenenem sana 
kıyamam…
Saman alevi gibisin şair 
fırtınan uzun sürmez. 
beki bir dakika, belki daha az... 
gün boyu sürmez hiç 
ama o bir dakika yok mu 
ömrümü yer 
o gün kıvranır dururum akşama kadar
elim ayağım tutuşur. 
Ya sen sen ne haldesin o ara? 
Bir şair boğulur mu kendi girdabında? 
Üzülüyorum seni üzdüğüm için 
ama sen de öylesine çabuk üzülürsün ki 
elinde değil bilirim 
elinde olsaydı 
üzülmeseydin 
şair olamazdın. 
Şairlik zor zenaat 
tamam 
ama 
şairin yürek uçunda yaşamak da kolay değil. 
Bugün olabildiğince durusun
şiirin senden güzel 
sen şiirinden de güzelsin
şair 
memnunum 
hep böyle dingin aksa sular 
Sen sabah kadar güzelsin 
şiirin gündüz... 
kendi aydınlığınızı yıkamaktasınız ikiniz 
Ne yapıyorsun şair yine böyle sabah erken 
geceden beri 
şiir mi dokuyorsun 
varolma nedeninin bu 
görmeseydim şaşardım 
seni şiir gergefinin başında. 
Şiirim olsaydı şair
sana benzerdi 
ben senin şiirine 
benzeyemedim.
30
SEN NE ZAMAN ŞAİR OLDUN? 
Sakın 'sen ne zaman şair oldun' 
diye sormayın bana 
tam on iki yıl 
öğrenci oldum iyi bir şairin kapısında
ellimden sonra. 
Bu bir alicengiz oyunudur 
yıllarca çıraklık yapmış da 
hiç bir şey öğrenememiş gibi 
davranmıştı Keloğlan da... 
Neler oldu biliyorsunuz 
masalın sonunda... 
İtiraf etmeliyim 
çok şey öğrendim ustamdan ama 
biliyorum hala su dökemem eline 
dahası 
saklarım sairliğimi 
söyleyemem solda sağda
utanırım şiir yazmaya 
onun gibi iyi şairler varken 
yaşadığım çağda.
31
ŞİİR
ŞİİR bir çiçek değil 
yaprakçıklardır 
taç yapraktır şiir. 
ŞİİR bir ırmak değil 
su zerrecikleridir.. 
Sözcükler değil. 
sözdür ŞİİR
Sözcüklerin en güzellerinden seçilmiş 
özdür ŞİİR
Büyük harflerle yazılır
Şairin göz nurudur o, alınteri
Ehramın tepesidir yeri. 
Gördüğünü sanırsın ama yoktur 
Çölde vaha sanırsın değildir 
aslında seraptır ŞİİR. 
Hurma ağacının altında pınardır. 
Koşarsın kapanırsın üstüne 
içmek istersin yudum yudum 
yakan kum olur yapışır dudaklarına. 
karşılıksız aşk gibi bir şeydir. 
ama öte yandan 
şifalı ottur ŞİİR 
onulmayan dertlerini ondurur. 
Nazlı bir ceylandır o 
berk kaçar 
yakalamak belki bir ömür sürer 
yakalayamamak da öyle…
Efsunlu içkidir 
esrikleştirir aymazları 
ayıkları sarhoş eder. 
İşte böyle karmaşık 
anlaşılmaz bir şeydir ŞİİR
sevgililer gibidir.
32
ŞİİR YOLLA BANA
Şiir yolla bana, şiirler 
İyi gelir ayrılığa, acıya, yasa 
bin kokulu elvan çiçeklerden 
iyi gelir şu ara bir şiir bana. 
Ak ellerinin resmi gibi 
kahverengi gözlerinin feri gibi 
memleketimin kırık coğrafyası gibi 
şiirler yolla bana. 
Hakketmediğimiz acıları 
umutsuzlukları 
savaşsızı anlatan şiirler yolla... 
Okunmamış, söylenmemiş, yazılmamış 
şiirler, memleket şiirleri... 
Şiirin memleketi olur mu? 
Olmaz... 
Öyleyse memleketsiz şiirler yolla bana. 
sınır tanımasın dizeleri... 
Kızıl kor rengi olsun sözcükleri 
simyacıların bin yıldır gümüşe 
döndüremedikleri bakırı Altın’a 
dönüştüren şiirler yolla bana. 
Cerenler koşuşsun içinde şiirlerinin 
az sonra vurulmaya hazır, avcısına 
ki onlar geyiklerine sevdalı 
cereni uğruna boynuzlarını fedaya hazır 
kıyasıya vuruşan geyikleri anlatan 
şiirler yolla bana. 
Öpüşmeye hasretelik çekenlerin 
öpülmemiş sevgili avuçlarının içlerini 
öpme özlemini yansıtan 
şiirler yolla bana. 
İyiyi güzeli doğruyu 
özgürlüğü eşitliği söylüyor diye 
zındanlarda çürütüldüğü 
asıldığı ülkelerde 
yaşamanın bedelini ödeyen gençlerin 
aydınların, yazarların, şairlerin 
serencamını anlatan şiirler yolla bana. 
Şiir yolla 
şiirler yolla bana 
iyi gelir ayrılığa acıya, yasa 
bir bir kokulu elvan çiçeklerden 
iyi gelir şu ara 
bir şiir bana.
33
ŞİİRİM
Şiirim modern bir şiir değil 
ama küf de kokmaz dizelerim 
imgelere yer veririm kimi zaman 
Anlaşılabilirdir genellikle 
içinden nehirler akar. 
Aşık şiiri değildir şiirim 
saray şiiri hiç değil 
ölçülü uyaklı yazmamaya özen gösteririm 
ama kimi şiirlerimde ölçüyü de uyağı da 
kokpite, VİP’e alırım çaktırmadan. 
Şiirim dürüst bir beyefendidir 
kravat takmaz 
süssüz hanımdır 
ayak tırnaklarını cilalamaz 
anaç kadındır/hep 
iyi oğullar 
iyi kızlar doğurur. 
Durgun su değildir şiirim 
coşkundur Fırat gibidir 
hatta Karadeniz’dir takaları sallayan 
fırtınadır boradır zaman zaman 
Tanrı dağlarını aşıp/donmuş Berring 
buzlarında at koşturarak 
yurt edindiği yeni dünyasını dalayan 
Ranger’lere gönderdikleri ateş okudur 
şiirim, Kızılderili dedelerimin 
hedefini şaşırmayan. 
El öpmeyi sevmez, elini öptürmeyi de ama 
iyiden, güzelden, doğrudan yanaysanız 
elinizi öper, uğrunuza ölür 
yaramaz biriyseniz insanlığa 
ısırır, yaklaşmayın yanına. 
Kuyumcu terazisi değildir 
ama kantardır en azından 
haklıdan yana olan ‘kefe’si ağır basar
yoksuldan 
ezilenden, horlanandan yana olanları 
şiirim 
sırtında taşır.
Kayıt Tarihi : 8.8.2008 22:25:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 


Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!