Hallacı Mansur’a atılan gülde,
Ben seni aradım, ben seni buldum.
Taşlar incitmezken acıtan gülde,
Taşlara gülerken, sen gülle vurdun.
Sen Ebabil misin, yoksa seyit mi?
Çok şey var ki, geride kaldı
Dönüş yolları kapalı,
Kara otağ içindeyim;
Yerde de kara bir halı...
Çok şey var ki geride kaldı
Nice sisli-sevgili yüz
Devamını Oku
Dönüş yolları kapalı,
Kara otağ içindeyim;
Yerde de kara bir halı...
Çok şey var ki geride kaldı
Nice sisli-sevgili yüz
Hallac-ı Mansur, Muhyiddin el-Arabi, Beyazid el-Bistami, Sadrettin Konevi, Celalettin er-Rumi, Yunus Emre, Niyazi-i Mısri ve Aksarayi gibi zatların tümü de vahdet el-vücut felsefesine inanan ve savunan birer müşriktiler Uğur bey. Bunlar, uzak doğunun ve İran'ın sapık felsefelerini tasavvuf ismi altında İslam'ın içerisine sokup onu savunan bedbahtlar güruhudur. Bu felsefeye göre, kainattaki cümle mevcudat ve mahlukat -haşa ve kella- Allah'ın birer parçasıdırlar ve öldükleri zaman, yine onunla bütünleşip Allah olacaklar ki, bu sapık felsefelerinin adına "Fenafillah ve bekabillah makamı" diyorlar. Bu, felsefe, Hinduizm'deki "Nirvana" felsefesinin aynısıdır. Bir mü'min için, değişmez ölçü, Kur'anın muhkem ayetleri ve Resulullah'ın sahih hadisleri iken, bu nadanlar, onları görmezden gelerek kendilerine bu sapık felsefeyi din edinmişlerdir. Dolayısıyla da, Şeriatı temsil eden kadılar tarafından ya idama mahkum edilmişler ya da sürgüne gönderilmişlerdir. Er Rumi gibi bazılarını ise Moğol kafirleri korumuştur.
Hayırlı çalışmalar.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta