Hikmet -Atış-Dostluk ... Mesaj Detayi Antoloj ...

Gönderen: Ergin Bingöl
Tarih: 04.12.2016 16:56
Konu: 4-ARALIK MADENCİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN**Masumiyet Melekleriydi Onlar  

Sevgi ve saygılarımla esen kalın.
Masumiyet Melekleriydi Onlar (S:2-S:33)

Soma maden ocağının çıkış kapısı önü… Eşini, çocuğunu, oğlunu ve akrabasını arayanların haykırışları yürekleri dağlıyor. Masum ana kuzularıydı onlar, eşti ve akrabaydı… Maden sahibinin, ihmalkârlıkları sonucu bir çırpıda yok olmuşlardı. Yüzlerce insandı onlar. Olanlara kader denebilir miydi? Denemezdi, denmemeliydi de… Ekmeğini taştan çıkarmak uğruna ölmüşlerdi onlar. Masumiyet, böyle bir şey olmalıydı. Ailelerin canları yandı, hayatlarını kararttı denetimsizlik. Tatminsiz, yılan tıslamalı para kazanma hırsının acımasızlığı onların geleceklerini de toprağa serdi. Ölenler, masumiyet melekleriydiler. Ekrandaki görüntüler korkunçtu. Ağıtlar, havayı cehennemi bir alev gibi kuşatıyordu. Pablo Neruda’nın, ‘Yalnız Ölüm’ şiirindeki dizeleri, “Yapayalnız mezarlıklar vardır/ Suskun kemiklerle dolu gömütler/ Bir yürektir geçer ölüm o geçitlerden/ Karanlık, karanlık ve karanlıktır/ Bir gemi enkazı gibi/ Bir yüreğin içinde boğulurken/ Ya da cana geçerken deride.” derken, ne kadar anlamlı anlatır böylesi ölümleri. Kurtuluşuna bile sevinemiyordu, maden ocağından kurtulanlar. Yüzlerini, kömür karası gibi sarmıştı keder. Gözlerinden derman, canları tenlerinden çekilmişti adeta.
Boğaz tokluğuna çalıştılar. Çilekeş, genç, yaşlı anaların, ruhlarında yanardağlar patlıyordu sanki. Erkeklerinin, babalarının, kardeşlerinin mezarını; sonsuzluğu kuşatan kollarıyla sımsıkı sarıyorlar, kutsal bildikleri taze mezar topraklarına yüz sürüyorlardı. İki büklümdüler, ölü canlarının mezarları başında. Ten renkleri kaybolmuştu. Nar alasıydı yüzleri. Gelecek korkusuyla acının, iç içe geçtiği gözleri yaşla doluydu. Umarsızdılar… Yanık yürekleri gamlıydı. “Değer miydi? ”der gibi acı içinde haykırırken, feryat, figandı dillerinden dökülenler. Değmezdi… Belki de, karşılığı hiç bulunamayacak bir soruydu bu. Verilecek hiçbir yanıt tatminkâr olamazdı zira. Yaşama sevinçleri sönmüş, gelecekleri, bilinmez bir boşluğun derinliklerine zamansızca gömülmüştü. Bir yanıt bulunsa da; arkasında bıraktığı bir ananın, dul bir eşin ve yetim evlatların ciğerindeki ateşi söndüremezdi artık. Kimileri ağlayamıyordu bile. Kısık, yarım yamalak tümceler dokuz boğumlu boğazlarında düğümlenmişti adeta. Ancak, dinmek bilmiyordu isyanları. Sanki ışıktan yoksun, mağaraların izbe köşelerinde kendilerini gözetleyen sisler ormanı hükümranlarına haykırıyorlardı.
Karışık duygular içindeydim. Her ambulansın siren sesi bana, gidenlerin hayata dönüş umudunu çağrıştırıyordu. Uyuyamıyordum, gözlerim buğulandı. Umarsızlığımın gözlerimdeki mecalsizliğiyle bakışlarımı, tülünü açtığım pencereye çevirdim. Savruk devinimlerle tülün aralığından mehtaplı gecede, parıltı saçan yıldızları izledim bir süre. Gökyüzünde özgürce dolaşıyorlardı. O anda yıldızların, madende ölen masumların ruhlarının, görünen siması olabileceğini düşünmekten kendimi alamadım bir süre. Pablo Neruda’nın,’Nokta’ şiiri aklıma geldi. “Acılardan daha büyük bir yer yoktur/ Bir tek evren var, o da kanayan yara “diye biten iki dizelik şiir; kapkara maden ocaklarında çalışan işçilerin emeğini, hiçe sayan anlayışlara söylenmişti sanki.
ERGİN BİNGÖL
18-MAYIS-2014
 
Ergin Bingöl