Gökte nasıl uçarsa kuşlar, yüreğim sana  kanat çırpar...Gün batımlarında oluşurken gece sokulurum yanına sessizce,nazları, hüzünleri, yağmur lu bakışları geride bırakarak...Kendi karanlığımdan sıyrılıyorum, üzerimdeki yas tutan giysileri bir bir  yüreğinin ateşinde yakıyorum,çırılçıplak  herşeyi geride bırakıp  kıvrılırım  sana...Yalnızlığımı yaşayamayacak  bu şehir, boğazına dizeceğim mutsuzluğumu  bekleyenlerin,  karamsarlığın hüznünü denizlere atacağım...Gökten düşen üç elmay sa,  biri sana,  biri bana,biri de ikimize düşecek... Senide bana alarak Gideceğim bu taşlı dikenli yollardan,aşkın harında yanarken, taş olsa döşeğim kolun yastığım olur, bedenin yorgan Umutları yarına ertelemeyip, sana geldim,yüreğim yorgun, yüreğim aşık, yüreğim sancılarda,Yalın ayak,üşümüşüm ayazlarda, aç sıcacık kollarını, usulcacık geldim  sana...
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



