Kahır kervanları yükünü almış vadesi sınırsız bir yolcuğa yelken açmışlar. Kum fırtınaları içinde yüzerken hican uykularında dinlenmişler. Fail meçhul yollarda silahsız cinayetler işlenmiş. Yorgun kelimeleri mürekepsiz kalemler yazıyormuş. Hangi gamın efkarına dert yanacaklarını şaşırıp kalakalmışlar. Ah diye inleyenlerin sesi feryat edenlerin gölgelerinde tılsımlanmış. Nefsi kesilmiş uzakların güneşine umut bağlamışlar. İçlerinde ki yangın öylesine büyükmüş ki yalın ayak çölde yürüdüklerini bile bilmiyorlarmış. Susuzluktan kavrulurken duasız kalmışlar. Bir el istemişler elsiz ayaksız yarınlarından. Bir söz istemişler dilsiz dudaksız semalarından. Bir çıkış istemişler kararmış hayallerinden. Dönüp dururken çarkında zalimlerin, dert yanmışlar yüreği taştan olanlara. Gözyaşlarını merhamet adlı cellada sunmuşlar. Koyu mavi gökyüzünün altında zifiri karanlıklarda kalmışlar. Düğünlerinde kınalarına kül karıştırmışlar. Gelinleri beyazlar yerine hüzünler giymiş, damatları halaylar yerine yaslar çekmiş. Sonunda bitirelim demişler. Ne istiyorsa verelim ona, yeterki bizi şu azabtan kurtarsın. Sırasıyla kurban etmişler bedenlerini ve ruhlarını. En sonunda küçük bir çocuk ve yaşında bir kadın kalmış. Kadın çocuğa sen yaşamadıklarına ben yaşayamadıklarıma deyip zehirden önce çocuğa sonrada kendisine içirip kurban olmuşlar. Sonra bir fırtınanın kenarında, kıyafetsiz başka bir kavim; helak olan kavimden habersiz devam etmiş onlardan kalan acılara. Onlara için ise ne gök parçalanmış nede yer ağlamış kurbanlarına....
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta