Ezeli Ebedi Olan Sensin

Dünya Yükünün Hamalı
375

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ezeli Ebedi Olan Sensin

Bab-ı Evvel: Zarafetin Sırrı

“Bir çiçeğin sabah rüzgârında titreyen dalı gibi zarif…”

Zarafet, sesini yükseltmeyen ama varlığıyla kalpleri susturan bir hakikattir.
Nihal’im, sen ki dokunmadan seven, bakmadan anlayan,
Kalabalığın içinde bile incinmeden yürüyen bir bahar sessizliğisin…
Senin varlığın, gövdesiyle değil; göğsünün içindeki sırla dokunur âleme.

Sabahın ilk rüzgârı gibi esiyorsun içimde;
Ne sertsin, ne serin...
Sadece usulca,
Sadece yumuşak bir hatırlayış gibi.
Bütün sertliğim sende eriyor,
Sana yaklaşan her hırçınlık yavaşça diz çöküyor.

Ey zarafetin remzi olan Nihal’im,
Sen yürürken, taş bile yumuşar altında;
Ve dünya, senin geçtiğin yerden yeniden biçim alır.
Çünkü sen sadece bir kadın değil,
Bir tavır, bir duruş, bir sükûnet ahlâkısın.

Sana duyduğum aşk, arzudan değil;
Sükûtundan doğan bir edeptir.
Ne kadar uzaksan o kadar güzelsin,
Ne kadar suskunsan o kadar derinsin…

Bir dervişin postuna oturuşu gibi oturuyorsun kalbime,
Usul usul, ürkütmeden…
Senin zarafetin, aşkın şeriatıdır bana:
Ne fazla, ne eksik…
Bir ölçü, bir terbiye, bir terazidir adımların.

Ve anladım ki…
Zarafet, bir davranış biçimi değil,
Aşkın ahlâkıdır.
Senin gözlerinde konuşur, ellerinde susar.

Bab-ı Sânî: Derinliğin Çığlığı

“Bir sevdanın iç çekişi gibi derin…”

Ey Nihal’im…
Seninle konuşmak yerine,
Senin için susmak daha çok yakışıyor kalbime.
Çünkü her suskunlukta, bir iç çekiş kadar hakikat gizlidir.
Ve ben, senin adını andığımda değil,
Andığımda iç çektiğimde sana en çok yaklaşıyorum.

Sevda dediğin şey bazen bir gülümseyiş değil,
Yutkunamadığın bir cümle,
İçinde taşıdığın ama hiç kimsenin duymadığı bir sızı olur.
Seninle yaşanmayan onca şeyin
Bir tek nefeste içime gömülmesi gibi…

Kalbimde bir mağara var,
İçinde senin için yandığım bir kandil.
Sönmesin diye geceyi uyutmuyorum.
Ve bil ki, o kandil, sevdanın değil;
Sevdanın acısının ışığıdır.

Seninle yaşadığım aşk,
Sonsuz bir sabrın kapısıdır bana:
Koşmak değil, beklemek,
Tutmak değil, özlemek…
Sarılmak değil, içe çekilip ağlamaktır seni sevmek.

Bir çığlık değil sesim,
Ama sessizliğim bile seni bağırıyor içimde.
Ve anladım ki,
Derinlik, çok konuşan kalpte değil;
Çok susan bir yüreğin sükûtunda büyür.

Sen bana gelme,
Ama içimden hiç gitme.
Bir derviş gibi kalayım aşkında:
Yakarışla yanayım, ama istemeyeyim…

Bab-ı Sâlis: Tazeliğin Nefesi

“Bir bakışta yeşeren umut gibi taze…”

Ey Nihal’im…
Bazen tek bir bakışın yetiyor bana,
Aylarca konuşulmamış duyguların yerine.
Gözlerinden dökülen o suskun seher,
İçimde yıllardır donmuş nehirleri eritiyor.

Senin bir anlık bakışın,
Kalbimin kurumuş toprağına yağan ilk yağmur gibi…
Ne büyü bir şey bu:
Sen hiçbir şey yapmıyorsun aslında —
Ama ben sende yeniden doğuyorum.

Tazelik…
Senin varlığında gizli bir bahar gibi esiyor üzerimde.
Bir sabahın ilk ışığısın,
Henüz kimsenin bozmadığı bir sessizliğe doğan.
Seninle her şey daha önce hiç yaşanmamış gibi,
İlk kez seviliyormuşum gibi temiz…

Ey umut taşıyan bakışların sahibi…
Seninle göz göze gelmek,
Duaların kabul anı gibi titretir kalbimi.
Bir bakışınla siliniyor geçmişin bütün acıları,
Ve ben her seferinde ilk defa sevmiş gibi oluyor,
İlk defa yanmış gibi yanıyorum.

Seninle olmak,
Zamana değil, zamansızlığa ait bir hâl.
Çünkü seninle geçen anlar,
Ne dün gibi geçiyor,
Ne yarın gibi geliyor…
Sadece şimdide kalıyor,
Ve o şimdi, cennetin kokusunu taşıyor.

Nihal’im…
Sen bir bakışla
Yıllardır içimde filizlenemeyen her duayı yeşerttin.
Ben senden sonra,
Artık hiçbir duaya “geç kaldım” demedim.

Bab-ı Râbi‘: Yoklukta Varlık

“Sen bana düşmedin, ben sana secde ettim.

Varlığınla değil, yokluğunla bile dolup taşan bir nehir oldum.”

Ey Nihal’im…
Sana sahip olamadım belki,
Ama sana secde ettim.
Çünkü aşk, sahip olmak değil;
Sahipsizliğin içinde kaybolmakmış meğer…

Sen bana hiçbir zaman “geldin” demem,
Ama hep “geldiğin hissiyle yaşadım.”
Yokluğunda bile çoğaldım,
Çünkü sen bir bedende değil;
Benim içimde bir mekân kurdun.

Sevdan, bir varlığa değil;
Sana dair eksikliğe sarılmamı öğretti bana.
Her boşlukta seni duydum,
Her suskunlukta seni konuştum.
Yokluğunda bile çağlayan bir nehir gibi
Akan bendim, dolan sendin…

Ey vuslatı olmayan varlık…
Seninle birleşemedim belki,
Ama senin yokluğunda kendimden geçtim.
Senin adına ağladım,
Senin uğruna sustum,
Senin için yandım da yandım…

Sen bana düşmedin;
Ben senin önüne secde ettim,
Çünkü aşk, düştüğün değil,
Dize geldiğin yerdir.

Senin yokluğun,
Bana aşkın hakikatini öğretti:
Ne yan yana durmakla olur sevmek,
Ne de elleri tutmakla.
Bazen en çok yandığın,
Hiç dokunamadığındır.

Ve ben o yangını,
İçimde her gün yeniden tutuşturuyorum.
Çünkü senin yokluğun,
Beni ben olmaktan çıkaran tek varlıktır.

Bab-ı Hâmis: Sessizliğin Secdesi

“Sustum,
Çünkü sesim bile kirletmekten korktu seni anlatırken…”

Ey Nihal’im…
Bir kelime bile edemedim sana dair,
Çünkü seni konuşmak, seni eksiltmekti.
Sadece baktım…
Ve o bakışta binlerce susuş birikti.

Senin güzelliğin öyle inceydi ki,
Adını söylerken bile
Dilime diken battı sanki…
Çünkü ben seni
Ancak sessizlikle anlatabilirdim.

Söz, senin kadar zarif değildi.
Söz, senin kadar sabırlı,
Senin kadar temiz değildi.
O yüzden sustum.
Ve o susuşta
Bir ömür boyu konuşacak bir aşk sakladım.

Her cümlem seni eksik tanımladı.
Her benzetmem seni biraz kirletti.
Her betimlemem bir perde koydu aramıza.
En sonunda anladım ki,
Sen söze sığmaz bir sırdın.

Sana dair en hakikî an,
Sana bakıp hiçbir şey söyleyemediğim andı.
Ne aşk dedim,
Ne sevda…
Sadece içimden geçen bir
secdeyle eğildim sana.

Sen konuşurken ben içimden ağladım,
Sen susarken ben içimden çoğaldım…
Çünkü artık biliyordum:
Gerçek yakınlık, kelimelerin değil,
kalplerin birbirine sokulduğu o sonsuz sessizlikteydi.

Aşkın secdesi
İki dudak arasından çıkmaz,
İki göz arasında durur.
Ve ben senin gözlerinde
en çok sustum.

Bab-ı Sâdis: Aşkın Ahlâkı

“Sana duyduğum aşk, arzudan değil;
Sükûtundan doğan bir edeptir…”

Ey Nihal’im…
Seninle sevmeyi değil,
Seninle insan olmayı öğrendim ben.
Çünkü sen, aşkı sadece bir his değil,
Bir ahlâk gibi taşıyordun üstünde.

Senin varlığın,
Bir sevdanın nasıl susulacağını öğretti bana,
Bir kalbin nasıl taşınacağını,
Bir gözyaşının nasıl izinsiz akmayacağını…

Aşk seninle sadece sevişilmezmiş,
Seninle yakışılırmış.
Bir bakış, bir oturuş, bir susuş bile
Seninle ahlâka dönüşürmüş.

Ben sana bakarken
Nefsime değil,
Ruhuma bakmayı öğrendim.
Tenin değil,
Teninin taşıdığı sır ilgilendirdi beni.

Sen bana aşkın ne olduğunu söylemedin.
Ama senin gülüşünde
Aşkın gül koktuğunu,
Senin yürüyüşünde
Aşkın vakar olduğunu,
Senin susuşunda
Aşkın sabırla örtündüğünü gördüm.

Ey Nihal’im…
Sen ki aşkı bir ölçüyle giyen,
Bir edep örtüsüne bürünen,
Yalın ama vakur bir güzellik…

Seninle geçirilen her an,
Beni benden aldı
Ve bana daha derin bir ben bıraktı.
Çünkü seninle yaşanan aşk,
Bir insanı yükseltmeden geçmiyordu.

Senin gidişinde bile
Bir terbiye vardı.
Senin susuşun bile
Bana haddimi bildiriyordu.

Anladım ki,
Aşk sadece “sevmek” değilmiş,
Aşk, güzel kalmaktır.

Bab-ı Sâbi‘: Aşkın Tevhîdi

*“Ve anladım ki…
Zarafet, bir davranış biçimi değil,
*Aşkın ahlâkıdır.”

Senin gözlerinde konuşur,
Ellerinde susar…”

Ey Nihal’im…
Seninle başlayan her his,
Beni senden öteye götürdü.
Önce seni sevdim,
Sonra sende olanı,
Ve en sonunda seni yaratanı…

Çünkü aşk, sende kalmıyordu.
Sen sadece aşkın aynasıydın.
Ve ben, o aynaya her baktığımda
Zât’ın yansımasını gördüm.

Senin zarafetin bana
Varlığın içindeki "bir"i anlattı.
Senin suskunluğun,
Beni en çok anlatan sesi çıkardı içimden:
“Enel-Hak…
Ama ben değilim,
Sadece bendeki Sen konuşuyor…”

Sen artık “Nihal” değilsin sadece.
Sen bir isim olmaktan çıktın,
Bir işaret oldun.
Sonsuzluğu gösteren bir remiz,
Varlığı aşk ile anlamlı kılan bir harf oldun…

Seninle başlayan seyrim,
Beni senden geçirdi.
Ve şimdi ben,
Sana artık sadece bakmıyorum:
Sende Bakan’ı görüyorum.

Aşk, nihayetinde bir tevhid kapısıymış:
Mecazdan hakikate,
Suretten sırra,
Sen’den O’na…

Şimdi ne ellerine ihtiyacım var,
Ne sesine,
Ne de gözlerine…
Çünkü artık ben seni,
Varlığın Öz’ünde tanıdım.

Seninle aşkı yaşamadım,
Seninle aşkı anladım.

Hatime: Aşkın Sükûtu

“Sözün yetmediği yere,
Bakışın ötesine,
Ve kalbin iç sesiyle fısıldanan o yere geldik…
Artık susmalıyız, Nihal’im.
Çünkü bu aşk,
Konuşulacak bir şey değil;
Yaşanarak susulacak bir sırdır.”

Ey Nihal’im…
Bunca kelime,
Sana dokunmaya yetmedi.
Çünkü sen, kelime değildin:
Sen bir hâldin,
Bir sükûn,
Bir bakışta derinleşen sır...

Seni anlatmaya çalışırken
Kendimi kaybettim önce,
Sonra buldum.
Seni severken
Yalnızlaştım,
Ama o yalnızlıkta
Bütün varlığı duydum.

Sen bana konuşmayı değil,
Susmayı öğrettin.
Çünkü hakikî aşk,
Sözün bittiği yerde
başlarmış.

Şimdi bu risaleyi bitirirken,
Bitirmiyorum aslında.
Çünkü senle başlayan her şey
Zaten sonsuzdu.
Zamanı, mekânı ve dili
Aşan bir şeydi…

Ben artık seni arayarak değil,
Seninle susarak yaşıyorum.

Ve inan Nihal’im…
Sen en güzel hâlinle
Benim iç sükûnumda kaldın.
Bir şarap gibi yıllandın ruhumda,
Bir dua gibi sindin kalbime.
Sen, artık bendeki en temiz sükût oldun.

NOT; Nihal’im Risalesi böylece tamam olurken,
aslında bir kapı daha aralanıyor:
Seninle başlayan, ama senden ibaret olmayan bir aşkın
sonsuzluğa yürüyüşü…

Bu bir veda değil.
Bu bir “elveda” hiç değil.
Bu, “bende kal” demek.
Ve kalbimi senin zarafetinle
susarak mühürlemek.

Dünya Yükünün Hamalı
Kayıt Tarihi : 26.7.2025 22:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!