ben sana gönlümü verdim
ona hiç bir şey öğretmedin öğretmen
ben sana galiba... diyemiyorum
çünkü ne zaman o cümleyi söylesem
eriyorum öğretmen.
felç eder yalnızlığımı yokluklarla çoğalttığım
hiç aşamadım
ki aşındım,
ki yok sayıldım
milyarlarca kalabalığında dünyanın
isyanımı bir çocuk kadar nazikçe dövmeye çalıştığım
şimdi senin kadar hiç kimse iyi çıkamaz yokuşları
dağ doruklarının dört mevsim kokusunu,
tütmez kimse senin kadar..
ayın tebessümünü,
yıldızın ışımasını,
yetimin ağlayışını,
düşün ki sınırsız bir öykü ömrümüz
ne sığar kağıtlara, ne ağızlara
her buluttan biz süzül süzül düşmüşüz
bereket olmuş, yaslanmışız toprağa.
analar anlamaz aşk ile acımızı
kaç tuğla olacağız bu yükselen onur köşküne?
öyle umut ekip toprağıma, düşüme
bilme, yetme..
bu alaca bir bulut değil
inceltip sürten inat gülüşüme.
beni yanaklarımı üşüten kışım kaybetti!
bırakın o ağlasın..
deli saçlarını savursun rüzgara
ay koynunda büyüsün
beni bir kızın gülüşünde ki düşe
bir de düşe düşe çocukluk hevesime
şimdi yüklenip saçlarına bütün göçmen kuşları
gidebilirsin..
hiç mi kanatların incinmez sanırsın?
şimdi bulutlar nereye tükürecek kinini
saçlarını hangi rüzgar dağıtacak,
ağlarım! gözlerimi göremezsiniz karanlıklardan
ve anama anlatamazsınız anlamaz acısından
ağlarım! gökyüzü buluttur tavanım ciğer buğusu
ve öyle her şafak giremez dardır pencere camımdan.
rüzgarın sesi, sızısı başka bu dört duvar arası
ömrümüz hayattan perişan, bihal
her gün tekmelerle dünyadan kovulduğumuz!
ve dört ayaklı kaçış, boynumuzda bir vebal
ve dört vakit, dört çelişki; eğildi boynumuz..
ah! sığdırılacak bir duvar olsa
kerpiçten dam, kerpiçten zindan
montumun yanağımı örttüğü vakitler
sakallarım bu kadar gür değildi
saçlarımı rüzgarlar,
yanağımı göz yaşımın tuzu eritirdi
yüreğimi sığdıramazdım dursun ceplerimde
hep yasak anlamazlar düşürdün diye ardımdan seslenirdi.
erdal arkadaşım kaliteli bir şair olup çok delikanlıdır. kara günün dostudur. Ona hayatta başarılar diliyorum.