Aynadaki ruhun canı acımasın ki sır hayata dönüşüyor
tendeki gövde ve senin kadar bir sevgili gelmedi ki yeryüzüne
ama aşk bunu nerden bilsin. Ben insansam ve bir daha inansam
ve şarkılarım hep yarım kalsa. Uzun uzun çalsa şu gitar ve benim
nar yüzlü sevgilimin üzüm gibi bakan üzgün gözleri ışıldasa
ve şair kalbimize fısıldasa: “Sevmek ne uzun bir kelime”
Umudun en çalışkanı, hayatı incitmeyen adam
bir İstanbul çelebisi, sanki beyaz bir kuş
karanlığı topa tutan adam, mavi bir kâlp
yumuşacık bir deniz, bir geminin güvertesi
onurlu bir ömür, dürüst bir hayat
evinden ekmeğini eksik etmeyen sevgi kokusu
Bahçemizde bir cümleydiniz bahar hanım, kalbinize
bir bulut gibi girerdim, bilirsiniz aşk hep kaybederdi
bir melekle yer değiştirirdi ruhumuzun iç kanaması,
heves hiç uyumazdı rüyalarımızda, durmadan bir mer-
mer daha kopardı şuramızdan, dağılan bir mürekkebin
lezzetiydiniz, mektuplarınızla boşluğunuz arasında
.……………………………karayazım benim…yaz çocuğum…
…………………………….seni yaz diye sevdiler…
Sizi kazandığım için, size kaybederek yaşıyorum…
Sevgili şair kardeşim Koray Feyiz için
Yağmurlardan gelmiştir bir elinde çiçek, öbür elinde çilekli pasta
Yaz denizi üzerinde gülümseyen bir martıdır, kokusuyla dolaşır aşkın
Bir sinema gibidir yüzündeki incelik, Fatih Akın filmleri gibi renkli
Serseri bir hüzünle ve efendi bir flüt sesiyle sokaklara karışır.
1-
İçinde kelebeklerin ve şarabi kedilerin
dolaştığı melek yağmuru bir şehir olmalı
rüyandaki…
Hangi garda bu kadar güzel bir şair vardır
Gardını almışsa kötülük, bizden uzak dursun
Evine geç dönen şiirler yazmaktan sıkılmadım
Ama yoruldum, beni efkârdan yağmur yapacaklar
Hangi aşkın içinde bu kadar güzel bir dem vardır
Sesinizde şarabi bir yara var, uzaklığınızdan başım
dönüyor, uzaklığınızdan yaptım bu aşkı, lekesiz bir
kamaşma olmalısınız, ay ışığı sizden çok çekti, ruhunuzu
flütün dumanıyla mı yıkadınız, mavi dansların ateşli
fosforuyla mı aydınlandınız, ah, belki bana da turkuvaz
bir yaz geçer sihirli gözlerinizden!
"Dünyada bir tek hakikat vardı, cahiller onu çoğalttılar.”
Hayat ıslık çalarak geçiyordu önümüzden. Kokuşmuş, acı çığlık seslerinden geçilmeyen bu ikiyüzlü, bu vahşi, bu namussuz çağımızda cehennemi yasamadığımızı kim söyleyebilirdi? Bırakın ruhumuzun kirlenmesini, gövdemizi de yıpratıyorduk. Aşkın, üzümün sapına kadar yaşanması gerektiğine inanıyorduk. Aşkın varlığını ve yaşanabilirliğini hissetmek gerekti; aşka güvenmek ve onun hizmetine girmek lazımdı. Aşkı oraya buraya çekiştirip aşka yön vermeye kalkışırsak, aşkın altında kalırız diye düşünüyor ve aska inanmayanlara soruyordu: Aşk size inanıyor mu sanıyorsunuz? "Niye intihar edecekmişim; daha yaşayacağım onca hayal kırıklığı varken." Böyle mi demişti Emil Cioran. Doğrudur hem sanal, hem banal bir dünyada yaşadığımız. "Ancak kötü olabilecek kadar cesur olabilirsen, gerçekten iyi olabilirsin" diyordu birisi. Türkçenin saadeti geceleri uyumuyordu. Sürekli arzuda dolaşan, her şeye aşkla bakan, küçük şeylerden büyük hazlar çıkaran, derdi olan, derdi olduğu için şiirler yazıp, resimler yapan biriydi adam. Sanki uçurum çağına gelmiştik; vicdan çekilmiş, akıl çürüyordu sanki. Daha önce yazdıklarını düşünüyordu adam. Yazdıklarını tekrarlamaktan ve çoğaltmaktan da asla çekinmiyordu. İçinde yaşadığımız dünyanın ve ruhumuzdaki karanlığın, şiddetin, kuşkuların ve iletişimsizliğin ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyordu. Acıyı bir oyuna dönüştürerek mi yaşıyorduk yoksa? Kendi iyiliğinden başka aksesuarı olmayan kalbimiz karşısında, gerçeğin gözleri fal taşı gibi açılıyordu. ‘Yüzünde kaç maskesi var insanın’ dedi adam. ‘Sanki bir nükleer sonrası hepimiz tuhaf yaratıklara dönüşmüşüz! Sanki ne çekiyorsak, kendimizden çekiyoruz. Yüzlerde hep acı! Zaten acı dolu bir çağda yaşamıyor muyuz? Hepimiz kargaya benziyor ve bu dünya sirkinde utana sıkıla varlığımızı sürdürüyoruz’ dedi kadın.
“O sevgi gibi, hatta aşk gibi görünen şeylerin altında eşsiz hesapların yattığını” gördükçe canımız daha çok yanıyordu!
Karbonları silik çıkmayan bir hayat seçtim kendime.
Kendimi çok özledim. Bir martının sesini duyarım.
Bir çocuğum olur adını gün ışığı koyarım. Aşk dersem
sus! Aşk dersem öl! Hep sperma, hep yas, benim mi
bu mika aldanış. Sözleriniz ne güzel, gözleriniz sis,
lütfen yüksek sesle sevmeyiniz. Sıcacık bir serçe düşer
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!