senden sonra
yüreğim köpüren fırat kan yokuşa vuruyor
duruyor hala içimde çatal uçlu bir bıçak
ve yokluğun saplanıyor her günbatımında
kalbimin ortasında bir dünya yıkılıyor
bizimkiler doğuştan vejetaryendi
artık her öğün televizyon yiyoruz
annem peştamalını sandığa kaldırmış
babam alışamamış balkon sohbetlerine
ninemin walkmanla flörtü yeni
Masalsı bir güzelliktir özlemin
Uyusam ayrı bela uyansam ayrı bela
Gözlerin en koyu maviliğimdir
Soyunsam ayrı bela giyinsem ayrı bela
Düşmanı mı olurmuş güne hayran olmanın
Umudumuz yaratabilmişsek vardır
Ağlamak geleceğemizi yememeli
Ölüm ötesindedir aşkın
Her gün yeni bir aşk yaratmalı
Her gün yeni bir sevgiliyle yatmalı
yaşadığımız günler kaldı senden geriye
tanrıya duamız kahkahalarımızdı sadece
inançsız değilim elbet
sana tapıyorum ya işte
kulağımda çanlar
kalbinin ritmiyle çalmaya başlar
göğsüne uzaklığın kahrıdır bu içimde
düğünler de kurulsa yararsız bu ömrüme
örselenmişliğim aynada
dalgalı bir bayrak gibi duruyor
ağardıkça saçlarım saçlarım acılarım
gözümün gazabından gözünü gizliyorum
utangaç bir benizi verip de yangınlara
alevinden geçiyor sevdanı izliyorum
Sus
Sen sus
Sözlerin içimde pınar yatağı
Gözlerin içimde pınarbaşı su ışıltıları
Sen sus
Varsın uğuldasın rüzgar hıçkırarak
Gerçeğe Düşen Düş'ü elinize aldığınızda mutlaka sonuna kadar okuyorsunuz,merak duygusu ağır basıyor. Bazen bu merak duygusunu sekteye uğratan açıklamalarla karşılaşıyorsunuz. Kitabın eleştirilecek en önemli noktası burası ama iyi ki fazla sürmüyor bu açıklamalar ve siz yeniden sizi sürükleyenin peşine takılıyorsunuz.
İlginç olan, kitapta karşınıza bazen bir din adamının, bazen bir filozof-bilge'nin, bazen bir öğretmenin, bazen gaipten haber veren birilerinin, bazen de her şeyi göze alıp düşlerinin peşinden giden birilerinin çıkması ama az çok polisiye özellik taşısa da hemen hemen hiç polisin çıkmaması. Bu yönüyle Ahmet Ümit'in tarzından çok farklı. Siz Gerçeğe Düşen Düş'te, gerçekle-düşün felsefik iç içeliğini ve sosyolojik ironisini belki de kitap bitince fark ediyorsunuz.
Kitap boyunca, güncel yaşamda sık sık karşılaştığımız ama üzerinde hiç de düşünmediğimiz şeyleri sohbet havası tadında fark etmeden düşünüyor, daha bunları tam sindirmeden, yani daha sohbet sürseydi derken, bir maceranın ortasında buluyorsunuz kendinizi. Zaman zaman yorulduğumu fark etmedim desem yalan olur. Çünkü fazlaca şifrelenmiş şeyler var, çok şey sanki. Bunları çözmeyi profesyonel eleştirmenlere bırakıyorum, ben bir iki ilginçliğe daha değinip bitirmek istiyorum:
Yıllanların Sırları bölümü, acayip mistik, efsanevi bir şey. Hiç duymamıştım böyle bir şey. Gerçekten var mı, Engin Bey mi uydurdu bilmiyorum; ama müthiş! Bir de sonlardaki ayna kısmı çok sürükleyici ama çok da şifreli yine. O mitolojik isimlerin elbette özel anlamları, aranan kitabın niteliği, ilginç bir mekanizmayla oluşturulmuş harita ve deney alanı vs. vs. Mesela Fizanlı Faruk El Mikta diye birinin Çehre-i Beşer ve Kuttal-ı Hakiki adlı kitabından söz ediliyor. Eminim bu da uydurma bir kitaptır ama insanı tanımak açısından ilginç şeyler var. Engin Bey, okuru resmen merak,düşünme, ilginçlik ve serüven bombardımanına tabii tutmuş. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ama sıradan bir okur nasıl bir sonuç çıkarır tahmin etmek zor. Evet, bu kitabı herkes merakla okur ama herkes anlar mı bilmiyorum. Kitabın en zayıf noktası da burası bence!
Bu kadar yeter şimdilik.
yıkık şeyler yaşadık yaşamı tam soymadık
sevda mukaddes yara yaramıza doymadık
ezik sözcükler verdik yıkık bakışlar verdik
yaşananların adını ikimiz de koymadık
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!