Gidiyorum bu şehirden
Gidiyorum ulan
Ve bu yıkılası şehri,
Bu denizi, denizin kabuklarını,
Bu kumsalı, kumsalın martılarını,
Sana bırakıyorum.
Bir Şirvan dayımız vardı koğuşta bizim
Birde onun çok sevdiği bülbülü
Beraber uyurlardı her geceleyin
Ve beraber karşılarlardı her yeni günü...
Güneşim diye severdi o minik kuşu
Biliyor musun en çok mektuba başlamam gereken hitap şeklinde zorlandım. Sana ne deseydim, anam dedim, canım dedim olmadı. Yavan kaldı sözlerim yani. Sana melek anam diye başlamak istiyorum mektubuma. Oysa sözleri bir arada tutmayı becerebilsem yani bir başlasam sonu gelecekti eminim! Ama sıradan sözcükleri hiç yakıştıramadım sana, yapmacık sözlere konduramadım seni... Sonra sana hiç mektup yazmadığım aklıma geldi, içim burkuldu, canım acıdı...
Bu mektubu sana ötelerden yazıyorum; Yani senin daha önce yaşadığın dünyadan, sesine sözüne hasret, yüzüne hasret, sıcağına hasret gönlümden başlıyorum mektubuma. Seni o kadar çok özledim ki melek anam; Meğer hiç bir kucak seninki kadar sıcak değilmiş, hiçbir acı senin yokluğuna bedel değilmiş meğer. Hiç ama hiç bir hasret senin özlemin kadar yakmazmış içimi.
En acısı, dost bildiklerim, toplanıp bir araya gelseler, senin çeyreğin bile edemezmiş. Bilsen ne zor bunları itiraf etmek kendime ve sana... Gurbet bile gururumu söndüremedi. Hâlâ gururlu, şımarık, küçük oğlunum. Hayır, hayır yavrunum. 'Ben artık yaşlandım ben anam. Yaşlandım ama ihtiyarlamadım diyordum ya sana hep, meğer ihtiyarlamışımda ben anam. Bana oğlum diyordun ya şimdi oğlum demene öyle ihtiyacım var ki melek anam...
Kozlu’ da doğmuşum
Saymayı öğrenmişim, sünnet olmuşum
Babamın dediği gibi yani,
Bende adam olmuşum.
Koynuma alıp yeni pabuçlarımı,
Rüyalara dalmışım.
Uzun bir yolda yürüyorum şimdilerde, neresindeyim dünyanın kestiremedim daha. Bir ayak seslerimi dinliyorum bir de küskün yüreğimin sesini. Yüreğimdeki sevgiyle ve içimdeki çocuğun bana verdiği güçle yürüyorum. Nereye kadar sürer yürüyüşüm bilmem.
Unutulmayan ve de benim unutmadığım bir şeyler var. Kulağımda hala beni uyuturken söylediğin o ninni var mesela. Ne diyordun; “Dandini dandini dasdana / Danalar girmiş bostana / Kov bostancı danayı / Yemesin lahanayı...” Biliyor musun! DANA’ lar bostana gireli hayli bir zaman oldu be canım anacığım. Danalar bostanı yedi de gözü bana diktiler. İzin versem beni bile yiyecekler be anam.
Şimdilerde her adımımı bir öncekinden sessiz ve yavaş atıyorum. Sesimi duymasınlar diye fısıltıyla konuşuyorum. Penceremden izlediğim sen varsın bir de babam var yolun sonunda. Nasip, zamanı geldiğinde belki ulaşırım yanınıza. Rüzgarlı havalarda dışarıya şapkamla çıkıyorum. Sırma saçlarım uçuşuyor esen rüzgarla birlikte dağınık bir halde. Ama aklımdaki düşünceler yerlerinde sayıyor, gitmek istemiyorlar umutlarımın aksine. Acaba gitmeli miyim? Yoksa burada kalıp danalarla savaşmalı mıyım? İnan bana onu da bilemiyorum anacığım.
Ben bilirim karanlığın içinde güneşe hasret yaşamayı
Sevda şiirlerimle aydınlanır dünya
Ateşten korkmaz bu Şiirbaz
Yangınlara yalın ayak yürürüm
Alevlere sarılmış yürek de ne ki
Ben sevda ateşini içimde yaşatmışım
Gecenin bir karanlığında seni düşünüyorum.
Umutlarım tellere takıldı gördün mü
Yarınımı bit pazarında satışa sundum
Beş paraya sattılar haraç mezat
Bilemiyorum neresindeyim dünyanın
Kolye yapacaktım boynuna,
Sahilden topladığım deniz kabuklarından.
Ve deniz kabuklarına sevdamı katacaktım.
Sana olan özlemlerimi,
Sensizliğimi katacaktım.
Eğer sen yanımda olsaydın,
Bir dağın yamacından seyrederim denizi
Dalgalar kumsala yetişmek için telaşlı
Biri var denizi taşlayan dertli vede ağlamaklı
Ellerinde bir demet solmuş kır çiçekleri
Oysa ben rüzgarlara gizlemiştim sevgimi
Her yıldız kaymasında sevdayı dilemiştim
Sen daima iyi ve doğru olmalısın;
Bensizken bile…
Sen bendeki beni yaşatmalısın
Ben yokken bile…
Aydınlık olmalısın ay gibi parlak
Emre mail adresimi biliyorsun haber bekliyorum bye