Elle Tutulur Yalnızlıklara -deneme-

Necdet Arslan
1412

ŞİİR


92

TAKİPÇİ

Elle Tutulur Yalnızlıklara -deneme-

Her birimiz için derin bir kuyudur geçmişte bırakılan yıllar.
Sokağa çıktığımız ilk günden şimdi’ye uzanan o şeritte neler kayıtlı değildir ki!
Çocukluğumuzu geçirdiğimiz köyler, ilçeler ya da şehirler; oralardaki ekonomik, siyasal,sosyal koşullar, ailemizde yaşadığımız acı ya da tatlı olaylar, insanın duyarlık derecesine ve algılayışına göre, o derin kuyular daha da derinleşir daha da büyür. Unutulur mu hiç yaşananlar?
O derin kuyunun en gizemli, en köhne yerinden gün yüzüne çıkmaya can atar. Hiç beklemediğimiz bir anda bir olayla ya da imgeyle usumuza geliverir saklananlar. Ertesinde bunca olayın yıllarca içimizde nasıl saklı kaldığına kendimiz bile şaşarız.
Kendi dilinizden neler neler saklıyorsunuz kim bilir.
Kimileyin; o derinliklerin en koyu dehlizlerinde bekleyen olaylar günlük yaşamımızı da etkiler, ruhsal evrenimizde sarsıntılar yaratarak bizi çok değişik noktalara doğru sürükleyebilir. İşte öyle zamanlarda kimi insan yoğun acılar yaşarken, kimi insan da sanat yoluyla onlardan kurtulma savaşı verir.
Nasıl kurtulacaksınız varoluşunuzdaki bu acılardan? Niçin salmıyorsunuz içinizdeki tatlı çığlıkları?
Boşuna dememişler ‘sanatı acılar besler, geliştirir’ diye. İyi sanatçı, içindeki derin kuyulardan yazarak ustalıkla çıkmayı başarabilir.
Bakmayın Franz KAFKA’nın ‘ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey çok ciddi değildir,demesine. Ciddi olmasaydı yazar mıydı onlarca yapıtı?
Yürümemize ket vuran bu çağcıl-anamalcı evrende, hele de sosyal izolasyona kendimizi taşıdığımız bu pandemi döneminde kabuğumuza çekildiğimiz yerden yeni metinlere sıçramaya daha da gereksiniyoruz. Fransız düşünür Gilles DELUEZE bundan dolayı mı‘insan, yalnızca dünyanın üzücü tarafında oturur’ demiştir? Yaşamlar ve deneyimler üzerine incelikle tuttuğumuz büyüteç en dayanıklı gücümüzdür.Anlatmayı dert edinmiş kişilerin dokuduğu ‘taşra’ ötede gibi algılanan o ‘yakın’ belki de kendimizdir.
İşte oyun size ; bulmaya çalışın içinizde gömülü olan ‘taşra’ları. Emanet verin okurlarınıza onları. Bozduğunuzu söyleyin şeytanla yaptığınız anlaşmayı. Bırakın, yeni bir şeyler yazma zamanına yürüsün sözcükleriniz.
Yeni bir şeylerin çağrıldığını duymak ereğiyle yazıyor ve okuyoruz.Dünyayı anlatma ve görme biçimine en uygun dal olduğu için seçimini öyküden yana yapmış olan Tomris UYAR’a uzanan yolu bundan dolayı aşındırıyoruz; Mezarlarınıza Tüküreceğim, adlı yapıtından uyarlanan filmin galasında kalp krizi geçirerek ölen Boris VİAN’ı bundan dolayı merak ediyoruz. Bir kitap bizi nereye götürür sorusuna ‘elle tutulmaz bir yalnızlığa’ diye yanıtlarken BORGES’e şaşkınlıkla bakıyoruz. Ömrünün otuz yılını BALZAC için belge toplamakla geçiren ZWEİG’e ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Oysa, o BALZAC ki ömrü boyunca elli bin fincan aşırı sert kahveyi uykusunu kaçırması için tüketerek on altı - on sekiz saat yazdığını duyunca bizim de uykularımızın kaçmasına neden olmuyor mu? ‘Her şey bir
kitaba varmak için’ mi yaşamına giren her kadından bir başka etkilenerek en güzel şiirlere imzasını atıyor Baudelaire ?
Yazmasak olmuyor.Bu konuda en çarpıcı itirafı Oğuz ATAY kekelemeden söyler: “Cam kırıkları gibidir bazen sözcükler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır!”
Bundan dolayı, yazmaya odaklanıyoruz.
“Bir insan kilitli olmayan; ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa odada hapistir! Önemli bir duruma nasıl da parmak basıyor Ludwing WİTTGENSTEİN! Geciktiğimizi; ama çok da geç kalmadığımızı söylemek istiyor o derin kuyudan kurtulmamız için.
Hatırla Barbara’yı okuyorum Nedim GÜRSEL’den. Bir yerinde:
“Acılar, sıkıntılar da var elbette; ama yine de hayat güzel. Nazım’ın dediği gibi ‘dünyaya doymak olmuyor.’ Hele hava böyle güneşli, gün uzun, kadınlar ulaşılmayacak kadar güzelse.
Hele de çoğu gitmiş azı kalmış ömrümün…”
Çağının en etkili yazarlarından biridir M. Cevdet ANDAY. Bir şiirinden alıntılanan iki dizeye bakalım: “Yirminci yüzyılı yaşadım / Ertelenmiş bir yüzyıldı bu…”
Giderek hızlanan bir tempoda dünyanın olumlu/ olumsuz değişmesine tanık olduğunu biraz buruk biraz kestirmeden bir söylemle dışa vurmuyor mu?
Siz de anlatmayı dert ediniyor musunuz, yaşadığınız yüzyıldan ırak-yakın neler dokumak istiyorsunuz? Düş gücünüzü harekete geçirerek domatesin bir başka tatlı, eriğin daha ‘can’,cevizin ellerimizi daha çok kınaladığını denizlerin daha duru-mavi; kirlenmelerin yaşamımıza hiç hakim olmadığını; geleceğe umutla bakan çocuklar olduğunuzu… söyleyiniz.
“Bu benim öyküm” diyebileceğiniz aslında bir kuşağın öyküleridir onlar. Şimdilerde, altmışlı yıllardaki biçimiyle var olmayan köyleri yeniden kurup taş döşeli avlusunda ferahlanmayı, büyükçe arka bahçesi olan, iki katlı kerpiç duvarlı evlerimizden gökyüzünü seyretmeyi çok istiyoruz. Yağmur ve toprak kokularının sinmesini istiyoruz üstümüze başımıza.
Ali Haydar ÇAKTA’nın Kutsanmış Hüzünler Atlası adlı şiir kitabından bir solukta okuyorum
aşağıdaki dizeleri : “Çünkü bir kenti sisli ve uzak bir kenti / Kaldırımlarıyla sevmişliğim var benim” Sonra, Cemil KAVUKÇU’nun Angelacoma’nın Duvarları’nda İnegöl’de geçirilen ilk gençlik yıllarının izini sürüyorum. Sorsam bu yaşamlar kendisinin mi benim mi diye, susuyorum nedense! Sihirbazıyla, falcılarıyla, bohçacılarıyla, sigaralara atılan kasnak oyunlarıyla aniden kasabamızın ortasına on-on beş günlüğüne konuşlanan çadır kumpanyalarına akın akın giden insanlardan biri olduğumu düşlüyorum.
Selleşen bir hüznün eşliğinde yer yer gülümseyip coşarak, yer yer öfkeyle kendimizden geçerek gizemine bandığımız anlatı olarak nasıl dalıyoruz o satırlara öyle, bir çırpıda okuyuveriyoruz koca yapıtı. Ama sabırsızca ileri sardığımız, bir yerine göz atmaya geri döndüğümüz oluyor elbette.
Homeros muyuz her birimiz ki,Turuva Savaşı’nı anlattığımız İlyada’yı orta yerinden başlayıp geri dönüşler yaparak daha değişik yazmaya kalkışıyoruz!
O yerlerde, eski zamanlarımızın yaz sinemalarından bakıyoruzdur belki de beyaz perdeye.
‘Makinist sessss…’ diye bağıranların korosunda buluyoruzdur kendimizi.
Anlatılacakların biçimlenmesinde, başlangıçtan şimdiye sağlanan etkin, süreğen katkı, yaşamımıza sığacak ne denli düş, özlem, sevgi, acı, aşk vb. arsa, tüm bunlarla birlikte örüyor
ve ağır ağır çıkıyoruz o yaşam basamaklarını. Uzanıyor değil miyiz içimizde ürperti yarattığı için böyle okumalara!
Doris LESSİNG’im ben. Mutsuz çocuklar iyi romancılar yaratır, diyorum size, anlıyor musunuz?
Beni anayurduma bir daha bir daha götürün n’olur…
Necdet ARSLAN
ŞEHİR Dergisi.(Mayıs-Haziran 2022)

Necdet Arslan
Kayıt Tarihi : 2.8.2022 19:48:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Necdet Arslan