Duvarların Ardındaki Yalnızlık
Hücrenin betondan sesi vardı, yankısı olmayan, donuk bir ses. Güneş, demir parmaklıkların arasından geçmeyi unutan solgun bir misafirdi. Burada, zaman, ne bir takvim yaprağı ne de bir saat sesiydi; zaman, sadece pencereden görünüp kaybolan küçük bir güvercinin kanat çırpışından ibaretti.
O koğuştaki en eski, en sessiz gölgeydi İsmail. Suçu, kimsenin umursamadığı kadar eski, cezası ise herkesin unuttuğu kadar uzundu. Bayramlar geldiğinde, koğuştaki diğer mahkumların sesleri yükselir, telefon kulübesi önünde kuyruklar oluşurdu. Herkesin sesinde bir hasret, bir bekleyiş vardı; bir eş, bir evlat, bir anne.
İsmail ise sessizdi. Ona kimse gelmezdi, kimse yazmazdı. Ne bir "geçmiş olsun" fısıltısı, ne de bir paket içindeki sabun kokusu. Onun kimsesizliği, sadece dört duvar arasına sıkışmak değildi; kimsesizliği, hatırlanma ihtimalinin bile olmamasıydı.
Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle;
aşktan ikmale kaldık...
Bak her sabah bağıran yeni sabaha,
artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş,




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta