Bazen öyle sözler duyarız ki ağzımız açık kalır. Hayran olmamak olası değildir. Aslında bu tür düşünme ve anlama şekilleri bir hiçtir. Çoğu yazar ve düşünme adamları bu yanılmaların devinmesi ile bizlere çok değerli bir düşünce insanı gibi görünen, yanılsatıcı rol modellerdir. Aslında yaşamın ilk anlarından beri bizler, böyle anlama, anlaşılmalara bir iyice yatkınlaştırılmışızdır. Mantık işleyişimiz böyle çalışır.
Bu tür yanıltıcı maymuncuk düşündürmelerle, verili kanalla, çok iyi iletişebiliriz. Ancak süreçler içindeki olgulaşmaları anlamakta ve cevaplar üretir olmakta, tamamen yetersiz kalırız. Bu yüzden analizleri güzel olur ama verimsiz ve başarısız kalırlar. Yine bu verimsiz kalışları nedeniyle toplumlar hep kurtarıcılar bekler. Ya; “Yetiş ya Muhammed, bozuldu zaman” deriz. Ya da; “Sarı saçlım, mavi gözlüm, bir daha gel, gel Samsun’dan” deriz.
Bir toplumun değerlerini yâd etmesin de, bunları anar olmasın da, yanlış ve ters gider bir şey yoktur. Oysa bunlar halkın inanç belleğidirler. Bunlar, belli şartların ürünüdürler. Her şartlar, kendi ürününü, kendisine özgü biçimini de ortaya koyar. Değilse doğa ya da toplumsal işleyişler, bir kes ürettiği ürünü her zaman ve her zemin koşulunda, her derde devadır diyerekten, tekrar tekrar uygulamaya koymaz. Süreç, hep aynı yol araçlarıyla sorunlarını çözmeye çalışmamıştır. Süreçler böylesi bir gündemi de hiç önlerine koymamıştır. Hep farklı önderli sorun çözücülerle yoluna devam etmiştir. Ve kendi zaman zemin devinmesini sürdürmüştür.
Yanlış olan, kendi sorunlarımızı yaratan biz iken, sorunların anlaşılıp çözülmesini kurtarıcılara havale eden de biziz. Kusur bu. Her sorunu, sanki böylesi kurtarıcılarla çözülmesi gereken bir vacibi vücutluk gibi düşünürüz. Ve her sıkışmalarımızda sanki bir kurtarıcı çıkacakmış gibi algılar içinde oluşumuzu, bir işleyişmiş gibi şiar edinir olmamız yanlıştır. Böyle bir beklenti içinde olmamız halinde artık bizim sorumluluklarımız sanki yok gibidir. Bu mantığa göre bizler sıkışacağız, birileri de gelecek; başlarının, gözlerinin sadakası için bizi kurtaracaklar. Saçma tutum olan budur. Bu böyle olsaydı, şimdi olmayan birçok toplum yaşıyor olacaktı.
Ki, bu türden yamultulmuş, çarpıtılmış; işin kendi doğal aslına göre, fantezileştirilmiş maymuncuk işlevli anlama ve bilmelerle toplumsal sorunlara, boşu boşuna cevaplar getirmeye çalışırız. Maymuncuk işlevli algılarla çok iyi anlamalar yaparız da, işin özüne (mahiyetine) ilişkin işleyişleri hiç bilmeyiz. Ya da bu esaslar üzerinde düşünme devinimleri geliştiremeyiz. Bu esasları anlamada çok çok zorlanırız. Hatta bu türden köktenci ortaya konuluşları tu kaka ederiz.
Her olay, kendi köktenci düşünme alanındaki nicelenişlerle ilişkileşirler, süreçleşirler. Söz gelimi bir trafikteki seyrediş olguları, trafiğin kendi güzergâhında, kendi zaman zemin ilişkileşme alan koşullarında devrilir, kaza yapar, ikiye ayrılır, rotu çıkar, tekeri fırlar vs. Değilse araba: ”Kaza yapmak ibadettir' gibi maymuncuk işlevli devinmelerle olay ve olgular oluşturmazlar.
Ama siz bir teker fırlamasını iyi somun sıkıştırılmamasından ya da iyi somun sıkıştırılması yapılmış ama süreç içinde gevşeye bilir olacağı öngörüsü ile rutin kontrollerinizi yapmamış olabileceğinizin hatasal sorumluluğunu, kulağınıza küpe edinebilirsiniz. Ya da teknik olarak somun, saplama kırılmalarının olası durumuna göre davranış geliştirmiş olmamanın katlanmasını, bilinç ediniyor olmalısınız.
Şimdi, bu kadar girişten sonra, birkaç çok büyük yanılgılar taşıyan cümlelerin eleştirisine döneyim. Bu tür cümleler, kendisi ile alakasız ama çağrışımlı olan manidar anlatımlar üzerin oturtulmuştur. Yanıltıcı olurlar. İnsanlarda ters düşünce vurumlar var eder. Sosyal ve toplumsal çıkılmazlıkları biriktiren söylemlerdir. Oturtuldukları temel anlayış, kendisiyle temel ana konu esası içinde değildir. Ama ana konunun kıyı ve köşesinde ancak olabilen; yanılsamacı, maymuncuk işlevli, düşünmelerden birkaç örneği inceleyelim.
En bayıldığım ve eminim duyan herkesin de çok beğeneceği, hatta üzerinde uzun uzun anlamlar geliştireceği bir yanılsamalı maymuncuk işlevli düşünme söz de; “demokrasi adaletin temelidir” aforizmasıdır. Tabii ki siz de ne var bunda canım, ne kadar doğru bir söz diyorsunuzdur! Geçenlerde bir ceza savcısı, yazar, televizyonda bu ve bu gibi sözleri ballandıra ballandıra uç uca ekleyerek ne kadar sofistike oluşla, bilmem kaçıncı kesin icraatını yapıyordu!
Sırf duyulan sözler, sizin kafanızdaki güzel çağrışımları su yüzeyine çıkarıyor olması ile mantıksal doğru ve ilişkin doğru, olamazlar. Toplum içinde demokrasiden referansla, adalet geliştirilemez mi? Elbette geliştirilir. Ama bu bizim suizannımızdır. Soyut düşünmelerin olayları ters yüz edebilme yeteneğidir. Yani reel hayal bulanıklığınızdır. Bu tür ifade şekilleri tıpkı; “ beyin zekânın temelidir” demekle eşdeğer anlamlılıktır. Tam bir kör bilmezliktir. Ya da olgu ve olayların tarihsel sahne alışlarındaki beliriş sırasını karıştırmaktır. Temelin üzerinde olanı (çatıyı) , temel yapma karıştırmanızın vehmidir.
Beyin zekânın oluşturucusu değildir. Zekâ ve diğer işlev durumlar beyni ortaya koymuşlardır. Doğada beyinsiz zekâlar vardır. Zekânın en basit anlaşılır şekli DNA’lar düzlemindeki var oluşların etkime ve giriştirmeleridir. Sırf DNA'dan (beyinsiz olaraktan) oluşmuş bireyler, beynimizi durduracak denli zekice bir işlevleşmeyle milyarlarca yıldır yaşamını sürdürmektedirler. Hatta kendilik olgunlaşmayla hiç ölüp dünyaya ceset bile bırakmazlar. Tüm viral süreçler de, asıl zekânın (Uyumlaşmanın) belirmesidir.
Yani demek istemem şudur. Tarih sahnesinde ve evrimsel oluşma süreç aşamasında zekâ, beyinden öncedir. Çeşitli işlev zekâ entegrasyonları ilişkileşmesi ile beyin, ana kumanda hüviyetine bürünerek işlevleşmesini ortaya koymuştur. Yani beyin zekâ temeli üzerindedir. Yol böyle alınmış süreç bu kaideye göre işler. Akılınızla, soyutlama gücünüzle, siz bunu ters yüz edebilirsiniz. Yani beyni temele kor, üzerine de zekâyı oturtursunuz.
Ama kendi bilmelerinizi doğaya uyguladığınızda, bunun böyle işlemediğini acı acı görürsünüz. Değilse beyin, zekâya temel olan bir olgu değildir. Bundan ötürüdür ki süreçler için de beyin zekânın temeline oturamaz. Başlangıçta beyin, zekâya yol aldırmamıştır. Beynin hacmi, zekâ entegrasyon birliklerinin ve diğer girişmelerin, ilişkileşir olan, seçme ayıklama ilkesel oluşabilmesiyledir. Entegrasyon beyni giriftleştirirken, giriftlikler işlevi, işlev gen kılar. Beyin de artık süreçte çok etkindir. Çatı bir kez ortaya çıkınca temelle ilişkileşmek, karşılıklı gelişmek zorundadır. Zekâ girişmesini çekerseniz, beyin çöker.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 5.4.2010 00:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)