Yüce Tanrı'nın insanlar tarafından Hiçbir zaman anlaşılamayacak bir belirim olarak daima var olacağını bilmeliyiz. Tanrı bilinemezdir. Ancak evrensel bilgimizle geliştikçe, birlikte bize idrak olarak yansıyacak, değerlendirme olarak, sınırlı bilmelerimizle, bizde Tanrı kavram ve mevhumları, bizde daima oluşacaktır. Bizim bu kişi kanılarımız Tanrı'dan arîdir. Ama bizde yine de, bir sezim sel anlama ve öznel kavrayışlar olarak, kişi aidiyetleşmesinin evrensel, var oluşuna kaim olacaktır. Bu bir mutlak, olanın öznel kavranmasıdır.
İşte bu ikinci anlayıştaki, anlamalarımız: bizi; küme, cemaat, grup gibi pek çok çekim alanlarında ortak anlayışlarla belireceği gibi, bu kanılarımız tamamen kişisel ve öznel kanı olacaktır. Aykırılıklarda olacaktır. Çünkü akılın işleyişi, sizin beyinsel anlama, yorumlama, işlemleşme kalıplarınızın kategorik zenginliğine özgü olacaktır. Bu sizin oluş yapılanmanıza bağlı olarak, kişisel ve çevresel zenginliklerden dolayı, zorunlu farklı anlamalar demektir. Her akıl kendi kalıbına göre, kendi kanı ve tutum lamasını yapacaktır.
Örneğin Yüce Tanrı'nın evreni, değişme ve çelişme üzerine, olumsal kıldığını bir ortak akıl olarak düşünmek olasıdır. İkinci bir yan olaraktan da, sorumluluklar alan bilinci olabileceğidir. Bu sorumluluklarımız da; doğaya karşı; topluma karşı ve birbirimize karşı olabileceği hususlarıdır. Sorumluluklarımızdan ötürü, haksız ve ihanet içinde oluşumuz halinde, sorumluluk gereği; sorumlulukların maddi manevi cebir göreceğini bizler ortak kanı olarak taşıyabiliriz.
Tüm bunlar sizin; içinde yaşadığınız ilişkilenme biçimlerine göre geliştirilecektir. Yine buna bağlı olarak, insanların aklı işletir olmasının ve soyutlama gücünün, sınır tanımayan var bulunması nedeni iledirler. Ki biz, çok farklı öznelliklerin de içinde olacağızdır. İnsan, nesnel gelişmeleri ile bilgilendikçe; sorumluluğu da artmaktadır.
Aslında Yüce Tanrı'nın belirişini biz, ne kadar çokça zengin ve yine çokça çeşitli anlamlandırırsak, Tanrı anlayışına uygun olacağı kanaatindeyim. Tanrısal alan olamlar alanıdır. Örneğin, Tanrı'yı, muktedir güç olarak değerleriz. Ama bu muktedirliğin içine, Tanrı'nın evrimsel bir olamı da süreçleyeceğini düşünmek bile istemeyiz! Erdemlerimiz dahi, bu alanların, davranışındaki süredurumsal, sınırlı sorumluluklarımızla, vebalimiz olacaktır. Hem de, birinci alanın, hemen yanı başında. Birde kendi iç hesaplaşmamızla, sadece kendimizin bilip duyacağı, öznel duyuş sorumluluk vebalimiz de, ikinci bir alan olarak belirecektir. Yani idrakten, idraki oluşun sorumluluğu olacaktır. Sorumluluklarımızın somut, güncel, carideki cebriliğinin yanı sıra, soyut, manevi duyuşlu cebrini de içerebilecektir.
Okura şöyle bir hatırlatma, daima göz önünde bulundurulur bir yararlılıktır. Bir çağda ve bir sistemde veya toplumda; şu şudur derken; Hiçbir zaman sipsivri o; o, değildir. O devirlerin; zulümleri, adaletsizlikleri, birbirinin gözünü oymaları, birlerinin birilerine kendi inancını veya dinini dayatması gibi bir yığın olumsuzlukları da vardır. İstisnasız, her dinde, her toplumda, iyi gelişmelerin yanı başında, beraberce bir arada ve daha çok olaraktan da, zulümler de var bulunmuştur. Yani olumsuzluklar, olumlulukların hemen yanı başında ve daha çoktur. Bu nedenle inançlardan sağlanan ufacık bir olumluluk bize çok büyük gelip, o olumsuzluğu duyguca bastırmıştır. Onca işlem ve emekten sonra, bir gram altın bulmanın değerli oluşu gibi bizde duygular coşması yaratabilmiştir.
Hiçbir şey, bir kalem değildir. Ve hiçbir şey olmasın ki, kendinden önceki yapı içinde, az çok; ortaya çıkıp gelişmemiş olsun. Her toplumsal düşünce ve olgu, kendisinden önceki süreç içinde oluşarak meydana çıkar. Her düşünce ve olgu, kendisini geliştirecek olan yolun, kendinden önceki sistemlerin içinde, toplumun, toplumların; gelişmesi içindeki adımını mutlaka bulur. Yani insanlar gelişme çizgilerinin düzeyinin hamlığını taşıyordu.
Ama ne İsa'nın dediği gibi, dalalette idiler, ne de İsa' bu insanların, hiç vakıf olmadıkları bir şeyi bunlara söylüyor olacaktı. Sadece İsa ve İsa düşüncesi, etrafında kartopu biriktirerek, yuvarlanan çekirdek olma vasfını taşıyordu. Kendisinden önceki, düşünce ve bilinenler böylece şekillenip sistemleştiriliyordu. Yani İsa yolu belirliyordu. Yol da, yürümenin şekil ve biçimini olgunlaştırıyordu.
Monoteist ve politeist dinli toplumlar birbiri ile kıyaslanırken, önemli olan; bu kültürlerin ne türden olumlu ya da olumsuz gelişmelere kaynaklık ettiğini belirtmektir. Ve yine ne türden, gelişme ve olanaklara yol verdiklerini söylemektir. Bunları açık yüreklilikle ve önyargısız belirtebilmek; düşünce gelişmesi ve özgürlüğü açısından ortaya koymak, hem kendimizi dev aynasında görmemizi engeller; hem de, bazı boş ezberlerimizi bozmak, çok önemlidir.
Örneğin, biz; hoşgörüyü monoteist anlayışların getirdiğini sanırız. Ya da, bizlere öyle kabul ettirilmiştir. Örneğin; Kâbe’de 360 tane putun barış içinde birbirini anlar bir kabul edişle, yan yana; bir panteon içinde, gürültüsüz patırtısız, hoş görü içinde durduğu hiç aklımızın ucuna bile gelmez. O insanlar bunlar için bir birinin gözünü de oyuyor değillerdir.
Toplumsal gelişme ve ittifaklar; zorunlu merkezi otorite gereği, zaten totemleri hıyerarşik (ast üst-aşama ilişkisi, örgüleşiş) sıraya sokmuştu. Çünkü bizim bilinçaltımızın işlemesi, o; 360 tane putun kırılacağı günü beklemeye hazırlanmıştır. Toplumun bu tür ilişkisel birlikteliğinin, barışla sürer olmasını düşünmeyiz bile, düşünülmesinin önü kapanmıştır. Böylesi bir panteon başarılmışsa bu o gün için görülmesi gereken bir demokratik temayüldür.
Sadece bu mu? Hayır, örneğin Roma'da M.Ö. 27'de Agrippa tarafından yaptırılan tapınak bir panteondu. Yani tüm pagan (köylü) tanrıları, Roma'nın ele geçirdiği, önemli ülkelerin, önemli tanrıları, burada ibadet için açık tutulup sergileniyordu. Yani panteon; antik Roma'nın, tüm tanrıların bir arada oluşunu sağlamak için yaptığı amaçlı bir gerektirmedir. Tüm tanrıların tapınağıdır. Tıpkı eski Kâbe gibi. Ve bu tür panteonlar kültürlerde vardır.
Bu hoşgörüyü eş deyişle müsamahayı görmeden; hoş görü monoteist dinlerle gelmiştir demek, tam bir yalandır. Üstelik monoteist dinlerin hoşgörüsüzlüğü, kendisinde bir hak ihdası yapması, mevcut politeist anlayışları yakıp yıkmış, kılıçla dağlamıştır. Bunların Hıristiyanlık dönemindeki kısa bir kronolojik dökümü, 9. bölümde verilecektir.
Politeizm, zaten çoklaşma, zıtlaşma, çoklaşarak bir arada olan, sosyal, tinsel düşünsel yapılanıştır. Monoteizm ise tekleşen, yekpare olan, çoklaşana karşı olan, bir örnekleşen merkezi otorite kuran, bir sosyal, tinsel düşünsel yapılanıştır.
Bu böylemidir. Kesinlikle hayır. Yüce Tanrı evreni, çoklaşan çelişkileşen, değişen gelişen, bir süreçleşme; olgu ve olmalılığı üzere yaratmışa benzemektedir. Şu anda bilinen görülen bu. Üstelik Yüce Tanrı insanları da bir örnek yaratabilecekken hiç de öyle yaratmamıştır. İşte böyle var oluş, çelişkileşmekte bu yaratılışta, kimse kurtulamamaktadır. Dinsel düşünceler de dahi bundan kurtulamaz!
Burada yazarın dinlere, bir dinsel anlayış disiplini içinde değil de; bir düşünce çeşitlenmesi, bir anlayış doğurganlığı, bir toplumsal yapı ile ilgili düşünsel gelişme ve düşünsel evrim olarak baktığı, hatta bazen halksal yapının önünde ve ilerisinde kurgular içerdiği biçiminde baktığı lütfen unutulmasın.
Şimdi biz dinlere bir düzenlenişli düşünce sistemi olarak baktığımızda, monoteist dinler, bir Tanrı anlayışı çekirdeği etrafında ama yine çelişen çoklaşan bir düşünsel edimsel politeist görünümdedir. Bir dinin birçok mezheplerde dahi, Tanrı'nın bir mezhepte söylediği anlayış ve yaptırımı, diğerinde sanki başka tanrı diyor gibi yok hükmündedir.
Ve birli görünüm altında çoklu yapı sürmüştür. Bugünkü yapıya iyice yakından odaklaşarak bakıldığında, monoteist anlayışların ikame edildiği günlerdeki anlayıştan, bazı ibadeti biçimsellikler hariç, çok çok farklıdır. Hatta kutsal kitapların yorumunda çok çok farklıdır.
Her bir yorumdaki, yanlışlar fark edilince, her ne kadar öyle değildir; sadece bir yorumdur dense dahi, bunlar farklı Tanrı buyruğu gibi olmaktan kurtulamaz. Ya da Tek Tanrı, neden aynı şeyden, hepimizin aynı şeyi anlamamızı istememiştir de, sanki farklı Tanrı anlayışları, farklı Tanrı yorumuyla konuşuyormuş gibi, bir yığın yorumlara gidilir, bilinemez! Efendim, her kutsal söylemde bu böyle değil, müteşabih (yorumlu) kelamlarda bu böyledir dense de, bir yığın açık, muhkem kelamlarda da, anlaşmazlık, yorum ve anlayış, farklı uygulamalar kıyasıya sürüp gitmektedir. Biçimsellikler bunun cirit ata geldiği çıkış noktaları olmanın yaslanacağı deliller olmuştur.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 16.10.2008 11:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!