Zamanı öteleyemiyorduk, önümüze konanı çalakaşık yerken sahipsizliğimizi sahiplenmeyi bile becermedik. Hırçınlıkla kabaran dalgalar gibi sakinleşmek için sığınacak sahiller aradık.
Sözcüklerle giydirdiğimiz duygularımızı gözlerimizle okşayamıyorduk. Sessizliğin ayak basmadığı topraklarda çığlık çığlığa dolanıyorduk. Çünkü sevgimiz tuz tadındaydı. Acılarımız sessiz kalmayı beceremiyorduk.
Dilimizde üşüten sözcükler dökülüyordu. Gece yarısının sokaklarında, yalnızlığın kollarında acı bir özgürlüktü yaşadığımız. Tırmanmaya çalıştığımız çukurların en alçak yerindeydik.
Dünyadan dışlandığımız zamanlarda dile dökemediğimiz güzelliklerin yaraları ile yaşıyorduk. Özlemlerin ötelendiği konuşmalar kulak sesimizde yankılanıyordu. Kendi içimizde bir yerlerdeydik. Bazen bir rüzgârın sesinde, bazen bir serçenin gözlerinde, bazen de topraktaki su birikintisinde çamurla yoğruluyorduk.
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan