Yalnız bin Ses'im Şiiri - Gulê Bahar

Gulê Bahar
65

ŞİİR


19

TAKİPÇİ

Yalnız bin Ses'im

Kendinden olma O zalim,
Sessiz itaatsizliğiyle eşeler yenilgilerimin toprağını.
(Karşımda) bin boşluk daha!

Gene!

O zalim,
Bilinmezlik kaygılarıyla koparmış geleceğimin ipini.
Üzerine oturuyor yataklardan bozma kanepelerimin çukurunda.
Kendi tavanını dikiyor ışıksız gözlerimin iğnesiyle.
Ve evet… 
Hızlı hızlı çarpıyor kalbim.

O zalim,
Paniklerle atağa geçirmiş bilincimin dikenlerini.
Sonrasında karanlıkları taşıyor sokaklarımın gizemlerinde.
Vücudu dönüşüyor nihaî kendisine.
Ve evet... 
Yavaş yavaş sakinleşiyor kalbim.

O zalim,
Sütten yoksun göğüslerle yaratmış ateşten olma aşkımın anahtarını.
Şimşekleriyle inliyor ekmek kapılarından bozma atölyemin tahtalarında.
Zihni yok oluyor, duyumsamalarımın sayesinde.
Ve evet… 
(Karşımda) Bin ben daha!

Gene!

Sahanda yumurta gibi demleniyorum sofra köşesinde ve
Hafiften soğumaya bırakılmışım.
Gözlerimde taze mayalanmış tuzlu hamur dinleniyorken,  
İçime içime doğranacak tandır ekmeğine hazırlanıyorum.
Sade gönül yağının teresi kalakalmış üzerimde öylece. 
Yarımım ve yakmışlar beni dibimden.
Çekiyor O zalim,
Ilık Sesimi derinlerimdeki sert kıllarımdan.
Kaçıyorlar gerisin geri, 
Yalnız dönmemeye yemin ederek kaçıyorlar zalimin zulmleri.
Kendisinden erteleyerek Kendini,
Büyük konuşanlara cevaben derim ki: 
“Bugün olmaz ise belki yarın doğar güneşiniz.
Bol şanslar sizlere...”.

İstemiyorum arkamda kalmış geçmişin hülyasını.
Tokun halinden ne anlar aşk zaten.
Aşk aç, ben halsiz...
( Karşımda) Aşk...bin defa Aşk.

Gene!

Bereketten hisleniyorum sana.
Bereketten yaş alıyorum sana.
Dökülesin diye, 
Hayallerle küreklenmiş boynumun “gönül çukuru” na.
Kırmızı aç gelinliğim gönülden hazır, 
Vücudumdaki  devr-i daimine.
Tam bu sırada,
Beyaza sığınmış caşlar dile gelir saçmalıklarından:
“ Devam et daimine sen bakire! Böylelikle ruhun gelecektir Kendine!”
Övgülerini yitirmiş delilere cevaben derim ki:
“ (Karşımda) Bin yalan daha”!

Gene!

Kimseler farkında değil durumumun, 
Durumun vehameti ortada.
Gecelerimde ikamet eden çöl dilleniyor
Ve evet...
Soğuğa kesiyor tüylerim.
( Karşında) Bin ben daha!

Gene!

Neden bilmem,
Belki de yorulmuştur O ben, kendisinden.

Söküyorum tavanımdan ilmek ilmek,
Zalimden hatıra dikişleri.
Nihayet dolu dolu gözbebeklerim ışıklarla.
Aralıyorum karanın binbir gücünü ellerimle.
Gereksiz zihin, binbir şüpheden kırılgan.
Kumaşlarım gibi utangaç değil bu his, sadece dengesiz.
Sarsıla sarsıla atıyorum adımımı bilinmeze.
Tam şaşacakken etik Kendi yolundan,
Tam cehalet tutacakken ruhumdan,
Alnının beyaz lekesiyle beliriyor kanatlı, dört nal Zulm.
Kavrıyor birden öksüz belimi ve
Yeleleri simden atının sırtına atıyor beni.

Atam oluyor O görünmez yüz,
Benden öncesi sorgusuzlaşıyor.
Nefesi atanım oluyor üst üste kurulu yedi aleme.
Asla kesilmeyene, sürekli değişen hallere, renklere bulanıyor cihan üzerine çöken cihanlar,
Sıfatlardan azade.
Simden ipek örtülüyor tepeden tırnağa üzerine bedenimin.
Kumaşlarım gibi ağır değil bu his.

Peki nedir bu sevinç?

Umursamazlıkla ortadan kayboldu zaman.
Zamanın yok oluşudur huzur.
Ellerimde değil ateş kömürünün maşası hâlâ,
Ve evet,
Böylelikle çıkıyorum fikrin anımdaki kontrolünden. 

Kontrol özgür kıldığında kendisini Kendinden
O, vakittir yakan tüm ışıkları korkulara.
Vakittedir suyun durduğu unsur.
Başlangışların sebebi değil miydi zaten bu korkular...
Sonsuzluğun tadı hakkını alır O an’dan.
Çığlıklar Tekbire dönüşür ve der kı:
-“Çıkarın beni buradan!’
Çığlığa son sözlerim olur:
-“Hadi durma! Nefes al!”
Hızlı hızlı çarpıyor kalbim...

(Neden bilmem,
Belki de yorulmuştur O ben kendisinden).
.
Kendisi yabancılığından düşüyor olsaydı eğer Kendinin koynuna,
En fesat sesiyle yalvarırdı kendisi bana:
“Lütfen bırak! Rahat bırak beni burada”!

Tam vazgeçişe yöneliyorken, 
Tam o sırada zalimin ayakları asılı kalıyor güneşimin aynasında.
Tepetaklak görünüyor ve alemler iç içe geçiyor.
Gülüşlerimle soğuyorsun,
Ve evet, 
Yaraşıyorum ayrılıklarının sıcağına.
(Karşında) Bin ben daha!

Gene!

Suskun ve yangına aşık gül gözlerim sellerle akıyor sana.
Divanesi oluyorsun terimden kokladığın telaşlı iklimlerin.
Tövbekar oluyor, dize geliyorsun.
Ama ne çare...
Artık çok geç, erken uyandın yarınlara.
(Karşımızda) Bin yalvarış daha.

Gene!

Hatırasın sen bilincimin alt çekmecesinde; Zalim olan!
Anımsıyorum askerlik mektuplarında gurbetlik çağının genç ve saldırgan saflığı...
Postalar güvercinleri yedi,
Ve evet, 
Bir mühürle bir yazıcıya mahkum edildi zaman.
Unutulmak istemeyen konuştu:
“Kaçıp kaçıp et parçalı kan tellerinden, özlemle öpmek istiyorum teninin kara saflığını!”
Ve evet,
Yanılsamalara teslim oldu yeniden.
Kendi payına sadece kendisi düşmüş olan Zalim.
(Unutulmak zor geliyor insan olana)

Bebek salıyor her yeri
Ve evet,
Tanınmıyor vahvahlı ellerimdeki zahmeti derdinin.
Sanadır sözlerim, tanı beni:
“Bir bebeğe gebe olmasam dahi, ne kadar piç kalemzâde varsa hepsi kağıtlarımdaymış zati…”.
Gerisin geri yüzüme çarpan korku ve pişmalıklarla yazmışım onları.
En vah sesimle üflüyorum can dudaklarına.
Buz nefesim çekiliyor gerçeğe,
Ve evet,
Mevzuya davettir her ufalış! 
Küçülüyorum tülden olma perdelerimde.
(Karşımda) Bin doğuş daha.

Gene! 

Bir defa daha sarı kırmızıya bulanıyor
Ve evet,
Yalnız bırakılıyor bin Sesim.
Turuncu bir hakikatle uğurluyorum seni ey  kartaloş Sesim.
(Karşımda) Bin hasret daha.

Gene!

'Yanılsama' geçicidir, zira 'olmuşluk' sürekli değişir.
Yaşasın değişken sansasyonlarım,
Ve evet,
Onlar denk düştükçe birbirine, 
Ben var ile yok arasıyım. 
Martılara vurarak kargalara teslim ediyor Kendi'ni
Ve evet, 
Bin kez daha yalnızdır Ses'im.
Tanesi kuru kumların rüzgar sevişleridir üşümeler,
Ve evet,
Her titreyiş ekosudur aslolanın. 
(Karşımda) Bin gerçek daha.

Gene!

Kaniş köpekler misali havlamayın etrafımda, 
Bir halt edebilecekmişsiniz gibi!

Tamda genel-geçer, basit bir zât olduğunun farkındalığına erişmişti ki, 
Tamda sessizliğindeki asaletin, hiçbirşey etmezliğinde sürecekken huzurunu,
'Çok özel olduğu' yanılgılarıyla çalıyorsunuz hikmetini bilincin.

(İkiye ayıramıyorsam kızıl denizleri, hep bu yüzden!).
 
Tamda O aydınlanmaya göz dikmiş bilinç,
Ben’im olma fikrine hazırlanıyorken, 
Tamda O an yolumun orta yerine bırakıveriyorsunuz acınası pisliklerinizi. 
Ey'siz zalimler el çekin yolumdan! 
(Karşımda) Bin zalim daha.

Gene!

O Zalim, 
Varlığını ışıkta doğurur,
Yokluğunu karanlıkta diriltir.
Vardan varolmadık ki. 
Hatırlarsan yoktan yaratıldık. 

O zalim,
Tacını düşünürken kaybetmedi mi?
Düşünmek deiğildi sadece mevzusu,
Düşünceye takılı kalmaktı.
Kanatlanır hücrelerim ve yazmadığım hikayelerde canlanırsın.
Düşünceden kurtulanındır yoktan varlık.
Düşünmüyorsam seni, sürekli var ol diye içimde.
(Karşınızda) Bin var ile yok daha.

Gene!

Bahaneler sunacaksın çalışmayan ellerine,
Ve evet, 
Bana kıyamamakla veriyorsun Kendi vicdanının hesabını.
Sözler içine sinmeye sinmeye diziliyor: 
"Kıyamadım sana..."! 
Sesime kıyabilicek cesareti kimler çaldı bu ozanlardan? 
Hayır, yanlış yerde söndü bu soru:
“Sesimdeki kızgın ürkekliğimi hangi aşık  dindirebilirdi?
Kıyarak gönlümün sadesine hangi bahane var edebilirdi beni ve yok olabilirdik beraber...seninle...”?
Arkamıza sakladığımız gururlarımızı katlederdik belki o vakit... beraber...
Kıyamıyorlar bana, 
Tıpkı benim kıyamadığım gibi doğaya.
Taşınması güç bir yüke dönüştürülüyorsam eğer senden ötede,
Hep bu sebepten değil mi zaten. 
Ben de kıyamıyorum Kendi'min doğasına,
Kaybedilme korkusuyla.
(Karşımda) Bin 'Kıyamadım sana' daha! 

Gene!

Alışkanlıklar bırakılırken bir tarafa,
Kör ederler gözleri.

O kadar ‘özelim’ ki, 
Kaybetmekten korkmuyorsun beni, öyle mi?
Ne sakat bir dilammasın.
 
O kadar ‘parlak’ bir taşım ki, 
Sömürgelerin dahi istemiyor beni.
Ne acınası bir sancısın.
Paralel evrende ıslanmış, küçük bir kediyim,
Ve evet, 
Kıyamıyorlar bana!
Çok özel olup olup, tekbir özelliğin olmamasayım. 
(Karşımda) Bin 'Kıyamadım sana' daha!

Gene! 
 
O kadar ‘naziğim’ ki, 
-misal ‘aydınlık’ kadar. 
Parlayan dişleri var canavarlarımın .

O kadar ‘özelim ki, 
"Bi görsen kaçarsın,
yakar karanlığı" dedikleri benim.

Gelir geçer yanılgaların aslında bunlar.
Görür görmez inceden kaçışların benden,
Sözde beni incitmemek adına.
(Karşımda) Bin samimiyet daha.

Gene!

Tavanımdaki şimşeklerden boşalınca derinin yağı, 
Tane tane kesiyor sözsüzlüğün  canımı. 
Hani böyle kırık kırık esiyor gezgin rüzgarın. 
Ne de hicivli benzetmeler yapıyorsun soluğuma,
Ama bunlar sırf Ses’ime yaranmak için.
Yalancı Zalim seni! 
Kulaklarım duymuyor dinlerken seni.
Amma da şakırdadın asfaltımda!
Aralıksız sigara içmek istiyorum, 
Bulanırken midem iğrenç dumanlarının altında.
Hani hastasıydı trenler kömürlerine...
Dişlerin gibi caddeler ve 
gıcırdıyorlar kaçak arabaların peşinden. 
“Kendimle savaşıyorum” diyerek 
Mırıldanıyor gece yarıları sahipsizliğin,
Ve evet, 
Kesik kesik nefes alıyorsun zift derinde. 
(Karşında) Bin yangın daha!

Gene!

Benim, yalvarıştan.
Benim, doğuştan.
Hasretim, gerçekten.
Zalimim, var ile yoktan.
Kıyamayışım sana, samimiyetten.
Kıyamayışım sana, yangınımdan.

Rahata köle Tanrı der ki:
"Bitti işimiz, 
Doyurduk bugün de 
Biz Tanrıçamızı!".

(Gerçek daimi değişir, siz gene de aldırmayın fazla duyduklarınıza. 
Ne de olsa sözlerim,
O ermiş, bilgi kibelesi şeytandan alıntıdır). 

Gulê.
yalnız bin Ses’im 

Kendinden olma O zalim,
Sessiz itaatsizliğiyle eşeler yenilgilerimin toprağını.
(Karşımda) bin boşluk daha!

Gene!

O zalim,
Bilinmezlik kaygılarıyla koparmış geleceğimin ipini.
Üzerine oturuyor yataklardan bozma kanepelerimin çukurunda.
Kendi tavanını dikiyor ışıksız gözlerimin iğnesiyle.
Ve evet… 
Hızlı hızlı çarpıyor kalbim.

O zalim,
Paniklerle atağa geçirmiş bilincimin dikenlerini.
Sonrasında karanlıkları taşıyor sokaklarımın gizemlerinde.
Vücudu dönüşüyor nihaî kendisine.
Ve evet... 
Yavaş yavaş sakinleşiyor kalbim.

O zalim,
Sütten yoksun göğüslerle yaratmış ateşten olma aşkımın anahtarını.
Şimşekleriyle inliyor ekmek kapılarından bozma atölyemin tahtalarında.
Zihni yok oluyor, duyumsamalarımın sayesinde.
Ve evet… 
(Karşımda) Bin ben daha!

Gene!

Sahanda yumurta gibi demleniyorum sofra köşesinde ve
Hafiften soğumaya bırakılmışım.
Gözlerimde taze mayalanmış tuzlu hamur dinleniyorken,  
İçime içime doğranacak tandır ekmeğine hazırlanıyorum.
Sade gönül yağının teresi kalakalmış üzerimde öylece. 
Yarımım ve yakmışlar beni dibimden.
Çekiyor O zalim,
Ilık Sesimi derinlerimdeki sert kıllarımdan.
Kaçıyorlar gerisin geri, 
Yalnız dönmemeye yemin ederek kaçıyorlar zalimin zulmleri.
Kendisinden erteleyerek Kendini,
Büyük konuşanlara cevaben derim ki: 
“Bugün olmaz ise belki yarın doğar güneşiniz.
Bol şanslar sizlere...”.

İstemiyorum arkamda kalmış geçmişin hülyasını.
Tokun halinden ne anlar aşk zaten.
Aşk aç, ben halsiz...
( Karşımda) Aşk...bin defa Aşk.

Gene!

Bereketten hisleniyorum sana.
Bereketten yaş alıyorum sana.
Dökülesin diye, 
Hayallerle küreklenmiş boynumun “gönül çukuru” na.
Kırmızı aç gelinliğim gönülden hazır, 
Vücudumdaki  devr-i daimine.
Tam bu sırada,
Beyaza sığınmış caşlar dile gelir saçmalıklarından:
“ Devam et daimine sen bakire! Böylelikle ruhun gelecektir Kendine!”
Övgülerini yitirmiş delilere cevaben derim ki:
“ (Karşımda) Bin yalan daha”!

Gene!

Kimseler farkında değil durumumun, 
Durumun vehameti ortada.
Gecelerimde ikamet eden çöl dilleniyor
Ve evet...
Soğuğa kesiyor tüylerim.
( Karşında) Bin ben daha!

Gene!

Neden bilmem,
Belki de yorulmuştur O ben, kendisinden.

Söküyorum tavanımdan ilmek ilmek,
Zalimden hatıra dikişleri.
Nihayet dolu dolu gözbebeklerim ışıklarla.
Aralıyorum karanın binbir gücünü ellerimle.
Gereksiz zihin, binbir şüpheden kırılgan.
Kumaşlarım gibi utangaç değil bu his, sadece dengesiz.
Sarsıla sarsıla atıyorum adımımı bilinmeze.
Tam şaşacakken etik Kendi yolundan,
Tam cehalet tutacakken ruhumdan,
Alnının beyaz lekesiyle beliriyor kanatlı, dört nal Zulm.
Kavrıyor birden öksüz belimi ve
Yeleleri simden atının sırtına atıyor beni.

Atam oluyor O görünmez yüz,
Benden öncesi sorgusuzlaşıyor.
Nefesi atanım oluyor üst üste kurulu yedi aleme.
Asla kesilmeyene, sürekli değişen hallere, renklere bulanıyor cihan üzerine çöken cihanlar,
Sıfatlardan azade.
Simden ipek örtülüyor tepeden tırnağa üzerine bedenimin.
Kumaşlarım gibi ağır değil bu his.

Peki nedir bu sevinç?

Umursamazlıkla ortadan kayboldu zaman.
Zamanın yok oluşudur huzur.
Ellerimde değil ateş kömürünün maşası hâlâ,
Ve evet,
Böylelikle çıkıyorum fikrin anımdaki kontrolünden. 

Kontrol özgür kıldığında kendisini Kendinden
O, vakittir yakan tüm ışıkları korkulara.
Vakittedir suyun durduğu unsur.
Başlangışların sebebi değil miydi zaten bu korkular...
Sonsuzluğun tadı hakkını alır O an’dan.
Çığlıklar Tekbire dönüşür ve der kı:
-“Çıkarın beni buradan!’
Çığlığa son sözlerim olur:
-“Hadi durma! Nefes al!”
Hızlı hızlı çarpıyor kalbim...

(Neden bilmem,
Belki de yorulmuştur O ben kendisinden).
.
Kendisi yabancılığından düşüyor olsaydı eğer Kendinin koynuna,
En fesat sesiyle yalvarırdı kendisi bana:
“Lütfen bırak! Rahat bırak beni burada”!

Tam vazgeçişe yöneliyorken, 
Tam o sırada zalimin ayakları asılı kalıyor güneşimin aynasında.
Tepetaklak görünüyor ve alemler iç içe geçiyor.
Gülüşlerimle soğuyorsun,
Ve evet, 
Yaraşıyorum ayrılıklarının sıcağına.
(Karşında) Bin ben daha!

Gene!

Suskun ve yangına aşık gül gözlerim sellerle akıyor sana.
Divanesi oluyorsun terimden kokladığın telaşlı iklimlerin.
Tövbekar oluyor, dize geliyorsun.
Ama ne çare...
Artık çok geç, erken uyandın yarınlara.
(Karşımızda) Bin yalvarış daha.

Gene!

Hatırasın sen bilincimin alt çekmecesinde; Zalim olan!
Anımsıyorum askerlik mektuplarında gurbetlik çağının genç ve saldırgan saflığı...
Postalar güvercinleri yedi,
Ve evet, 
Bir mühürle bir yazıcıya mahkum edildi zaman.
Unutulmak istemeyen konuştu:
“Kaçıp kaçıp et parçalı kan tellerinden, özlemle öpmek istiyorum teninin kara saflığını!”
Ve evet,
Yanılsamalara teslim oldu yeniden.
Kendi payına sadece kendisi düşmüş olan Zalim.
(Unutulmak zor geliyor insan olana)

Bebek salıyor her yeri
Ve evet,
Tanınmıyor vahvahlı ellerimdeki zahmeti derdinin.
Sanadır sözlerim, tanı beni:
“Bir bebeğe gebe olmasam dahi, ne kadar piç kalemzâde varsa hepsi kağıtlarımdaymış zati…”.
Gerisin geri yüzüme çarpan korku ve pişmalıklarla yazmışım onları.
En vah sesimle üflüyorum can dudaklarına.
Buz nefesim çekiliyor gerçeğe,
Ve evet,
Mevzuya davettir her ufalış! 
Küçülüyorum tülden olma perdelerimde.
(Karşımda) Bin doğuş daha.

Gene! 

Bir defa daha sarı kırmızıya bulanıyor
Ve evet,
Yalnız bırakılıyor bin Sesim.
Turuncu bir hakikatle uğurluyorum seni ey  kartaloş Sesim.
(Karşımda) Bin hasret daha.

Gene!

'Yanılsama' geçicidir, zira 'olmuşluk' sürekli değişir.
Yaşasın değişken sansasyonlarım,
Ve evet,
Onlar denk düştükçe birbirine, 
Ben var ile yok arasıyım. 
Martılara vurarak kargalara teslim ediyor Kendi'ni
Ve evet, 
Bin kez daha yalnızdır Ses'im.
Tanesi kuru kumların rüzgar sevişleridir üşümeler,
Ve evet,
Her titreyiş ekosudur aslolanın. 
(Karşımda) Bin gerçek daha.

Gene!

Kaniş köpekler misali havlamayın etrafımda, 
Bir halt edebilecekmişsiniz gibi!

Tamda genel-geçer, basit bir zât olduğunun farkındalığına erişmişti ki, 
Tamda sessizliğindeki asaletin, hiçbirşey etmezliğinde sürecekken huzurunu,
'Çok özel olduğu' yanılgılarıyla çalıyorsunuz hikmetini bilincin.

(İkiye ayıramıyorsam kızıl denizleri, hep bu yüzden!).
 
Tamda O aydınlanmaya göz dikmiş bilinç,
Ben’im olma fikrine hazırlanıyorken, 
Tamda O an yolumun orta yerine bırakıveriyorsunuz acınası pisliklerinizi. 
Ey'siz zalimler el çekin yolumdan! 
(Karşımda) Bin zalim daha.

Gene!

O Zalim, 
Varlığını ışıkta doğurur,
Yokluğunu karanlıkta diriltir.
Vardan varolmadık ki. 
Hatırlarsan yoktan yaratıldık. 

O zalim,
Tacını düşünürken kaybetmedi mi?
Düşünmek deiğildi sadece mevzusu,
Düşünceye takılı kalmaktı.
Kanatlanır hücrelerim ve yazmadığım hikayelerde canlanırsın.
Düşünceden kurtulanındır yoktan varlık.
Düşünmüyorsam seni, sürekli var ol diye içimde.
(Karşınızda) Bin var ile yok daha.

Gene!

Bahaneler sunacaksın çalışmayan ellerine,
Ve evet, 
Bana kıyamamakla veriyorsun Kendi vicdanının hesabını.
Sözler içine sinmeye sinmeye diziliyor: 
"Kıyamadım sana..."! 
Sesime kıyabilicek cesareti kimler çaldı bu ozanlardan? 
Hayır, yanlış yerde söndü bu soru:
“Sesimdeki kızgın ürkekliğimi hangi aşık  dindirebilirdi?
Kıyarak gönlümün sadesine hangi bahane var edebilirdi beni ve yok olabilirdik beraber...seninle...”?
Arkamıza sakladığımız gururlarımızı katlederdik belki o vakit... beraber...
Kıyamıyorlar bana, 
Tıpkı benim kıyamadığım gibi doğaya.
Taşınması güç bir yüke dönüştürülüyorsam eğer senden ötede,
Hep bu sebepten değil mi zaten. 
Ben de kıyamıyorum Kendi'min doğasına,
Kaybedilme korkusuyla.
(Karşımda) Bin 'Kıyamadım sana' daha! 

Gene!

Alışkanlıklar bırakılırken bir tarafa,
Kör ederler gözleri.

O kadar ‘özelim’ ki, 
Kaybetmekten korkmuyorsun beni, öyle mi?
Ne sakat bir dilammasın.
 
O kadar ‘parlak’ bir taşım ki, 
Sömürgelerin dahi istemiyor beni.
Ne acınası bir sancısın.
Paralel evrende ıslanmış, küçük bir kediyim,
Ve evet, 
Kıyamıyorlar bana!
Çok özel olup olup, tekbir özelliğin olmamasayım. 
(Karşımda) Bin 'Kıyamadım sana' daha!

Gene! 
 
O kadar ‘naziğim’ ki, 
-misal ‘aydınlık’ kadar. 
Parlayan dişleri var canavarlarımın .

O kadar ‘özelim ki, 
"Bi görsen kaçarsın,
yakar karanlığı" dedikleri benim.

Gelir geçer yanılgaların aslında bunlar.
Görür görmez inceden kaçışların benden,
Sözde beni incitmemek adına.
(Karşımda) Bin samimiyet daha.

Gene!

Tavanımdaki şimşeklerden boşalınca derinin yağı, 
Tane tane kesiyor sözsüzlüğün  canımı. 
Hani böyle kırık kırık esiyor gezgin rüzgarın. 
Ne de hicivli benzetmeler yapıyorsun soluğuma,
Ama bunlar sırf Ses’ime yaranmak için.
Yalancı Zalim seni! 
Kulaklarım duymuyor dinlerken seni.
Amma da şakırdadın asfaltımda!
Aralıksız sigara içmek istiyorum, 
Bulanırken midem iğrenç dumanlarının altında.
Hani hastasıydı trenler kömürlerine...
Dişlerin gibi caddeler ve 
gıcırdıyorlar kaçak arabaların peşinden. 
“Kendimle savaşıyorum” diyerek 
Mırıldanıyor gece yarıları sahipsizliğin,
Ve evet, 
Kesik kesik nefes alıyorsun zift derinde. 
(Karşında) Bin yangın daha!

Gene!

Benim, yalvarıştan.
Benim, doğuştan.
Hasretim, gerçekten.
Zalimim, var ile yoktan.
Kıyamayışım sana, samimiyetten.
Kıyamayışım sana, yangınımdan.

Rahata köle Tanrı der ki:
"Bitti işimiz, 
Doyurduk bugün de 
Biz Tanrıçamızı!".

(Gerçek daimi değişir, siz gene de aldırmayın fazla duyduklarınıza. 
Ne de olsa sözlerim,
O ermiş, bilgi kibelesi şeytandan alıntıdır). 

Gulê Bahar

Gulê Bahar
Kayıt Tarihi : 21.1.2023 20:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!