Ben hiç görmedim Dersim dağlarını
Destanlar dinlemişimdir yalnızca
can kulağımla o yerlere dair
yğınların kanlarıyla yazdıkları,
Yiğitlikleri sığmayandır zamana
ve küheylan yüreklidir insanları.
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Devamını Oku
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Dersim bir ozlemdir yuregi kanayan...
Dağlarda Kerpiç Evlerde
Gözlerimiz Pencerede
Yanar Yanar Yüreğimiz
Sarı Tütün Gecelerde
Dalda Bir Yaprak Düşende
Yârim Boynunu Bükende
Serde Sevdan Olmasaydı
Yürek Düşer Miydi Derde
Uzun İnce Selvi Boylu
Yiğitlerden Gelir Soyu
Halk Uğruna Verdi Canı
Kara Yağız Dersim Toyu
Destanını türkülerini dinledim ama görmek isterdim bende dersim yaylalarını ...
Kutluyorum güzel çalışmanızı Sayın Mehmet Sarı saygılarımla
Gitmesek da görmesek da o dağ bizim dağımızdır. Kutluyorum.
Doğanın güzeliğinin cazibesi şiirinize çok güzel aksetmiş.Kutluyyorum,Şükrü Topallar
Herşeye rağmen Munzur çiçeklerle süslüdür....Çiçeklerin dili öylesine sevdalıdır..Orası bir doğa harikasıdır....Ve yine dilerim o çiçekler sevgiyle büyür....Çocukluğumda olduğu gibi...Selamlar....
Değerli Meslek Arkadaşım,
Şiirin biçemi üzerinde yorum yapmayacağım. Düşünsel yönü üzerinde yazacağım.
Bir olayı anlatırken ve şiirleştirirken hep, yaşamın gerçeklerini kavramaya çalıştım. Duygularımla değil, aklımla sonuç çıkarma çabasında oldum.
Dersim Ayaklanmasını da, elimden geldiğince, çeşitli kaynaklardan inceledim. Hem Dersimlilerin yazıp söylediklerini, hem başkalarının... Vardığım sonuç şu: Dersimliler, gerçekten korkusuz ve onurlu insanlar. Ve de dik duran insanlar... Aynı zamanda da, cahil oldukları için (o dönemde insanların %95'i cahil) yakınları tarafından kolay yönlendirilebilecek konumdalar. Aşiret reislerinden başka güç tanımamışlar. Ve bu gücü ekmek kapısı olarak görüyorlar o dönemde.
Durum böyle iken, ülke toprakları, yayılmacı saldırısıyla karşılaşmış. Yoksulluklar katlanmış. Kan ve barut kokusu sinmiş solunan havaya. Neyse ki yayılmacılar bin bir güçlükle atılmış topraklarımızdan. Yeni bir yurt ve yeni bir yönetim oluşturulmuş. Ülke henüz yeni doğan ünitesinde... Yaşam kavgası sürmekte...
Herkes diken üstünde... Bir taraftan da başkaldırılar güçsüzleştiriyor ülkeyi. Etnik ayrılıklar bileniyor. Tarikat şeyhleri “din elden gidiyor” yaygaraları koparıyor. Çünkü dini kullanarak insanları sömürme olanaklarından yoksun kalmalarını önlemeyi düşünüyorlar. Bir taraftan da, yenilgiyi içlerine sindiremeyen yayılmacılar körüklüyor etnik ve dinsel sorunları.
Dersim ayaklanmasından önce, Toprak Reformu ile ilgili yasa çıkarılmış. Topraksız köylülerin topraklandırılmasını; ağalık ve aşiret sisteminin tasfiyesini amaçlıyor bu yasa. Toprak ağaları ve aşiret reisleri tedirgin… Devlete vergi vermiyorlar. Gençlerin askere gitmesini önlemeye çalışıyorlar. Çünkü topraklarında çalıştıracakları emek gücü azalıyor. Bu yüzden etnik ayrılıkları ve dini kullanarak insanları ayaklanmaya özendiriyorlar. Yapılan demiryollarına, kurulan karakollara karşı propaganda yapıyorlar. Okullara öğrenci vermek istemiyorlar. [Dersim İsyanlarından sonra da meslek sahibi olmaları için okutulmak istenen kız çocuklarını yatılı okullara gönderenlere baskı yapılıyor aşiret reisleri ve yandaşları tarafından. O dönemde, Mazgirt’in bir köyünde, aşiret reislerine aldırmadan iki kızını yatılı okula veren aileyi tanıyorum. Bu iki kızdan birisi öğretmen birisi de hemşire olmuş. Daha sonra Almanya’ya gitmişler. Yaşamlarından bir yakınmalarını duymadım ikisinden de. Öteki aileler de çocuklarını okutsalardı kötü mü olurdu?] Ağalar ve aşiret reisleri, halkın aydınlanmasını istemiyorlar. Kendi topraklarında maraba olarak kalmalarını istiyorlar. Düzenlerinin sürmesi için halkı ayaklandırıyorlar. Dersim’in yiğit ama cahil insanları, kendi reislerine inanıyorlar.
Ayaklanmanın bastırılmasının kanlı oluşu, sadece devlet güçlerinin suçu değildir. Asıl suçlu, aşiret reisleridir. Kendi çıkarları için binlerce insanı ateşe atmışlardır. Ne yazık ki bu insanlar halk kahramanı olarak gösterilmek istenmektedir. On binlerce hektar arazisinde, boğaz tokluğuna çalıştırıp emeğini sömürdükleri insanları; kendi yağlı düzenlerini sürdürmek için bile bile ölüme gönderen insanları halk kahramanı olarak görmek, hangi anlayışa sığdırılabilir? Irksal kimlikler üzerinden siyaset yapanları faşist olarak tanımlayan anlayış; kendi ırksal kimliği söz konusu olduğunda nasıl devrimci oluyor? Bu nasıl bir devrimcilik, bu nasıl bir solculuktur?
Dersim Ayaklanmasında çok kan döküldüğü bilinen bir gerçektir. Yer yer aşırı güç de kullanılmıştır. Devlet güçlerinin yanlışları da olmuştur. Çocukların, kadınların, silâhsızların öldürülmesini kim onaylayabilir ki? Böylesi olayların o zamanki yönetimin resmi siyaseti olduğuna inanmıyorum. Yenilen Yunan ordusunun tutsaklarına bile kıyıcı davranmayan Mustafa Kemal; kardeş halk olarak gördüğü Kürtlere karşı acımasız bir siyaset güdemezdi. Çatışma alanında bulunan kimi komutanların, insanlık dışı davranışlarıdır bunlar. Ve lanetlenecek davranışlardır. Bu arada, çok da asker ölmüştür. Ancak isyancıların ölüm sayıları kasıtlı olarak abartılmaktadır. Doksan bin insanın öldürüldüğünü söyleyenler bile vardır. Oysa ayaklanan bölgelerde yaşayanların toplamı, bu sayının yarısı kadar bile değil o zamanlar. Bunun yanında akıl almayacak senaryolar üretilmiştir. Okuduğum bir kitapta, kafasından oluk gibi kan akan bir kadının 4-5 saat kadar sonra, kızından su istediği; kızın, gece karanlıkta çeşmeye gittiği ve çeşmeden kan aktığını gördüğü yazılıyor. Kafasından oluk gibi kan akan birinin bunca saat yaşaması; bir çocuğun, gece karanlığında çeşmeden su yerine kan aktığını görmesi abartı değil mi? Böylesi abartılarla insanları birbirine düşman etmenin yararı ne olabilir?..........
Ben kendimi hiçbir ırkla tanımlamıyorum. İnsan olmayı yeterli buluyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayı da… Bu toprakların insanı olmak ve bu toprakların insanlarıyla kardeşçe yaşamak en büyük amacımdır. Bu topraklarda yaşayan, eşitliği ve birliği savunan her ırktan insanı omuzdaşım olarak görüyorum. Ve onlarla aynı dille konuşmak, aynı dille anlaşmak istiyorum. Aynı türküleri dinlemek, aynı oyunları oynamak istiyorum toylarda. Ülkemin yayılmacılığa karşı savunulmasında, bu insanlarla omuz omuza durmak istiyorum. Sömürü düzenine karşı güç birliği içerisinde olmak istiyorum. Onların yüzünde, ırklarını değil, insanlıklarını görmek istiyorum.
Bu kadarı yetmez mi tümümüze? Başka çıkış yolu arayanların solculuğuna da devrimciliğine de inanmıyorum. Başka çıkış yollarına sapmak, devrimci mücadeleyi ve dayanışmayı sekteye uğratır çünkü. Bunu göremeyecek kadar sol bilinçten yoksun olanlar, ancak kargaşa yaratırlar. Yayılmacıların (emperyalist), somununu büyütmesine yardımcı olurlar. Yayılmacılık karşısındaki güçlerin zayıflamasına neden olurlar. Kendilerini de kurtaramazlar. Düşündüklerini başarma olanakları da yok üstelik. Kaldı ki başarsalar bile başarılarının hemen arkasından; kendilerini, ABD gibi yayılmacıların ağında bulurlar.
Bir tek insanın ölümüne değer mi bu sonuç?
Yine de düşüncelerine saygılıyım. Katılmadığım yönleri olsa da...
Bir yanları direnç kokar düşmana inat
Naz eder kolay inmezler gönüllere
Yabandırlar birazcık ve de toy bazan,
Dağları gibi yalçın olur sevdaları
dipsiz uçurumlarda kanayıp duran.
beyenerek okudum yüreginize saglık kutlarım saygılarımla
bir kentin güzelliklerinden yoksun bırakılmak ve hep acılarına tutsak edilmek... yaşamak zorunda bırakıldığımız çelişkilerin kent üzerinden anlatımı açısından güzel bir şiir. ayrıca kentin adı dersim olunca... dersim başlı başına bir imge...
yüreğinize ve duyarlılığınıza sağlık.
dostlukla
Ne kadar güzel bir anlatım... Duygu yüklü, Görmeden bilmeden yaşanmışlıklar kadar gerçek.. Tebriklerrr. Ferah YILMAZ-dağarcık
şair yüreğinize sağlık,tebrik ederim.sevgi ve saygılarımla...
Bu şiir ile ilgili 32 tane yorum bulunmakta