İki sayfa verdiler şehrengiz Çayeli’me
Ne çaya değdi elim / Ne çiçeği elime
Sıladan haber var mı, söyle ey seher yeli!
Bensiz yine açar mı baharlara Çayeli?
O şiirin kızıydı, çaylıkların güzeli,
İstanbul’a mı küstü ben onu görmeyeli?
Çay kokunu özledim her bardağın deminde;
Yağmurunu, suyunu, yaprağını özledim.
Senden ayrı düştüğüm bu gurbet ellerinde;
Çamurunu, taşını, toprağını özledim.
Özledim; köpük köpük ağaran şelaleni,
Kuspa’dan endamını gözlemeyi özledim.
Özledim; tüneldeki boynu bükük kaleni,
Cafer Paşa’dan miras minareyi özledim.
Bir asır öncesine, dokuz martlara gittim,
Seni bana bahşeden payitahtlara gittim.
Mapavrilere gittim bir hayal âleminde;
Yoksulluk yıllarına, kara bahtlara gittim.
Futbol oynamak için çorapları top yapan,
Tahta arabaları süren artlara gittim.
Belki parası yoktu, yırtıktı elbiseler;
Belki derdi büyüktü, sancılıydı buseler.
Ama huzurluydular; dostluk, kardeşlik vardı,
Birisi sendelese biri hemen tutardı.
Dedem tulumu çalar, kızlar horon oynardı;
Erkekler türkü atar, sonra selim sayardı.
Kuzinalar yanardı Kalancı odunuyla.
Kızlar çeşme başında, güğümüyle suyuyla…
Tencereler dolardı, lahanalar kaynardı;
Mısırdan kolivalar, muhlamaların vardı.
Pepeçura olurdu bakır sinilerinde,
Fasulyen nam salardı dünya iklimlerinde.
Şişeli lamba yanar, beştaşlar oynanırdı;
Gürgeninden topaçlar holde yuvarlanırdı.
Yayıklar beşik gibi sallanırdı amansız,
Kazanlar zincirlerde hiç kalmazdı dumansız.
Mayıs ayı gelince tamlıların taşardı,
Çayların filizinde umutların yaşardı.
Çoğu veda ettiler eşe dosta yârlara;
Umuda yürüdüler yabancı diyârlara.
Önce dedeler gitti, sonradan emiceler…
Kalanlar hep bekledi, nice günler geceler…
“Çayeli’nden öteye” dedik ama çok gittik
Kimi sılada garip, kimi gurbette yitik.
Bir gün dönerim diye beklenen yarınların
Tüter düşlerimizde güzel hatıraların.
Zor geliyor anlatmak, kâğıda yazmak seni,
Çay çiçeği renginle resimde çizmek seni…
Âşıklar Şairlerle derelerde yarışır.
Senoz’da yaylaların bulutlara karışır.
Sende nikâhlamışlar denizleri dağlarla,
Teknelerin yanaşır balık dolu ağlarla.
Garında atmacalar yolcuları karşılar,
Kimi vuslatı demler, kimi gidene ağlar.
Hangi yanına baksam buğulanır gözlerim;
Yeşilini, mavini, çay kokunu özlerim.
Sen; gecenin hilâli, gündüzün güneşisin…
Sen; beldelerin şâhı, yıldızların eşisin…
İki medeniyete köprü oldun yıllarca;
Latom’da, Canceva’da yaşadın asırlarca.
Venekdere’den çıkar soğuk berrak suların,
Akar derelerinden al pullu balıkların.
Sefali; her tonuyla renkleri kıskandırır,
İncesırt tepeleri Sırt Köyü’nü andırır.
Ahşaptan evlerinde yükselirken dumanlar;
Seni bir ben anlarım, bir de naylalar anlar.
Sen; denizde yakamoz, dağların rüzgârısın.
Latifli’de düzlerin nazlı gülizârısın.
Limanköy’den, Kemer’den denizi seyredersin;
Büyükköy’de sel olur sevdiğine gidersin.
Buzlu pınarlar bekler yeşil tepelerini,
Kaptanpaşa'da tarih, kâdîm köprülerini.
Sen peştemalli güzel, sen çeşanlı paçisin.
Sen dertlerin ilacı, başımızın tacısın.
Altından maden çıkar, üstünden yeşil altın,
Muhabbete yâr olur sahil boyu asfaltın.
Işık cümbüşü gibi Çaybaşı geceleri,
Sanki denizi okşar limanının elleri.
Dokunur yüreğine güneşi tutmak için,
İçindeki özlemi biraz unutmak için,
Kapına mesken olur elinde yaldızlarla.
Güneşi sunar gibi yanında yıldızlarla…
Sen Rize’nin Leylâ’sı, her an kaçmaktan yorgun;
Ben Mecnun’un sevdası, senin aşkına vurgun…
Çocukluğum canlanır doğduğum yerler diye,
Hasrete alıştım da hicran yakıyor beni…
Adım gurbet de olsa hep seninle yüreğim
Son durağım da sen ol, seninle gömüleyim!
Flamam Yeşil Beyaz, hilal yıldızdır elim
İremim, sevgi düşüm, malihulyam; Çayeli’m!..
Kayıt Tarihi : 10.3.2021 14:16:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!