Ona ben “Can Eriği” derdim; kızardı…
Hâlbuki “can eriği” gibiydi o…
Hayatın hep yangınlarını görmüş; yokuşlarında yorulmuş, yanmış, tutuşmuş, yanardağ lavlarına döndürmüştü benliğini… İşte, bu yangındı onu yeşilden sarıya; sarıdan kıpkızıl kırmızıya dönüştüren. İşte, bu yangındı onu ekşiden kekremsiye; kekremsiden bal şirinliğine döndüren…
Kaybolup giderdi bazen. Bilinmezdi nerelere gittiği. Dünyayı alt üst etseniz izine rastlayamazdınız onun…
Giderdi… Bilinmezliklere, bulunmazlıklara giderdi… Yüreği hep uzakları çağırırdı zaten. Bulunduğunda da yok gibiydi…
Giderdi… Mesafelerin uzanamayacağı mekânlara giderdi… Garip bir yolcuydu ve farkındaydı garipliğinin…
Ne hüzünler kurtarır seni
ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi
ve ne de acının ses duvarındaki
yorgun ve bıkkın bekleyişler
Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını
Devamını Oku
ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi
ve ne de acının ses duvarındaki
yorgun ve bıkkın bekleyişler
Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını