Bütün sorunların kökeni ekonomi…

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Bütün sorunların kökeni ekonomi…

Fazla geriye gitmeden, 1970’lerden sonraki Türkiye’nin ekonomik sorunlarına bir göz atmamız bile, bugün Anayasa oylaması konusunda nasıl tavır almamız gerektiği konusunda bize sağlam ipuçları verecektir.
60 anayasasını tanıdığı kısıtlı haklarla bile, 60-70 arası işçi ve emekçi kesimi ekonomik ve sosyal haklar mücadelesinde belli ilerlemeler kaydetti.
Sermaye birikiminde bol karlara alışan tekelci sermaye çevreleri karlarından taviz vermek istemeyince sık sık sıkıyönetim ve değişik baskılarla sınıf mücadelesinin önünü tıkamaya çalıştılar… (o günleri yaşayanların çoğu bunları bilir. Sadece hatırlatmak amacıyla yazıyorum.)
1970’lerde ard arda kurulan MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri gibi… Buna karşı 15-16 haziran olayları gibi işçi direnişleri de bütün bu baskılara karşı, egemen güçlerin rahatça oyun oynamalarına izin vermedi…
Ardında 24 Ocak kararları gibi ekonomik kararlar alındı, o zamanın sınırlı demokrasisine rağmen bu kararları da uygulamak kolay olamadı. Kararları uygulamak için ülke çapındaki olağanüstü hal tedbirleri bile sökmedi…
Uluslar arası sermayenin temsilcilerinde o zamanın Mersedes şirket yetkilisi İstanbul’un ünlü otellerinden birinde işverenler ve Hükümet temsilcileriyle yapılan toplantıda, konuşmalarını hatırladığım kadarıyla aktarmak istiyorum:

‘’Biz, orta doğuda ve Afrika’da Kore’de yatırımlar yapıyoruz büyük karlar elde ediyoruz. Burada, yok demokratik haklar, yok sosyal haklar, yok sigorta pirimi, yok eğitim yardımı derken para kazanamıyoruz. Ne diye sermaye yatıralım ki buraya? Siz gelişmekte olan bir ülkesiniz, bırakın bunları…’’ 1979 yılı…

İşte ondan sonra askeri şefler Amerika’ya gidip darbe yetkisi alıp geldiler. Babalarını 12 Eylül gecesi memnun ettiler. İşçi sınıfının ve emekçi kesimlerin direnme gücü olmadığından, İtalya, Almanya, Şili, İspanya gibi çok kan akmadı ama, direnen olmadığı halde, geçmişteki grev ve direnişlerin öcünü almak için bile, rakamları hepimiz biliyoruz… Şimdi inanılmayacak boyutlarda idam, kayıp, ölüm, işkence, katliam oldu… Her dört aileden biri cezaeviyle tanıtı işkenceyle tanıştı…

Tekelci sermaye, uluslar arası sermeyenin de desteğiyle, dikensiz gül bahçesine girdi…

Şimdi Türkiye’deki toplumsal yapıyı ve sınıflar dengesine bir göz atarsak

Tekelci sermaye: (Bankalar, Büyük Şirketler, Uluslar arası şirketler, Büyük ithalat ve ihracat şirketleri vs…)

Orta boy sermaye: KOBİ’ler diye geçen, montaj ve yedek parça üreten işyerleri

Esnaflar, Bakkallar, Anadolu esnafı:

Köylüler:

Hizmet sektörü: Memurlar, Belediye işçileri, vs…

İşçiler… (üretim yapacak makine üreten sanayi, madenler, enerji sektörü, Tekstil, vs.)

Küreselleşme, yani uluslar arası sermayenin, (ben üreteyim sen tüket demesiyle) denetimi ele almasıyla birlikte, Güçlü Şirketler, uluslar arası şirketlerle zaten çok önceden başlayan bütünleşmelerini, birleşmelerini hızlandırıp kendilerini garanti altına aldılar…

Bu oluşum da en güçlülerin dışında kalan orta boy (KOBİ) , esnaf ve sanatkarları, hızla piyasadan silmeye başladı. 2000 krizinde esnaf ve sanatkarlar, kendi odalarını bile tanımadan tarihte ilk defa kendiliğinden eyleme geçerek, önemli bir korku saldılar. Eylemi yönetmesi gereken odaları bile esnafı susturmaktan başka bir şey yapamadı…

İşte AKP’yi güçlendiren bu, her gün hızla küçülen Anadolu sermayesi, KOBİ’ler, bundan zarar gören toplum kesimleri…

Türkiye burjuvazisi Cumhuriyetten sonra palazlanmak için bu kesimleri yedeğine alabilmek için, Devlet ile DİN sarmal oldular. Dine yatırım en fazla 80 yıllardan sonra yapıldı. Hem de Kemalistlerin en güçlü olduğu dönemlerde… O zaman dini tehlike niye yoktu?

Büyük sermaye çevreleri, toplumu bölmek için Kürtleri, Alevileri, Komünistleri kullanıyordu.
DİN ise kucaklanıyordu… Şimdi Uluslar arası sermayenin devreye girmesi ile zorunlu bir cephe daha açtı kendisine… Ama bu cephe diğerleri gibi kolay sindirilecek bir cephe değil…

Bütün bu siyasetleri yapılandıran bu ekonomik alt yapı…
Bu alt yapıdan bağımsız yapılacak siyasi değerlendirmeler yanılmaya mahkumdur…

Sınıf mücadeleleri de, bütün mücadelelerde olduğu gibi, karşı cephelerin gücü mukayese edilerek değerlendirilir. Kimin elinde ne güç vardır? Dengede güçlü olabilmek için kimlerle kimler ittifak yapabilir?

Faşizm üstünkörü değerlendirilmemelidir. Faşizm en güçlü tekelcilerin, en dar gurubun, en kanlı iktidarıdır… Hiç kimse, bayatlamış İtalyan, Alman, İspanya faşizmi gibi açık bir saldırı beklemesin, 30 yıldır yer altı örgütleri ile yapılanı ne zannediyoruz?

İşçi sınıfının ve emekçi sınıfının siyesi örgütleri ve sendikaları bir daha doğrulamayacak bir şekilde ezilmesinden sonra, Anadolu sermayesinin AKP siyasi örgütlenmesiyle, hem de açık bir tepki oyuyla hükümet olması, aslında faşizmin önünü tıkamıştır.

Bu aynı sermeye çevrelerinin güçlenip iktidarı da eline geçirmek için ağır baskıları uygulamayacağı anlamına gelmez. Bunun olmaması için en alt tabakaların da kendi arasında ciddi bir örgütlenmesi zorunludur.

Diğer ezilen kesimlerin kendi aralarında birleşip, en yakınlarıyla ittifak kurması gerekmektedir… Bu gün yapılabilecek tek şey iki büyükler kendi arasında mücadele ederken,
Anahtar görevini üslenebilecek bir yapıya ulaşabilmektir…

Siyaset ve partiler birer üst yapı kurumudur. Şekillenme bu alt yapıdan ayrılamaz…

Bütün hesaplarımızı bu alt yapıya göre yapmalı, ittifaklarımızı da buna göre kendimizi güçlendirecek ve karşıt sınıfları zayıflatacak biçimde yapmalıyız…

Esas olan bu doğrultuda hesapları iyi yapmaktır. Örgütlenmemizin temellerini buna göre,
Ezilenler kendi (uzlaşabilir kesimler) arasında alabildiğine esnek, yapıcı olmalı, karşı cepheyi yıpratmak ve bölmek için de alabildiğine katı ve hesaplı davranmalıdır.

Anayasa oylaması da bu açıdan bakıldığında bizim için bir sınav aracından başka bir şey olamaz…

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 22.8.2010 22:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Halil