Sanki,
Saat 4'ü vurduğunda içimdeki kale surlarının kapılarını ağır bir zincir kaldırır.
Bir anda güne dair bir aydınlanma gelir.
Günün bittiğine dair.
Her gün, kaçtığım için güneşten,
Bu saatlerde hissederim günümün sona erdiğini.
Omzumdaki tüm yükün dağıldığını.
Güneş doğmadan uykuya koşarım, en azından bunun planını kurarım kendimce.
Fakat, omzumdaki bir evren yük ancak bu saatlerde akıp gidiverdiğinden,
Uzattıkça uzatmak isterim anı,
Düşünmem, yazarım.
Yüzümü buruşturup kaşlarımı çatmam, ağlarım.
Gerçekten özgür hissederim, ellerimden kayıp giden zamanın adisyonu kapanır artık bu saatlerde.
Birkaç altın saattir benim için.
Akan zamanın başında nöbet tutan her kimse, bu saatlerde insaf gösterir.
Kaç metreküp akıp gitmiş, bu kıymetli pencerede bunun hesabını tutmaktan vazgeçer, her gün, aynı saatte.
İçimde takır takır çalışan dişliler de yorulur, mola verirler.
Külkedisi misali, saat 4 ü vurduğunda uçsuz bucaksız, pasaportsuz, sınırsız tüm zihnim bana aittir.
Belki sabah 7 civarında iş başı yapana kadar, herkes kaleleri terk eder birkaç saatliğine.
Bana bahşedilmiş bir lütuftur işte her gün bu saatler.
Tıpkı her öğlen 2 nin eziyet, her akşam 7 nin günaydın, her gece 12 nin sevdiklerime ayırdığım saatler olduğu gibi.
Kelimeleri bulamıyorum, arınma gecesi? görüş saati? Zorunlu fabrika kapanışı?
Hiçbir engel olmaksızın, tüm gün aklımda dolanıp duran her düşüncenin sırayla muayeneye geldiği saatlerdir işte.
Bi baltaya sap olamamak, imkansız aşkım, gelecek kaygısı, seçeneklerin sancısı, yerine getirmediğim her sorumluluk, kızdığım, kırıldığım herkes ve her şey.
3 saat önce, 3 hafta önce 3 yıl önce.
Tüm hayallerim, ulaşamadığım tüm hayallerimin altında ezilen hayat neşem,
Olabileceğim onca kişi, içimdeki koca incir ağacının meyveleri teker teker dile gelir bu saatlerde.
Her incirin her çekirdeği, incirler öbür meyveler gibi sıra beklemez.
Acelecidirler, her incirin her çekirdeği içimde apayrı bi köşeden inlemeye başlar.
Yarabbim, içimde bu kadar ayrı köşeler olduğunu da bu saatlerde öğrenirim.
Aklımın tüm yükü, gram gram üstüme biner,
Bütün gün yokmuş gibi davrandığım bu koca bahçe,
İncirler, salkımlar, sarmaşıklar, çalılar,
Yabani otlar, her yerde çöpler, çamur, is ve kir.
İçimdeki her bir elementi teker teker ve nasılsa aynı anda hissettiğim, hissetmeye alan açtığım saatler.
Belki de onlar zorla kendilerine alan açarlar, ayıramıyorum.
Önce dişliler susar, nöbetçiler molaya çıkar, muayene odasının önünde ılık ılık birikir sıra.
Huzur sanırım, her gün, her gün unuturum bu rutini, herkesin sırayla geleceği yanılgısına düşerim.
20 dakikaya kalmaz ana baba günü olur kapımın önü,
Cehennem ateşi soldan parlar, buz gibi sular sağdan dökülür, kalbim ata ata göğsümden sökeyazar kendini.
Uyuyakalmışım.
Önümde bir tabak incir, hakkında enfes bi natürmort çizilecek kadar dramatik bir kompozisyon.
Sanki ağaçlardan düşmemişler de fizikçinin biri özenle yerleştirmiş, her bir milimlerini hesaplamış.
İncirler bilerek üst üste yatmışlar sanırsın, hayır yatmamışlar, profesyonel bir sirk gösterisi özeniyle, hiç yuvarlanmayacaklarmış gibi.
Gözlerimi ovuşturmak için açtım avuçlarımı, bir de ne göreyim!
Bir elimde koca bir anahtar, diğerinde saçma sapan sayılar kazınmış.
Mavi tükenmezin yapış yapış hissi, henüz taze,
Kimdi bu, bunu bana kim yapmıştı, ne cüret!
Avuçlarımı sıkıp ayağa fırladım derhal.
Fırlamamla evimin çatısı göğe püskürdü ve,
İçimdeki öfkenin gücüyle evim temelden sarsıldı:
"TANRIM, YA DA HER KİMSEN,
ANLAMIYORUM OYNADIĞIN OYUNU!
SEN DİKMEDİN Mİ O İNCİR AĞACINI, KÖKLERİYLE ÇATIR ÇATIR YIKIP GEÇEN ÖMRÜMÜ!
HER GECE İÇİMDEKİ BU SİNSİ DÜZENEĞİ BAŞTAN KURAN SENSİN!
BİR DE UYANIYORUM ELİMDE YIPRANMIŞ ÇELİK BİR ANAHTAR,
VÜCUDUMUN HER TARAFINDA SAYILAR,
YATAĞIMDA ÖLÜ BİR KEDİ FETÜSÜ!
KENDİNE GEL!
HEM BANA HER GECE BU MESAİYİ REVA GÖRÜYORSUN!
HEM ELİME ÖMRÜMÜN İPLERİNİ VERİYORSUN!
HEM ARADIĞIM ÇÖZÜMÜN KİLİDİNİ, DALGA GEÇER GİBİ FIRLATIYORSUN EVRENİN DİĞER UCUNA!
SEN KENDİNİ NE SANIYORSUN!
YILLARCA SENİN BU KİRLİ OYUNUNU, HAYATIN ANLAMI MUTLAK SURETLE BUDUR DİYE KAKALAYAN TÜM YALAKALARA RAĞMEN!
BEN İŞTE BURDAYIM!
VE HAYKIRIYORUM SANA.
KISILDI SESİM,
İNLİYORUM.
BENİ ÖMÜR BOYU BU PARADOXLARDA YEM EDECEKSİN, BEN SENİNLE OY.NA.MI.YO.RUM.
ONURUMU, GURURUMU, HUZURUMU ALIP
TAHTINI YIKMAYA GELİYORUM!
YA BU İNCİRİ KÖKÜNDEN SÖKERSİN
YA BU DİYARDAN GİDERSİN!"
Hayat bu, göklerden bağırmaya benzemez,
Tüm bu yalakalar, hepsi kahpe, ağzının tadına layık,
NARSİST MANYAK, GÜCE PEYNİR EKMEK ETMİŞSİN YÜREĞİNİ,
İLLA BEN, HEP BEN, TEK BEN.
SIKIYSA SEN GEÇ SIRAT KÖPRÜSÜNDEN!
SIKIYSA SEN KAZIYARAK YÜKSEL KARADELİKLERİN DİBİNDEN!
Tüm tanrılar gibi, benim değil, kontrolünde sandığın tüm yalakaların yemi olmak üzeresin.
İşine geliyor diye sonsuz kan şelalelerinde besledin bu keneleri.
Hazır ol, şimdi yüreğinden kalan son kırıntıyı yutup yok etmeye geliyorlar.
Ben delikanlı gibi uyardım seni, bağırdım sana, isyanımı haykırdım, derdimi çığırdım.
Derdime sırtını dönüp beslediğin bu piç parazitler,
Tahtını, aklını, vazgeçemediğin yüce palavralarını dahi kemirmeye geliyor.
Palavralarında, şüpheli 1 doğru, 3 yanlışla birlikte silinip süpürülecek.
Sen de onlardan birine dönüşene kadar, bu yağma devam edecek.
Yılan kuyruğunu yutacak, kartlar yeni baştan karılacak,
Bu kenelerden en göbeklisi senin tahtına oturacak,
Ve baştan dikilecek incirler, anahtarlar yeniden saçılacak,
Tükürükleriyle yeryüzü boğulacak ve en göbekli kene de birkaç milyon yıla senden beter bir tanrı olacak.
İşte bu yüzden, yine bu yüzden,
Güvenmiyorum sana, içimdeki dişlilere fısıldadığın ruha, elimdeki anahtarın paslı kıvrımlarına, incirlerimin bağırıp duran çekirdeklerine,
Bu sıkıştığım düzende ben her gün sana haykırmaya devam edeceğim.
Senden olmadığımı kanıtlarcasına çatıları püskürtüp bağıracağım, acımdan tepinip ağlayacağım,
Sana ve tüm göbeklilere benzemediğime kendimi ikna etmeye çalışarak büyüteceğim bahçemi, her gece aynı mesaide sıkışıp kalacağım.
Sonra yorulacağım, içimde en çok bağıran inciri seçip bazı geceler onu çığırtacağım kendi yerime,
Gittikçe zorlaşacak yükselip göklere sana haykırmak,
Angaryamı toplattığım çığırtkan incir kimi gece izin vermeyecek bağırmama, beni rahatlığa ikna edecek.
Ben de yavaş yavaş bu konfora çökeceğim, nasıl olsa güç benim elimde, istediğim gece bağırırım, ne var?
Gel zaman git zaman bu incir benim sana olan isyanımda tanrıcılık oynamaya başlayacak,
Minik tatlı bir oyundur, ciddiye almayacağım.
Her geçen gün çürüyüp öfkemi yitireceğim.
Birkaç evren zaman daha geçtiğinde,
Tanrıların yeryüzüne tükürdüğü köleler tanrı olduğunda,
Hakkını arayanlar mücadeleyi düşmanlarına sattığında, konfor karşılığında.
Birbirine tanrıcılık oynayan keneler ve incirler,
Her gece laçkalaşan bu mesaiyi parmaklarının uçlarıyla sürdürecek, kulaklarının kenarıyla dinleyecekler, haykırmayacak, fısıldayacaklar.
Manasızlaştığına inandıkları bu it dalaşını,
Egolar tatmin olamayacak derecede şiştiğinde feshedecekler ve,
Bu düzende çürüyen yine bugünüm olacak benim.
Bugünüm, saatlerdir yazan parmaklarım, anlatmaya çalışan dilim ve sökülen ses tellerim.
Her savaşta zayiat olur diyecekler, unutup gidecekler her şeyin doğduğu günü, niçin doğduğumuzu ve tüm ağrılarımızı.
Sürüm sürüm sürüklendiğimiz bu düzende, takır takır işleyen dişlilerin arasına kapılıp gitmek, belki de bu onursuz tanrıları izlemekten, daha mı az acı verecek?
Belki de anlamak gerek, düzensizliğin düzeninde tanrılara çaktırmadan bir ritim tutturup, arada mesaiden kaçmak gerek,
Haykırışın ve ibadetin rutin olanı, gücün zehirlenmesi, konforun fazlası zehir olsa gerek.
İncire zaman zaman kulak asmamak, elindeki anahtarı da bazen masaya fırlatıp o evden, kapıyı çekip çıkmak gerek.
Hayat ne demek, tanrı ne demek, sevda ne demek.
Dişliler arasında kaybolurken tüy olup uçuverdim,
Kurduğunuz düzene ağzımdaki son nefesle tükürüverdim.
Ağacı da rahat bıraktım, boğazımı kökünden kesiverdim.
Vazgeçtim, kavga etmekten vazgeçtim.
Aldım öfkemi umursamazlıkla yoğuruverdim,
Cehennemimin ateşinde pişirdim, hop diye yutuverdim.
Pis düzeninizi hiçbir zaman sevmedim, zamana, incirlerime ve dişlilerime hükmeden sen tanrısını affetmedim,
Ben sadece yârimi, şarabımı, ağaçları ve peyniri sevdim.
Seni hatırlatmasına rağmen, gökleri sevdim, onunla da barıştık.
Sevdiğimle aynı göğe bakabilmeyi seviverdim,
Emeğimi, yılmazlığımı, şefkatimi sana rağmen besledim.
Vaatlerinin hiçbirini yerine getirmedin.
Şimdi in tahtından,
"Şimdi al truva atını, bin tepesine, bul belanı
Bir daha karşıma çıkarsan, alırım hem kelleni hem şahını.
Geber, çıksın gözün, yarılsın dudakların ve yalvar:
Sana layık olmak için neler vermezdim, beni affet,
Damla damla, ılık ılık senden akıttığım kanı bu kenelere yem ettiğim için, affet,
Sevdanı lanetlediğim için, yoluna dağlar koyduğum için, affet."
Kayıt Tarihi : 18.7.2025 06:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!