Bir Yok Oluş
Uzanınca titriyor parmaklarım.
Bunu bir hastalık sanmıyorum artık,
çünkü dokunamadığım her şey
bir başka şekilde beni geri itiyor.
Sanki dünya, beni artık bedenimden değil,
unutulmuş bir hatıradan tanıyor.
Senin olmadığın bir anıya sığınmak gibi bu —
bildiğin bir yangının,
adını unuttuğun sokağında yürümeye benziyor.
Her adımda biraz daha eksiliyorsun,
ama düşüş öyle yavaş ki,
düştüğünü fark etmen için
önce zeminin yok olması gerekiyor.
Bir zamanlar geceye doğru uzanıyordum.
Artık sadece karanlığın içine çömeliyorum.
Nefes,
bir alışkanlık gibi değil de,
birini beklemek gibi geliyor şimdi.
Oksijen değil içime dolan,
bir ismin yankısı.
Söylenmediğinde bile canımı acıtan hece.
Ne garip,
bir ses bile artık taşır acıyı,
bir kelime bile insanı hasta edebilir.
Senin adın mesela —
bana her telaffuzda başka bir uzvumu unutturuyor.
Tenin yok ama izi var.
Bu daha beter.
Çünkü bir şeyi kaybetmek kolay,
izini silmek mümkün değil.
Bir zamanlar dokunulmuş her yerim,
şimdi senden kalan yankıyla çatlıyor.
Bedenin bir hafızası varsa eğer,
benimki seni hâlâ hatırlıyor —
ve hatırlamak artık bir lütuf değil,
yavaşlatılmış bir işkence.
Her hücrem sana tutulmuştu,
şimdi her hücrem
tek tek çözülüyor senden.
Bu bir ayrılık değil,
bu, içimden seni sökmeden önce
kendimi sökme süreci.
Aşk bedenin her yerinde olur derlerdi.
Artık inanıyorum.
Çünkü bedenim her yerinden kırılıyor.
Sadece kalp değil —
diz kapağımda bir bakışın,
belimde bir gece yarısının ağırlığı,
avuç içlerimde sabaha karşı ettiğim yeminler var.
İnsan sadece başıyla hatırlamaz.
Ten de unutmaz.
Ve unutmayan her parça,
ağrımaya mahkumdur.
Sen gittin,
ama senden kalan her şey
bir sinir ucu gibi hâlâ içimde.
Bazen gözlerim kapanıyor
ve içimde biri,
sana doğru yürümeye başlıyor.
Ama yön yok artık.
Sen, coğrafyamı kaybettin.
İçimdeki pusula senin yokluğuna dönük çalışıyor artık.
Ve hiçbir yön,
gitmem gereken yer değil artık.
Ayaklarım sadece ağırlık taşıyor,
yol değil.
Yürümek,
bir yerden kaçmak değil artık —
yokluğun yerini değiştiremiyorum çünkü.
Sen gittiğin her yere beni de bıraktın,
ben senden sonra hiçbir yere varamıyorum.
Zihnim…
Zihnim artık kendi aynasında kendini tanıyamıyor.
Bazen senin sesinle düşünmeye başlıyorum,
ve içimde bir başkası varmış gibi konuşuyorum kendimle.
Kelimelerim sana benziyor,
ama sen değilsin.
Düşüncelerim bile beni terk ediyor bazen,
çünkü ben artık bana ait değilim.
Bir aşk, insanın zihnini yutabilir.
Sen yuttun.
Şimdi düşüncelerim, seni hatırlamamak için
kendini sessizliğe sürüklüyor.
İçimdeki konuşma bitti.
Ve bu sessizlik,
ölümden bile daha gürültülü.
Dilimin ucunda bir “keşke” var hep.
Ama söylemeye cesaret edemiyorum.
Çünkü “keşke” dediğim an,
senin gerçekten gittiğini kabul etmiş olacağım.
Bazı kelimeler ölümü imler.
Bazı suskunluklarsa
insanı kendi cenazesine çağırır.
Ben kendi dilimde gömülmeye alıştım artık.
Birini sevip de söyleyememek başka,
söyleyip de hâlâ susmak bambaşka.
Ben seni söyledim,
ama senin yokluğunda hiçbir cümle tamamlanmıyor.
Her gece biraz daha yitiriyorum kendimi.
Bir parçam daha kopuyor,
ama bedenim hâlâ ayakta.
İşte bu en acı kısmı:
beden, yoklukla da yaşayabiliyor.
Bu bir kurtuluş değil —
bu, işkencenin uzatılmış hali.
Ruhum çoktan teslim oldu,
ama tenim hâlâ direniyor.
Beni hâlâ hayatta tutan şey
senin içimde bıraktığın tortuysa,
bu hayata ne ad verilir bilmiyorum.
Belki ölüm değil,
ama yaşam da sayılmaz.
Ve bazen düşünüyorum,
ya gerçekten hiç olmamışsan?
Ya seni ben uydurduysam,
ve bütün bu çöküş,
bir yanılsamanın cezasıysa?
Ama hayır.
Tenim yalan söylemez.
Dokunduğun her yer hâlâ
senin varlığını kanıtlıyor.
Bir hayal,
bir bedeni bu kadar ağrıtamaz.
Geceleri içimde bir titreme başlıyor,
önce ayaklarımda.
Sanki yer beni geri itiyor.
Sonra belim kıvrılıyor,
seninle bir gecede bozulmuş bir ahenk gibi.
Ellerim uyuşuyor,
çünkü artık hiçbir şeyi tutmak istemiyorlar.
Tutunmak —
insan yalnızca düştüğünde değil,
birine ait olmadığını fark ettiğinde de bırakır.
Ve ben seni tuttuğum her yerden,
kendimi düşürmeye başladım.
İçimde bir yankı çınlıyor:
“Her şey geçti.”
Ama geçmedi.
Geçen zaman değil —
sadece vücut.
Seninle yaşadığım ne varsa
hala içimde,
ama ben artık onların içinde değilim.
Bir zamanlar ait olduğum her duygu
şimdi bana yabancı.
Ve yabancılaşmak,
öldürülmekten daha sessiz bir yok oluştur.
Sabahlar bile inanmıyor artık bana.
Güneş doğuyor,
ama ben uyanamıyorum.
Çünkü uyumak için kapanan gözler
artık rüya değil,
karanlık taşır.
Ben seni düşlerde bile gömmeyi başaramadım.
Ve gömülemeyen her şey
insanı içinden çürütür.
Aşk dedikleri şey,
bir bedeni kutsamak değilmiş.
Bazen bir bedeni
yavaş yavaş yok etmekmiş.
Ve sen,
beni sevdiğin kadar değil,
beni terk ettiğin kadar içimde kaldın.
Artık ne bir adım atabiliyorum
ne bir cümle kurabiliyorum
ne bir aynaya bakabiliyorum.
Çünkü bedenim,
benden önce seni terk etmeye karar verdi.
Ve şimdi içimde kalan son şey,
senin suskunluğuna benzeyen
bu sonsuz, soğuk, kımıldamayan boşluk.
Ben yok olmuyorum aslında.
Sadece seninle birlikte var olmuş parçalarımı
yavaş yavaş bırakıyorum geride.
Ve bu şiir,
sana yazılmış bir veda değil.
Bu şiir,
beni benden ayıran
o büyük, sessiz, kanlı vedanın
kendisi.
Hüseyin Erdinç
Kayıt Tarihi : 1.9.2025 07:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!