Bir kuytuda, yıllar sonra,
Bir anı gölgeler içinde kaybolmuşken,
Yüzün, bir sabâ rüzgârı gibi dokundu.
O kadar hafifti ki,
Sanki yılların ağırlığını
Bir anda unutmuş gibiydim.
Zaman, hani öyle bir zaman vardır ya,
Sana her baktığında bir şeyin kaybolduğunu hissedersin.
İşte öyle, gözlerinle bir sözcük çıkardı
Ve birden, adını her telaffuz ettiğimde
Bir gülşen açtı yüreğimde.
O eski günler vardı,
Hatırladım birden, belki de unutmuştum.
Bir parça gülzar düşmüş gibi yavaşça,
Ve o gülün kokusu, her yerimi sardı.
Bunun adı aşk mıydı, bilemiyorum.
Ama bir şey vardı…
Sana benzer bir şey vardı.
Bir köşe başında,
Fark etmeden, bir kez daha öptüm o toprakları,
Bundan ne çıkar,
Biriyle bütünleşmek ne demekti,
Herkesin bilmediği bir meseleydi.
Belki de sen, o eski sabahların
En güzel güftesi oldun.
Bazen, bir bakış yeterdi.
Bir bakış, bir mecnûn olabilirdi,
Ve ben, hep o gözlerinde bir nefh aradım,
Her adımda,
Bir sükûnetin içinde kaybolduğum yeri.
İçime bir şeyler dehşetle dolarken
Hissim, rüzgâr gibi geçerdi ama
Sana doğru savrulurdum, yeniden.
Söyle, bir zamanlar bu kadar mı ağırdı?
Bir kelime bile yetmezdi,
Bir ateşin içinde sarar gibi
Ve beni her şeyden uzaklaştırırken
Bir bahr gibi sımsıkı sarmıştın.
Ama araya zaman girdi,
Bir pejmürde hâlinde her şey,
Tıpkı kaybolmuş bir Leylâ’nın
Düşlerinde olduğu gibi.
Ve şimdi, her şeyin başlangıcı gibi,
Her şeyin sonu gibi,
Bir süregân var içimde;
O yılların gülüşünü,
Yavaşça hatırlıyorum.
Ama neyi?
Bilmiyorum.
Kayıt Tarihi : 10.11.2025 18:33:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.



ve kaç asırdır suskunsun sen mo/na/li/sa…,
ki sen anadolu gırtlaklı bir kayyumsun,
kimse senin gibi söyleyemezken,
öyle doğal gelir ki sana çağırmak adımı,
ve gırtlağından süzülen sesine
ömrümü feda etmek istemem de keza bana…,
sen;
elmacık kemiklerinden akan
eflatun ırmakların çakıl taşları ile,
üç taş oynayan…,
ihramı iç/inde mütemadî bir umrede,
yalınayak seyy/ah/sın,
ve
çocuk yürekli bir çukurova bozlağına
her veda edişimle çoğalan,
aşkın salyalarından tiksinmeyen
ben,
kalbinin ılık suyunda,
gurbet garipliğimi saklarken,
pişkin bir vefasızlıkla…,
buyurgan nefsimin,
yüreğine attığı tırnak izlerinin,
tahammülle bağışlayanısın…,
ah;
çektirdiğim arsız çilelerin çilekeşi,
ki sen gece yarısı uykundan uyanıp,
yumulu gözlerinle,
mısralarına heceler seçen sevdalısın…,
esirgeme benden de,
merhametle bakan gözlerini desem,
kederli nazarlarını önüne düşürürsün,
bahtı gibi kömür gözlüm,
ay ışığına yakılmış bir sonat gibi,
sarıl bana ey aşk,
sarıl ve yarama dokun…,
ki soğuk bir su içsem uzakta yâr üşür...,
ve
bir mektupsun o/ndan,
duadan ötesin...,
ah;
evet bir ah/sın sen,
yekûnu simmsiy/ah bir ah,
masumsun,
ve dervişinim...,
gözlerin bana derg/âh,
fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın,
garipliği değildir;
aşktan gayrısından soyunmak...,
garipliği;
kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını
garibanın,
buruk, münzevî ve tek...,
aşkı yordular dizelerde, yordular
eziyet verdiler ona imge imge,
aşk berraktır oysa bulanmaz,
ve aşk uslanır bu dizeler uslanmaz,
ki bilirim, aşk;
dizelerle bulunmaz...,
rüzgâra boyun eğmeyen,
yeşil başaklar gibi; darmadağınık ve
dağ başlarındaki ağaçlar gibi
tek başıma kalıyorum gittiğinde,
kervan geçmez bir han oluyorum...,
ah;
aşkınla ne üzgünüm ne de derbeder,
sıyrıldım yaşamın yüklerinden hep birer birer,
turuncu gülüm,
gerisi boş,
sen sağlığından ver haber;
ömrüm geçiyor seninle,
nerde tasa ve keder,
açmış kucağını bizi bekliyor sonsuzluk;
all/ah/uekber…,
ve masalın minimal beklentisi…;
madem yoksun ve yoksunum artık,
ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
kapatıyorum gözlerimi…,
bir düş daha;
camdan bir doğum günü tabutu içinde,
sensiz kokular burnumda tüterken,
gardenya bahçesinde
yedi cüceler,
on dört gözbebeği ile,
türlü renkte yaşlar içinde,
ormanın derinliklerinden gelen,
kaval sesini
ve beni beklerken;
yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
yönsüzlüğümün şahitliğine
ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
seni sevdiğimi,
ellerimden kayıp
gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
at kendini raylarıma,
sahipsiz şiirler taşırım sana,
dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli
bulutlarından birini,
bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
bizden uzak constantineye,
mezar olsun bu kadim ah/
ki seni gördükten sonra aylarca ağladım,
nerelerdeydin diye gençliğim katledilirken,
cibilliyetsiz ve şerefini yitirmiş
bir yılan soyunun maktulü,
gençliğimin baharı evet,
sonra;
silsilenle büyülendikçe,
kurudu gözyaşlarım
ve siy/ah gözlerinle ısındım,
lisanının mahreçleriyle soludum,
duygu durumuma iyi geldin,
hoş geldin...,
aşk sürükledi beni sana
ve sende, kayboldum sevgili;
ki lütfen bana,
bir daha kendimi buldurma ömrümce,
yitmiş ve sana gitmiş bir iyi insan olarak,
yaşat beni,
ruhum ruhuna emanet olsun…,
ki ilk ayrılığımızın şarkısıydı,
büyük adam, küçük aşk…,
ona da ayrılık denebilirse,
sokakları yürüyen ben değildim,
ki sokaklar,
bende yürüyordu o terazi ikindisinde
ve hiç,
hiçlikle bile;
kavuşmak kaygımız olmamıştı zaten,
hasretindeyken…,
ve lüzumsuz itibara rağbet edilmeyen,
iki kelâm susuzluğuna müsekkin,
mesai aralarında…,
ah;
TÜM YORUMLAR (1)