Bu ülke bir harita değil sadece...
Bir türkü gibi uzar gider doğudan batıya,
bir annenin alnındaki çizgidir Ege kıyısı,
bir çocuğun gözyaşındaki tuzla aynıdır Karadeniz.
İstanbul,
iki kıtanın arasında kalmış bir aşktır.
Bir tarafı hep gidiş,
bir tarafı hep hasret.
Galata’nın taşında,
Ayasofya’nın gölgesinde
ezanla çan arasında bir sükûnet vardır orada.
Ve Boğaz’da geçen her vapur,
bize "geçmiş" derken
geleceğe bakar gözleri.
Ankara suskundur.
Ama o suskunluk…
bir milletin "yeniden" doğduğu sessizliktir.
Taş bina değildir sadece meclis,
orada hâlâ bir kurşunun yankısı dolaşır odalarda.
Cebeci’de bir öğrenci,
Ulus’ta bir yaşlı
aynı duaları fısıldar geceleyin.
İzmir bir sabah uyanışıdır.
Göztepe’den Karşıyaka’ya rüzgâr gibi geçer
zeytin dallarıyla konuşur çocuklar orada.
Alsancak’ta bir martı,
konduğu direğin ucunda
şehitlerin sesini taşır Pasaport’a kadar.
Trabzon denizle konuşur,
ama dağlar daha yüksek söyler şarkılarını.
Uzungöl’de bir kadın,
elleriyle topladığı çay yapraklarına
sevda gizler.
Ve her horon,
bir direniştir aslında;
dize değil, yüreğe vurur o adımlar.
Gaziantep’te tarih,
tandır ekmeğiyle pişer taş sokaklarda.
Bir çocuk fıstık toplar gibi,
dedesinden “vatan” toplar dizelerce.
Orada her lokma,
bir isyanın hatırasıdır.
Yalnız açlığa değil,
esarete de karşı doyurur seni.
Konya’da Mevlâna hâlâ dönüyor.
Ama artık onun döndüğü sadece sema değil,
bir ülkenin yüreği...
Taş medreseler konuşuyor hâlâ,
kitapların tozu dile geliyor geceleri.
Bursa’da gökyüzü çini mavisidir.
Uludağ, her sabah bir duayı yukarı taşır
yeşilin her tonu,
barış gibi yayılır çocukların gözbebeklerine.
Erzurum’da kış değil,
sabrın kendisi iner toprağa.
Bir delikanlının yüreğiyle ısınır şehir.
Dadaş olmak,
yalnızca delikanlılık değil,
bir duruş,
bir yemin gibidir orada.
Mardin taş değildir sadece,
her bir taş bir dilek,
bir dua,
bir ana yüreğidir.
Süryani fısıltısı,
Kürt ninnisi,
Arap ezgisi…
Hepsi tek bir ana dil olur bazen:
Hürriyet.
Adana yanar.
Ama güneşten değil;
öfkesinden,
aşkından,
sıcacık küfründen,
ve en çok da mertliğinden.
Portakal çiçeği kokusu bile
orada kavga eder havayla…
Şanlıurfa’da peygamberler yürür hâlâ
kutsal bir geçmiş taşır Harran’ın kumları.
Balıklıgöl, sadece bir su değil,
bir mucizedir orada.
Van...
Yalnız bir kediden ibaret değildir.
Bir dağın gölgesiyle büyür her çocuk,
her mevsim ayrı bir efsane yazar
Akdamar’ın taşlarında.
Hatay’da insanlar dua eder
üç ayrı dilde,
ama bir yürekle.
Medeniyet, orada yalnızca bir kelime değil,
bir ekmek gibi paylaşılır masada.
Samsun’da bir deniz
bir milletin kaderini yıkar kıyıya.
Bandırma'nın uğultusu hâlâ rıhtımda.
Ve her 19 Mayıs’ta
rüzgâr, sadece bayrakları değil
bir inancı da dalgalandırır.
Bu ülke...
Yalnızca şehirler bütünü değil.
Bu ülke,
her taşında bir hikâye olan,
her çocuğunun adı başka olsa da
hepsi aynı göğün altında doğmuş
tek bir milletin adıdır.
Ve o millet...
Kim bilir kaç kez
sıfırdan başlamıştır.
Ama her defasında
bir türküyle ayağa kalkmıştır:
“Ben buradayım!”
diyen bir sesle,
Anadolu’dan yükselen
bir kalbin ritmiyle...
Kayıt Tarihi : 13.6.2025 01:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!