Bir Müsibet Bin Nasihatten İyidir (öykü)

Seyit Burhaneddin Kekeç
1593

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Bir Müsibet Bin Nasihatten İyidir (öykü)

Şafak bu hikayeyi işyerinde arkadaşlarına anlatırken Can’ın arkasına geldiğinin farkında bile değildir. Can Şafak’ın anlattıklarını istemeden de olsa duymuş en yakın arkadaşının kendisini böyle ti’ye almasına içerlemiştir. Can’ın geldiğini gören Mustafa,

- Hah işte bizim çapkında geldi. Gel Can’cığım gel çapkın kardeşim benim. Hikaye doğruysa güzel bir ders almışsın. İnşallah bundan sonra her kuşun etinin yenmeyeceğini anlarsında ona göre hareket edersin.

- Şafak’ın size ne anlattığını tahmin edebiliyorum. Benim amacım biraz gırgır yapmaktı ama biz taşa rastladık. Kötü bir kaza oldu.

-Yanlışın var Can’ım, sen kayaya toslamışsın iki gözüm. Bu da sana iyi bir ders olmuştur. Bu kadar tantana yeter. Mesai saati geldi, kahve molasında devam ederiz. Haydi herkese kolay gelsin.

Masadakiler işlerinin başlarına doğru giderken Can başından geçenleri Şafak’a anlattığı için kendisine kızıyordu. Ne diye anlatmıştı ki. Bas bayağı rezil olmuştu. Şafak, Can’ın sıkıntılı halini görünce anlatması için ikna etmiş Şafak’ta Can’a güvenerek başından geçenleri anlatmıştı. Kendi kendine bir söz verdi. Bugünkü olay Şafak’ın yanına kalmayacaktı. Ne olursa olsun mutlaka bunun intikamını alacaktı.

Sonunda ne edip edip satın almayı başarmıştı asrın icadı denen bilgisayarı. Ama nasıl kurulur nasıl kullanılır bilmiyordu bile. İşyerinde arkadaşlarından duyduğu chat hikayelerine kapılmış rüyalarında bile chat yapmaya başlamıştı. Sonunda büyük özverilerde bulunarak satın almıştı işte. Bilgisayarı Can’a kurdurur ve ondan öğrenirdi kullanmasını.

Bilgisayarı evine götürdü. Evde herkeste bir heyecan bir sevinç vardı. Sonunda onlarında bir bilgisayarları vardı ve arkadaşlarıyla chatleşebileceklerdi. Şafak hemen Can’ı aradı telefonla.
- Can merhaba, senden bir ricam olacak. Seni onun için rahatsız ettim. Bilgisayar aldım. Kurmama yardım edebilir misin?

Can onu kırmamış hemen gelip kurmuş nasıl kullanması gerektiğine dair ana bilgileri verdikten sonra wireless aracılığı ile komşusunun internet bağlantısını yakalamış ve internette girmişti. Daha sonra bir chat sitesine girerek Şafak adına melankoli nickiyle kayıt bile yaptırmıştı. Tabii bütün bilgileri doğal olarak o da biliyordu. Ama Şafak’ın ona sonsuz güveni vardı. Hem chat sayfasına giriş şifresini ve msn şifresini ve e-mail şifresini bilmesi Can’a ne kazandırabilirdi ki...

Can gittikten sonra intenete girerek gazete sayfalarını gezdi. Bunu çok sevmişti. Gazeteyi bedava okuyabilecekti hem de bütün gazeteleri. Şu İnternet şimdiye kadar bulunan en önemli icat diye düşündü. Bulana dua bile etti. Gazete sayfalarını gezdikten sonra msn’e girdi. Tanıdığı arkadaşlarına telefon ederek onların msn adreslerini aldı ve onlarla msn’de buluşmak üzere telefonu kapattı.

İlk olarak ablası ve eniştesini ekledi. Daha sonra bir kaç arkadaşını ekledi. Sonra onlarla bağlantı kurmayı dahi başararak sohbete başladı. Ama ne kadar da hızlı yazıyorlardı arkadaşları. Onların hızına yetişmek imkansız gibiydi onun için. Bu yüzden ilk gün sadece ablası ve eniştesiyle sohbet etti msn’de.

Vakit ilerlediğinde gece 2 gibi Can’ın kayıt yaptırdığı chat sitesine girdi. Bir kaç bayanla sohbet için şansını denedi ama başarılı olamadı. Aklına Can’dan aldığı bir öğüt geldi. Eğer bir bayanla sohbet etmek istiyorsan onların ilgi alanını iyi bileceksin. Mesela müzik veya şiir bayanların en büyük ilgi alanıydı. Hemen telefonuna arkadaşından gelen bir aşk mesajını yazıverdi chat sayfasına.

“Bir gül soldu kitaplarımın arasında
Bir mazi yandı fotoğraflarda
Bir yıldız kaydı semadan
Unutamadığım
Sadece bir rumuz kaldı dudaklarımda,
Sen, melankoli...”

Sadece bir kaç kişi “hmmm güzelmiş” dedi. Bir kaç mesaj şiiri daha yazdı ama ilk gece eli boş döndü. İş saatini zor etti. Arkadaşlarına bilgisayar aldığını anlattı. Chat sayfasına girdiğini ama onların anlattıkları gibi bir şeyle karsılaşmadığını söyledi. Arkadaşları ona sabretmesini zamanla yavaş yavaş öğreneceğini söylediler. İşten çıkışta hemen Can’ı arayarak kendisine gelmesini istedi. Yarım saat sonra Can Şafak’ın evinde PC’nin başındaydı. Hemen bir chat sayfasına girerek bir arkadaşıyla chatleşmeye başlamıştı bile... Can hiç tanımadığı bayanlarla iletişim kurup güzel güzel sohbet ediyordu. Sanki şeytan tüyü vardı bu çocukta....

Can, Şafak’a “Ben işi şiirle bağlıyorum. Benim yöntemimde bu. Kızlar benim yazdığım şiirlere bayılıyor. Zaten en önemlisi ilk temas sonrası kendiliğinden geliyor” dedi. Bir süre daha chat yaptıktan sonra Can, Şafak için chat sayfasında bir özel sayfa açarak ona aitmiş gibi görünen ama Şafak’a ait olmayan bayanları etkileyecek bilgiler girdi. İnternet’ten bulduğu güzel resimleri de ekleyerek sayfayı çekici bir hale getirdikten sonra müsaade isteyerek evine gitti.

Şafak uzun bir süre bekledikten sonra kendisinre bir mesaj geldiğininin farkına vardı. “Ne kadar güzel şiir size mi ait”. Şafak heyecanlanmış balığa çıkmış balıkçının ilk balığını yakalaması heyecanıyla, “Hayır bana ait değil ama kendi yazdığım şiirlerim de var” demişti. Demişti ama hiç şiir bilmiyordu ki. Eyvah ne yapacaktı şimdi? Hemen Can’ı aradı.
- Can merhaba, rahatsız ediyorum kusura bakma. Şu an netteyim. Şiir yazıyordum Galiba ilk balığı yakaladım. Ama kız kendi şiirlerim olup olmadığını sordu. Ben de yalan söyleyip var dedim. Bana bir kaç şiir yazıp göndersen.

- Ayıpsın be Safak, istediğin şiir olsun. Ben hemen msn den yolluyorum. Haydi görüşürüz.

Can şiirleri göndermeye başlamıştır bile. Şafak okudukça şiirlerden etkilenerek, “Ulan bu velet bu işi biliyor” diye içinden geçirir. Şafak nete döndüğünde bayan nicki taşıyan kişinin gitmiş olduğunu görür. Bir süre aradıktan sonra onun özel sayfasını bularak Can’dan gelen şiiri oraya mesaj olarak yazar;

Gökyüzünde mehtap, yeryüzünde sen
Hanginiz hanginizi kiskandiriyor bilemem
Bülbüller sana aşık olmuş şakıyor
Güller seni kıskanmış, dalında soluyor...

Ve beklemeye başlar, altına da “tamam mı, devam mı? ” diye not düşerek bir süre beklemeye başlar. Ama cevap filan alamaz. Yatana kadar chat ve oyun sitelerinde dolanır durur. Ertesi günü işten sonra hemen PC’nin başına geçerek chat sitesindeki kendi sayfasına girdiğinde merak, heyecan ve sevinç içerisinde gözleri fal taşı gibi açılır. Beklediği mesaj gelmiştir.

Güneş batar, doğar yıldızlar, nerdesin?
Sevdalı yüreğim seni arar, nerdesin?
Semadaki yıldızlardan biriside sen misin, nerdesin?
Bir bulabilsem seni, sen nerdesin?

Altındaki notta “devam” yazmaktadır. Şafak hemen ilk yazdığı şiirin devamını yazar.

Gökyüzünde mehtap değil, gözlerin parlıyor
Bülbülleri kıskandıran o berrak sesin
Bana unutamayacağım su cümleyi fısıldıyor
Seni seviyorum...

İkinci dörtlüğü yazarken içinde biraz utanma ve korku duygusu da geçmişti ama o kız Şafak’ı nereden tanıyacaktı ki. “Amaaaan boş ver sanki karşılaşacak mıyız ki ” dedi kendi kendine. Ve göndermek için bilgisayarın “Enter” tuşuna heyecanla bastı. Beklemeye başladı ama içi içine sığmıyordu. Heyecandan gezinmeye bile başlamıştı. Bilgisayarın evlerine girişinden beri Şafak’taki davranış değişiklikleri Şafak’ın eşi Beyza’nın gözünden kaçmıyordu.

- Ne oldu deli danalar gibi ne dolanıp duruyorsun?

- Yok bir şey, bir arkadaşı nette bekliyorum ama gelmedi hala. Herhalde işi çıkmış olmalı.

- Bilgisayar geldi geleli sana bir haller oldu, Allah sonunu hayır eylesin.

- Takma kafana ne olacak bilgisayardan ya. Ha netten başka bir karı bulup beni boşar diye korkuyorsan o başka... diye eşine takıldı Şafak.

Beyza, “Aman seni kim naapsın. Anan bile ben evlendirir kurtulurum ya, vay ona varan kızın başına deyip durmuyor muymuş...”

- “Unuttuğun bir şey var kızım, her kötü malın bir kör alıcısı daima vardır. Mesela benim seni almam gibi...” deyip kahkahayı koyuverdi.

- Aman seninle çene yarıştıracak halim yok. Seni bütün köyü susturan anan susturamamış ben mi susturacağım.

- Baksana apık sapık konuşup da asabımı bozma durup dururken.

-Aman ne halin varsa gör. Ben komşuya gidiyorum. Akşama da yemek memek yok. Git dürüm al, bu akşam da dürüm yiyelim.

- Olur başka bir emriniz hanımefendi...

- Yanına da ayran alsan iyi olurdu ama evde yoğurt var. Neyse ayranlar da benden olsun bari.

Şafak kızgınlıkla kafasını sallayarak “Çek git ya, moralimi bozup durma” diye kızgınlıkla bağırır Beyza’ya.

Beyza söylene söylene komşuya doğru yollanırken Şafak öfkeden odanın içinde ileri geri volta atıyordu. Tekrar bilgisayarın başına geçti. Beklediği mesaj gelmişti. Ama bu kez Menekşe nickli bayan da PC’sinin başındaydı. Çünkü onun nickini monitörden görüyordu. Mesaj kutusunda gelen cevap şu şekildeydi.

“Tan ağarır, şafak söker, nerdesin?
Aldığım hava verdiğim nefes misin, nerdesin?
Gözlerim takılır bir kuşa, nerdesin?
Kanat açar sonsuzluğa, o sen misin?
Nerdesin, nerdesin?
Bir bulabilsem seni, ah sen nerdesin? ”

Ne diyeceğini ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Aklına ilk yine Can geldi. Hemen onu aradı.

-Merhaba Can yine ben. Şu sıralar biraz fazla rahatsız ediyorum ama yardımına ihtiyacım var.
Şu netteki kız bayağı bir şair çıktı. Harika şiirler yazıyor. Nasıl cevap vereceğimi şaşırıyorum. Biraz daha şiir gönderebilir misin bana?

-Hemen msn’den gönderiyorum Şafak’çığım. Bakıyorum işi ilerletmeye başladın. Dikkat sonrası tehlikeli olur. Ben bu şekilde başlayıp yıkılan nice yuvalar gördüm. Hem sonra her bayan nickli kişilere de inanma.

- Merak etme ya, biraz eğleniyoruz o kadar. Yuvamızı yıkacak kadar cahil miyiz? Aşk olsun.

- Şiirler birazdan gelir. Yine de dikkatli ol.

- Merak etme sen, teşekkürler.

Şafak şiirleri alır almaz Menekşe’ye cevap yazar.

“Nar çiçeği gibisin
Nazlı ve narin...

Kadife saçlarınla gül gibisin
Sevdanın timsali ama sevdaya adak
Papatya gibisin, sevda fallarına kurban
Sanki ben gibisin
Ben sana tutsak...”

- İnanamıyorum ne kadar güzel şiirler bunlar, size mi ait?

- Öğünmek gibi olmasın ama biraz yazarım.

- Süper şiirler, ayrıca sitedeki sayfanızda mükemmel. Duygusal ve romantik bir kişiliğiniz var. Eşiniz ne kadar şanslı.

- Şey şanslıydı ama o şansını benden ayrılarak boşa harcadı. Neyse o konulara girmek istemiyorum. En azından sizin eşiniz şanslıdır sizin gibi biriyle evli olduğu için.

- Aman sormayın, inanmayacaksınız ama bende sizin gibi dulum. Eşim beni bir Hollandalıyla aldatınca bende bastım tekmeyi.

- Sizin adınıza üzüldüm. Ama siz sakın üzülmeyin, mademki sizin değerinizi bilmeyen biri unutun gitsin. Sonuçta kaybeden siz değil o.

- Teşekkür ederim ama unutmak kolay olsa çoktan unuturdum. Onun için harcadığım yıllar bir yana iki çocuğuma acıyorum. Bu kadar hayırsız bir babalarının olduğunu onlara nasıl anlatabileceğimi bilemiyorum. Şu an o kadar küçükler ki... Gerçekleri anlatarak onların kafalarındaki baba imajını silmekle onların içine düşecekleri psikolojik durumlarını düşünmek bile istemiyorum. Şu an ki en büyük sorunum bu. Tabii insan yine de erkeğinin evinde olmasını istiyor ama bana bu ihaneti yapan birisine de erkeğim demek içimden gelmeyeceği içi boşandım. O kendi yoluna ben kendi yoluma...

- Ya gerçekten çok üzücü bir durum. Özellikle de dediğiniz gibi çocuklar açısından. İnan ne diyeceğimi bilemiyorum. Diyebileceğim onun için dökeceğin bir tek damla gözyaşına bile yazık olacağıdır.

- Ya neyse boş verelim şu hayırsızı. Onun ismi bile şu ortamımızı bozmaya değer mi? Peki ya siz, siz neden boşandınız.

- Ya hiç sormayın, benim evliliğim de biraz anne-baba zoruyla oldu. Okul bitip bir işe girdikten sonra özellikle de annem “Yavrum bak büyüdün, eh bizler de genç değiliz artık. Senin mürüvvetini görmek bizim hakkımızdır. Ne olur bize bunu çok görme” demeye başladı. Ben “Anne daha gencim bırak biraz hayatımı yaşayayım daha sonra evlenirim” dediysem de aldırış eden olmadı.

Bir gün annem, “Ben Türkiye’ye gitmek istiyorum. Kardeşlerimi rüyamda gördüm, başlarında bir şey mi var acaba? ” diye hayıflanarak ağlamaya başladı. Hemen halamları ardık ama annem tutturdu “İlle de gideceğim“ diye. Bizde çaresiz gönderdik. Gitti aradan iki hafta geçmedi halamlardan bir telefon geldi. Annem rahatsızlanmış hastanede yatıyormuş. Haydaa, aldı mı bizi bir telaş. Apar topar atladık uçağa ver elini Türkiye. Vardık ki ne annem hasta ne de bir rahatsızlık geçirmiş. Maşallah turp gibi. Anne nedir bu oyun demeye gerek kalmadan, annem bir solukta her şeyi anlattı. Meğer uzaktan bir akrabamızın kızını daha önceden aklına koymuş olan annem bu oyunla bizi baş göz etmek için fırsat yaratmış. O kadar itirazlarıma rağmen aldırış eden olmadı. Dönüş içinse üç hafta beklemek zorundaydım. Çaresiz görücü olarak gittik. Kız Allah için güzeldi. Annem zaten kızı seviyor, babamda kızı beğenince beni sadece nasıl buldun gibisinden formalite bir soru sordular. Yok evlenmem dediysem de dinleyen olmadı. Sonuçta ben Türkiye’den nişanlanmış ve hatta nikahı yapılmış olarak döndüm. Bir yıl sonrasında da eşimin vize işlemlerini tamamlayarak düğünü yapmak üzere Türkiye’ye gittik. Hollanda’ya düğün yapılmış ve biz dünya evine girmiş olarak eşimle birlikte döndük.

İlk günler yani cicim ayları güzel geçti. Bu arada eşim dil kursuna gitti. Ama maalesef Hollandacayı bir türlü öğrenemedi. Daha doğrusu Hollanda’ya bir türlü alışamadı. Devamlı olarak “Hollanda’nın sanki bir gönüllü hapishane” olduğundan yakınıp durdu. Bir yere kadar haklıydı da belki. Evet iklimi o kadar güzel değildi. Sosyal hayatı bizim sosyal hayatımıza benzemiyordu ama ne yapabilirdik ki. Adamları Türkleştirecek halimizde yoktu ya..!
Eşime Hollandacayı öğrenmeye biraz gayret göstermesini, şayet Hollandacayı öğrenirse yaşamının daha da kolaylaşacağını anlatmaya çalıştıysam da pek oralı olmadı. Annem gelinini alarak eşe dosta gidiyor onun arkadaşlar edinmesine gayret gösteriyordu. Bazen çarşı, pazara gidiyorlar ama bu gezmelerin sonunda evde hep benim başımın etimi yemesiyle bitiyordu.
Neymiş efendim annem onun beğendiği elbiseyi fazla açık bulmuş almamışta, hep annemin istediği yerlere girip çıkıyorlarmış da gönlünce çarşı pazar gezemiyormuş da... Yani senin anlayacağın daaa daaa da da daaa....

Neyse ayrı bir eve ayrıldık, eşimin şikayetleri biter sanıyordum ki, tam tersine daha da arttı. Evde bütün gün canı sıkılıyormuş. Annem ne zaman gelse evde eşyaların yerine karışıyormuş. Kendi evini istediği gibi yerleştiremiyormuş. Şikayetler bitecek gibi değil. Bu kez de babasının maddi durumunun iyi olmadığını ve her ay ona biraz harçlık göndermek istediğini söyledi. Ben itiraz etmedim. Ama bunu bir şekilde bizimkiler öğrenince biraz itiraz ettiler.

“Çok sıkıntıdaysa tabii gönderin, hatta bayramlarda harçlıklarını yine gönderin ama bu her ay olur mu? Siz de gençsiniz, hem yeni evlisiniz. Yarınlarınızı düşünmek zorundasınız” diye öğüt verince bizimkinin zoruna gitmiş. Bu sefer de başladı mı “Vay onlara neymiş? Anne-babasına harçlık gönderemez miymiş? Gönderiyorsa kocasının parasını gönderiyormuş da miş muş da miş muş... Ben de ona “Üzülme biz yine göndermeye devam ederiz, ama bundan bizimkilerin haberi olmasın” dedim. Bu konuyu da böylece hallettik.

-Ya Menekşe ben bunları anlatarak kafanı şişiriyorum. Özür dilerim dalmışım ha bire yazıyorum da yazıyorum. Umarım sıkılmamışsındır?

- Hiç olur mu öyle şey, sanal alemde dertleşiyoruz. Hem ben kendi sorunlarımı anlatarak sizin kafanızı mı şişirmiş oldum. Eğer öyleyse özür dilerim. O halde sizi daha fazla sıkmadan ben müsaade isteyeyim.

- Yok ya olur mu öyle şey? Ben sadece kendi geçmişimi anlatarak sizin başınızı ağrıttığımı düşünerek söylemiştim. Ayrıca sizin sorunlarınızı benimle paylaşmanız hoşuma gitti. Demek ki bütün bunları bana anlatmaya değecek kadar yakın buldunuz kendinize...

-Peki aynı şeyleri benim açımdan da aynı olacağını düşünemediniz mi. Bende sağlam bir arkadaşlık kurmaya başladığımı sanmıştım. Sanırım gerçek hayatta olduğu gibi yine yanılmışım. Zaten hayat benim için yanılgıdan başka bir şey olmadı ki...

Bu sözlerden sonra ekranda kısa bir şiir belirdi,

Hazan rüzgarları yine sert esiyor
Hayat ağacından can
Gönül ağacından umut yapraklarını döküyor
Ruhlar yalnızlık okyanusunda sevgi arıyor
Sevgi, bir beyaz güvercin
Hayat gibi uçup gidiyor üzerimizden
Geriye bize kalan
Bile bile içerisine kendimizi hapsettiğimiz
Koca bir yalan...

- Böyle düşünmene neden olduğum için çok özür dilerim. Bunları söylemekle beni de çok üzüyorsun. Tabii ki seninle arkadaşlığımızı sağlam bir temele oturtmayı bende isterim. İnşallah böyle de olacak. Ayrıca yazdığın şiir çok güzel. Buna uygun bir şeyler de ben yazmayı isterdim. Ama aklıma şu an hiç bir şey gelmiyor. Ama emin ol yazacağım sana. Biraz müsaade edersen tabii...

Hemen Can’ın msn’de olup olmadığına baktı. Şansı vardı, Can’ın msn’i açıktı. Hemen selam verip ondan yardım istedi. Can kızın yazmış olduğu şiiri kendisine yazmasını istedi. Şafak şiiri Can’a yazdı. Can biraz bekledikten sonra istediği şiiri gönderdi. Şafak okuduğunda bu şiirleri gerçekten Can’ın yazıp yazmadığını merak etmeye başlamıştı. Ama bu arada Menekşe ondan hala cevap beklemekteydi.

Can’a teşekkür ettikten sonra hemen Menekşe’ye dönerek, “ Senin yazdığın kadar güzel olmasa da bir şeyler karalamaya çalıştım” dedi.

- Merak ve heyecanla bekliyorum.

Şafak “yazıyorum” dedi.

Kristalden süzülen ışık gibisin
Rengarenk...
Düşen yağmur damlası gibisin
Saf ve berrak...
Akvaryumda seyrettiğim balık gibisin
Hayata tutsak...
Bir bebek gibi
Sevilmeye muhtaç...
İçtiğim su, aldığım nefes gibi
Vazgeçilmez ihtiyaç...
Bir kuş kadar ürkek
Bir bahar kadar taze
Çiçekler kadar mis kokulu
Gecenin görünmeyen yüzü
Huzursun sen...

-Wuuuuuuaaaaaaaaaaaaaaaavvvvvvvvvvv, harika bir şiir ya

Şafak sadece “Teveccüh buyuruyorsunuz” diyebildi.

- Bunu şu anda nasıl yazdınız? Gerçekten harikasınız, tebrik ederim.

Şafak’ın aklına hemen Can’ın her zaman söylediği bir cümle geldi.

- Teşekkür ederim. Siz güzel görmek istediğiniz için size güzel geliyordur. Ben şair değilim ama arkadaşlar yazdığım şiirleri güzel buluyorlar. Onlara söylediğimi size de söyleyebilirim. Ben şair olarak doğmadım ama yaşadığım hayat beni şair yaptı...

-Cevabınız da şiiriniz kadar güzeldi. Eğer sizce bir mahsuru yoksa hikayenizi kaldığınız yerden devam etseniz.

- Madem istiyorsunuz anlatayım. Eşimin annemle olan çekişmelerine birde bizim evde sohbet edecek konu bulamayışımız konunun dönüp dolaşıp anneme gelmesine neden oluyordu. Ona evde bir çok kitap olduğunu onları okuyarak vakit geçirebileceği gibi bu kitaplar ve konusu hakkında konuşabileceğimizi, bunun aynı zamanda onun dünyaya bakış açısını da değiştireceğini söyledim. “Kitap okurken uykusunun geldiğini” söyleyerek sıkıldığını söyledi. O halde vakit buldukça sinemaya gidelim dedim. Karanlıktan korktuğunu ayrıca sinemadaki filmlerde hep Hollandaca alt yazı geçtiğini, kendisinin de Hollandacadan anlamadığı için sıkıldığını söyledi. Ne söylesem her şeye bir kulp buluyordu. Yavaş yavaş bende gerilmeye başladım. Arkadaş gezmelerinden döndüğümüzde “Vay onların şusu busu varmış da bizim neden yokmuş? ” gibi şikayetlerin yanı sıra kadınlar arasında konuşulan dedikoduları bana anlatınca bu sefer de ben sıkıldım.

Eşimle aramda tek bir ortak nokta bulamıyordum. Eşim Hollanda’da da Türkiye’de olduğu gibi yaşamayı istiyordu. Kültürel farklılıklara bir türlü alışamadı, ya da alışmak istemedi. Onu bir şeyle meşgul etmek gerektiğini düşünerek onu ehliyet kursuna yazdırdım. Akşamları teori imtihanına hazırlamak için yardımcı olmaya çalışıyordum. Ama gel gör ki ne kadar anlatsam fayda etmiyordu. Sonuçta teori imtihanını 6. defasında alırken aldığı direksiyon dersi 100’ü bulmuştu. Kurs öğretmeni dahi şaka yollu yılda senin gibi 10 tane müşterim olsun yeter demişti. Bütçemi zorlamasına rağmen yarıda bırakmamak için ona destek olmaya devam ettim. Ancak 10’cu girmesinde ehliyeti alabildi. Ama çok şükür almış ve bende kurtulmuştum, ya da ben öyle sanıyordum. Bu kez de araba diye tutturmaz mı? Neyse ona da peki deyip küçük bir araba aldım. Keşke almaz olaydım. Bu seferde kadın evde durmuyordu. Ya bir arkadaşına ya çarsıya, pazara ya da kadınlar matinelerine takılmaya başladı. Artık evde ağzımızın tadı tuzu kalmadı. Annem uyarmaya çalıştı, ikaz etti anlamadı. Annem biraz da tehdit varı böyle devam ederse kendisini Türkiye’de babasının evinde bulacağını söylemiş.
Aradan bir kaç gün geçti akşam işten eve geldim, eşim evde yok. Bekledim bekledim gelen giden yok. Annemlere gitmeyeceğini bildiğim için önce bir kaç arkadaşını aradım, onlarda da yoktu. Sinirden ileri geri volta atarken üzerimi değişmek için yatak odasına çıktığımda makyaj masasının üzerinde bir mektup buldum. Kendisini aramamamı söyleyerek polise sığınacağını yazıyordu. Onu hiç bir kuvvetin Türkiye’ye gönderemeyeceğini yazmıştı. Bir zamanlar beğenmediği, kültürüne havasına alışamadığı Hollanda’yı eşim şimdi terk etmek istemiyordu. Annemin aklını başına alması için söylemiş olduğu tehditti gerçek sanıp evini barkını terk etmişti. Durumu telefonda aileme anlattım. Hemen yanıma geldiler. Durumun değerlendirmesini yaptıktan sonra durumu eşimin ailesine anlatmamızın doğru olacağını düşünerek onlara telefon ettik. Onlarla annem konuştu. Annem, kayınvalidemle olan konuşmasını bitirdiğinde şaşkınlık içerisindeydi. Kayınvalidem bizi kızına karşı esir muamelesi yapmakla suçlamış ve kızını haklı bulmuştu. Annem, “Oğlum bu işi fazla uzatmanın faydası yok. Durduk yere senin başını yaktığımız için senden çok özür dilerim. Biliyorum biraz geç kalmış bir özür ama buna bir de zararın neresinden dönersek kardır düşüncesiyle bakalım. Allah’tan çocuğunuz yok. Bir de çocuk olsaydı ne yapardık sonra” dedi.

Sonuçta eşimden boşandım. Bir daha da ne aradım ne sordum. Şeytan görsün yüzünü. Kusura bakmayın biraz uzattım galiba.

- Çok yazık olmuş size. Onunla geçmiş olsun. En azından siz benden şanslısınız. Benim iki tane çocuğum var. Bakın kadın başıma kala kaldım ortada. Allah bu devlete zeval vermesin. En azından maaş bağladılar da geçinip gidiyoruz iste.

- Siz öyle düşünüyorsunuz ama bu devlet bu kadınlara bu kadar kucak açarken mağdur olan erkekleri neden düşünmez bunu anlayamıyorum.

- Orası tartışmaya açık bir konu. İsterseniz bunu başka bir gün konuşalım. Şimdi sizden müsaadenizi istirham etsem, malum iki çocuk var haliyle sabah erken kalkmam gerek.

- Estağfurullah, müsaade sizin. En kısa zamanda görüşmek umuduyla Allah’a emanet olunuz.

- Sizde Şafak bey, iyi geceler efendim.

Şafak “İyi geceler” deyip bilgisayarı kapattıktan sonra yatağına uzandı. Karısının hala komşudan dönmemiş olduğunu görünce sinirlendi. Söylene söylene uykuya daldığının farkında bile değildi.

Ertesi günü işe gittiğinde Can’ın kendisini dört gözle beklediğini gördü.

-Eeee Kazanova nasıl geçti dün akşam. Bağlayabildin mi kızı?

Şafak “Kaçar mı? ” diyerek göz kırptı.

- Neler konuştunuz?

- Hayat hikayemizi anlattık birbirimize. Dul bir bayan, iki tane de çocuğu var. Üstelik buraya da yakın sayılır. Altmış beş kilometre uzakta bir şehirde oturuyor. Hele zaman geçsin, ilişkimiz biraz olgunlaşsın onu yemeğe çıkarmayı bile düşünüyorum.

- E hadi hayırlısı, sen benden de hızlı çıktın. Ama yine de dikkatli olmanı tavsiye ederim. Böyle bayan nickiyle girip de erkekleri oynatan bir sürü erkek oluyor. Sonrada arkadaşlarına anlatıp dalga geçiyorlar.

- Ya sonuçta bizde kafa buluyoruz ama onun bayan olacağını sanmıyorum.

- E hadi hayırlısı ama dediğim gibi dikkatli olmanda fayda var.

Can’ın söyledikleri Şafak’ın moralini bozmuştu. Tanımadığı biri kendisini oynatmakla eline ne geçecekti ki? Besbelli ki Can onu kıskanmıştı. Bir daha Can’dan şiir istememeye karar verdi. O gün iş bitmek bilmedi. Her saniyesi sanki ay oldu. Ama sonuçta o gün ki mesai de bitmişti işte. Eve nasıl gittiğini bilemedi. Hemen bilgisayarın başına geçerek Menekşenin bilgisayar başında olup olmadığına baktı, yoktu. “Hay Allah” diyerek iç geçirdi. Ama aklına internette şiir aramak geldi. Şiir sitelerine girerek şiirler aradı bazı şiirleri not aldı.

Şafak bilgisayarda şiir sitelerini dolanırken eşinin sesini duydu.

- Şafak yemek hazır. Soğutmadan yemeğini ye istersen.

- Tamam geliyorum.

Yemek masasına oturduğunda eşi ona söylenip duruyordu.

- Ne anlıyorsun şu netten anlamadım gitti. Nerden aldık şu bilgisayarı, keşke almasaydık. Bilgisayar eve geldi geleli evi, çocukları beni unuttun. Önceleri yemeğimizin bir tadı tuzu vardı, şimdi o da kalmadı. Bu ne kadar devam edecek daha?

- Ne yapıyorum ben, kahveye gidip çarsı pazar gezip para harcayacağıma evimde yanınızda oturuyorum. Ne var bunda?

- O bakımdan iyi ama bazıları nette buldukları kızlar yüzünden evini barkını bırakıp gidiyormuş. Bununla ilgili bir sürü hikayeler duyuyorum.

Eşinden bu sözleri duymak Şafak’ı için için sevindirirken bir yandan da çapkınlığa yeni başlamışken bu şikayetlere hazırlıklı değildi. Gülerek eşine,

- Oooo bakıyorum kıskanmaya da başladın. Bak bu hoşuma gitti. Kıskanmakla kendine olan güvensizliğini de ortaya koymuş olmuyor musun?

- Hadi be oradan, ne diye güvenmeyecek mişim kendime? Nasıl olsa nikah cüzdanın bende. Hem seni kim naapsın? Ben kendime güveniyorum da sana güvenemiyorum.

- Demek bana güvenemiyorsun ha, aşk olsun benim gözüm senden başkasını mı görür bir tanem...

- Bir tanem mi, sen kesin bir şeyler çeviriyorsun durup dururken şimdiye kadar bana bir tanem demedin. Kesin bir şeyler var...

- Dedim ya sen bana değil kendine güvenemiyorsun güzelim. Senden güzel biri çıkar da beni, Şafak’ı kaybederim diye korkuyorsun, bunun başka bir nedeni olamaz...

- Haydi oradan be kim ne yapsın seni...

- Bak eğer birini bulursam kızmak yok o zaman.

- Hele bir dene, çocukların yüzünü gösterirsem sana bana da Beyza demesinler. Hayatının hatasını yaparsın. Demek hemen birisini buldun nette ha. Bundan sonra o bilgisayarın başına bile geçmeyeceksin, yoksa karışmam.

- Ne bulması kızım ya millet kafa buluyor, Bayan nickiyle girip bende arkadaşlarla kafa buluyorum. Bilsen nasıl dalga geçiyorum onlarla. Gülmekten katılırsın. Bu arada bazı bayanlar da gelmiyor değil. Bazılarıyla öylesine yazışıyorum. Ne var bunda? Ama istemiyorsan karım kendisine güvenemediği için bayanlarla chatleşmeme yasak koydu der kapatırım.

- Şafaaaak, sen baya gıcıklaşmaya başladın. Ne halin varsa gör, karışmayacağım bundan sonra sana.

- Gülüm ben senin üzerine başka gül koklar mıyım? diyerek eşinin gönlünü almaya çalıştı.

- Aman yağ çekmeyi bırak ta yemeğini ye.

Şafak yemeğini kısa sürede bitirerek hemen bilgisayarın basına geçti. Menekşe’nin gelip gelmediğine baktı ama yoktu yine. “Nerede bu kız ya? diye geçirdi içinden. En iyisi ona mesaj yazmaktı. Menekşe ona bir şiir yazmıştı. Ona bir cevap yazmalıydı. Şiir sitelerini gezindi ve sonunda istediği gibi bir şiiri mesaj olarak yazıp gönderdi.

Hayallerim senden uzaklara gitmiyor
Afet nolur bu kalp sensiz olmuyor..
Aynaya her bakışımda seni görüyorum
Bende yaşayan senmişsin meğer
Ruhum yapayalnız
Sensiz üşüyorum
Nerdesin ey canımdaki can…

Bulutlar mı ağlıyor benim yerime ne
Durmak bilmiyor, yüreğim gibi gözlerimde
Kırıldı kanadım kolum
Sensiz uçamıyorum…

Bütün bunları istediğim için değil
Mecbur kaldığım için yazıyorum
Başka türlü duygularımı anlatamıyorum
Beni ya anlamak istemiyor, ya da anlayamıyorsun

Sana, seni seviyorum diyemiyorum
Ama sen biliyorsun
Her gün kalbimi tırmalıyor
Gül yaprağına kan damlatıyorsun
Kınalı koç misali
Hem başımı okşuyor
Hem kurban ediyorsun…

“Bu kadar sıkıntı arasında seni ve sohbetini özledim. Nerdesin be Menekşe nerdesin? ” yazıp mesajı gönderdi. Beklemeye, beklerken de şiirler aramaya bulduklarından beğendiklerini not etmeye devam etti. Ama sıkılmaya başlamıştı, nerde kalmıştı bu kız, hala neden girmiyordu ki nete?

Sabırsızlanmaya başlamıştı ki kendisine bir mesaj gelmiş olduğunun farkına vardı. Mesajda uzun bir wuaw çektikten sonra “harikasın” yazılıydı.

Şafak nette bulduğu şiirlerden özlem konulu bir şiiri daha yazmaya başladı.

Gökkuşağıydın, yağmurdan sonra açan
Mehtabımsın, karanlık gecelerime doğan
Baharımsın, sevda güllerimi tomurcuk tomurcuk açtıran
Bulut oldun gözlerimde
Yağmur oldun düştun ellerime
Mutluluğun resmiydin geldiğin zaman
Çaresizliği, acizliği yaşardım senden ayrılırken
Gece olup sarardın ruhumu çepeçevre
Her rüzgarda kokunu duyarım
Özlerim seni
Sen bendeki kördüğüm
Sen, bendeki bilmece...

Biliyor musunuz sizin kocaman zengin bir kalbiniz var. Bu şiirleriniz karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Gönlünüze sağlık.

Şafak bu sözlerin altında kalmamalıydı, Hemen cevabını yazdı, sizinle yazışmalarımdan çıkardığım sonuç kadarıyla sizde kocaman bir yürek bulunmakta. Hem ben bir aynayım. Bizden akseden sizin görüntünüzdür. Aksederken hatalarımız oluyorsa affınıza sığınırım.” diye yazarak mesajı gönderdi. Cevabını almakta gecikmedi.

- Çok teşekkür ederim, teveccüh buyuruyorsunuz. Bu kadar güzel sözleri hak etmediğimi düşünüyorum.

- Estağfurullah, ben yanılmadığım kanaatindeyim. Şey sizden bir şey istirham etsem ukalalık yapmış olur muyum?

- Estağfurullah, rica ederim. Elimden gelen bir şeyse neden yapmayım, buyurun ne arzu etmiştiniz?

- Sizinle tanışalı fazla bir zaman olmadı biliyorum ama bana msn adresinizi istirham etsem verir misiniz?

- Tabii neden olmasın, ama bazı şartlarım var. Bunlara uyacağınıza söz verirseniz. Ben sizi tam olarak henüz tanımıyorum, dolayısıyla temkinli davrandığım için kusura bakmayacaksınız.

- Bu en doğal hakkınız, neden kusura bakayım. Şartlarınız nelerdir?

- Birincisi etik kuralların dışına çıkmayacaksınız. İkincisi web cam veya mikrofonla konuşmak isterseniz bende olmadığı için mümkün olamayacaktır.

- Her türlü ahlaksızlığa bende karşıyım. Web cam ve mikrofon olayına gelince, mümkün olsaydı çok sevinirdim. Hem birbirimizi tanımamız ve sağlam bir arkadaşlığın temellerini atmamız açısından iyi olurdu diye düşünüyorum. Ama madem ki yok sağlık olsun ne yapalım. Peki ama en azından bir fotoğrafınızı görme imkanım da mı yok?

- Bakın bu mümkün olabilir ama kısa bir süre için. Sonra yine kaldırırım küsmece yok.

- Peki dediğiniz gibi olsun, şimdi msn ninizi rica edebilir miyim?

- Msn adresim menekse28hotmail.com.

- Hemen ekliyorum, sizde kabul buyurunuz efendim. Tabii bir resminizi de eklemeyi unutmayınız lütfen.

Şafak büyük bir heyecanla Menekşe’nin msn adresini irtibatlar listesine ekleyerek karşı tarafın kendisini irtibatlar listesine kabul etmesini bekler. Aradan 1 dakika geçmeden irtibatlar listesine eklendiğini ve karşı tarafın kendisini kabul ettiğini anlar. Hemen, “Selam” yazar. Menekşe’nin cevabı gecikmez, “Selam”. Ama yandaki pencerede bir bayan resmi vardır. Şafak kendisini hayran hayran fotoğrafa bakmaktan alıkoyamaz.

- Yandaki fotoğraf sizin olmalı?

- Evet

- Aman Allah’ım bu ne güzellik. Ben melekleri gökyüzünde sanırdım, nasıl oldu da biri benimle cahtleşerek beni onurlandırıyor?

Gelen cevapta bir gülümseme resmi vardı ve hemen yanında “Teveccüh buyuruyorsunuz” yazılıydı. Şafak heyecan içerisindeydi. Karşısında böylesine güzel bir bayan olduğuna inanamıyordu. Birden aklına Can’ın söyledikleri geldi. Bunu Menekşe’yle paylaşmak istedi.

- Bugün bir arkadaşım nette chatleştiğin insanlara dikkat et, bazı erkekler bayan nickiyle girerek insanları kandırıp eğleniyorlar dedi. Şu an sizin resminizi görünce bu kadar güzel bir bayanla chatleşme mutluluğunun gerçek olamayacağını düşündüm bir an. Sizde sakın erkek olmayasınız?

- Aaaaaa aşk olsun. Neden böyle düşünüyorsunuz. Madem inanmıyorsunuz o halde beni engelleyerek msn adresimi silebilirsiniz.

- Durun, ne olur lütfen hemen küsmeyin. İçimde böyle olmasını istemediğim bir korkuyu dile getirdim sadece. Eğer cüretimi bağışlarsanız sizinle tanışmak sesinizi duymak istiyorum.

- Bunun mümkün olmayacağını söylemiştim size. Benim web camım ve mikrofonum yok.

- Bu ne cüret demez ve kabalık olarak adlandırmazsanız şayet telefon numaranızı rica etsem.

- Özür dilerim ama internette yeni tanıştığım birine telefon numaramı vermemi bekleyemezsiniz. Benim yerimde siz olsaydınız siz verir miydiniz?

- Şey yalan söylemek istemiyorum, sizden çok etkilendim ve geleceğe yönelik bir ilişki düşünüyorum. Sizde benimle aynı fikirdeyseniz sizinle reel ortamda buluşup konuşma imkanımız olabilir mi?

- İlerde şartlar müsait olursa neden olmasın. Ama şu an için imkansız gibi görünüyor ama ben bir fırsat bulur müsait olursam size haber veririm olur mu?

Şafak, “Dört gözle bekleyeceğim” diyebildi sadece.

Birbirlerine iyi akşamlar dileyerek vedalaşırlar. Şafak menekşeyi düşünürken onun hayali canlanır gözlerinde. Belli ki bayağı etkilenmiştir. Menekşe’nin hayali gözlerinde yatmaya gider. Uyuması biraz zor olmuştur ama uyur uyumaz da Beyza tarafından uyandırılması da bir olur.

- Safaaaaaaaaaaaaaaaaaak, kimmiş bu Menekşe hanım. Ne sayıklayıp duruyorsun sen.

- Şafak ne Menekşe’si ne sayıklaması ya diyerek uyku sersemi bir şekilde toparlanmaya çalışır.

- Ne bileyim ne Menekşe’siyse. Uykunda Menekşe hanım deyip sayıklıyordun. Kim bu Menekşe?

- Ya rüya görüyordum, o Menekşe de senin beni arkamdan çekiştirdiğin kızın adı. Ha bire beni çekiştirip duruyordun elin tanımadığım kadınına. Bende tanımadığım için Menekşe Hanım diye hitap ediyordum. Hem söyle bakayım elin tanımadığım kadınlarına beni ne diye çekiştirip duruyorsun?

- Şafaaaak manyaklaşma yine. Ne diye çekiştireyim seni. Hem Menekşe diye benim hiç arkadaşım yok ki.

- Ya neyse sonuçta rüya. Hayır diyelim hayır olsun inşallah.

- Hadi öyle olsun bakalım ama bunun altından bir çapanoğlu çıkacak gibi...

- Ya yat Allah aşkına, seninle mi uğraşıcam gece vakti. Haydi Allah rahatlık versin.

Sabahleyin kalktığında Beyza’yı sokrana sokrana kahvaltı hazırlarken buldu.

- Biz beyimize elimizden geldiğince iyi hizmet etmeye çalışalım. Bir isteğini ikiletmeyelim, beyimiz rüyasında Menekşe’ler sayıklasın. Bana bak Şafak sen bir haltlar karıştırıyorsun ama çıkar bunun kokusu. O zamanda ben sana yapacağımı bilirim. Ona göre ayağını denk al.

- Oooooooooooof ya of, gün geçtikçe kıskanç bir kadın olup çıkıyorsun başıma. Sabah sabah güler yüz tatlı dil göstereceğine kıskançlık yapıp duruyorsun. Gece anlattım ya ne olduğunu. Seninle mi uğraşıcam ben işe geç kalıyorum. Kahvaltıyı ağzımızdan burnumuzdan getirdin. Yemiyorum ya yemiyorum, otur kendin ye. Haydi bana eyvallah...

Şafak yol boyunca nasıl böyle bir hata yatığını düşünür durur. Ben galiba abartmaya başladım diye düşünür. Ama o kadar da güzel ki. Olmaz böyle bir şey diye iç geçirir.

İşyerine geldiğinde Can’la karşılaşır. Can Şafak’ın selamını aldıktan sonra, chat işi nasıl gidiyor diye sorar. Şafak gerçekleri söylemek yerine yalan söyleyip konuyu kapatmak ister.

- Ekildik, ne de olsa bizim ağzımız senin kadar iş yapmıyor. Bir bayanla ne konuşulur onu bile bilmiyorum ki daha.

- Zamanla öğrenirsin. Hem neden ekildin ki? Senin gibi adam ekilir mi hiç?

- Ne bileyim ya. Baktı iki kelime laf edemiyoruz, kız da bu odunla mı uğraşıcam deyip ekti her halde.

- Ağabeycim yardım istedin de geri mi çevirdik, yazsaydın da. Elimizden geldiğince dilimizin döndüğünce yardım etmeye çalışırdık.

- Sağ olasın Can, biliyorum yardım edeceğini ama ben senin kadar becerikli değilim işte ne yapalım. Gelecek sefere yardım isterim senden tabii o gelecek sefer olursa...

- Takma kafana, gün gelecek sende bu alemin kurdu olacaksın. O zaman bu hallerini hatırlayıp kendi haline kendin bile güleceksin.

- Ama biliyor musun ben bu kızı arayacağım, öylesine alışmıştım ki ona. Ama ne yapabilirim ki? Evliyim, ona bir gelecek vaat edemem ki. Galiba en doğrusu ayrılmaktı, o da onu yaptı. Sanırım her ikimiz içinde en doğrusunu yaptı.

- Oooooooo beyimiz aşık olmuşta haberimiz yok. Şafak kendine gel aslanım. Sen bayağı bir kaptırmışsın kendini.

- Yok be, benim ki öylesine işte...

-Senin dediğin gibi olsun ama ben pek hayırlı görmedim bu işin sonunu..!

Şafak akşamı zor etti. İşten nasıl eve geldi, yemeğini nasıl yedi farkında değildi. Hemen bilgisayarın başına geçti. Ama Menekşe yoktu. Ne yapacağını şaşırdı. Kendi kendine sormaya başladı.

- Oğlum nooluyor sana? Yaptığın doğru mu? Evli barklı adamsın, kendine gel...

Dediyse de gönlüne söz dinletemiyordu. Hemen bir şiir bulup mesaj yazmalıydı. Bir şiir sitesine girerek şiirler kopyaladı. Msn’den Menekşe’ye not yazmaya başladı.

Menekşe seni görmediğim her dakika bana acı vermeye başladığının farkına vardım. Birisine böylesine bağlanacağım aklımın ucundan geçmezdi. Seninle dakikalar nasıl geçiyor farkına dahi varamıyorum. Sen gidince sanki zaman duruyor, her saniye bir asır olup beni yüreğimden vuruyor. Bunun adına aşk mı derler, sevda mı bilmiyorum ama bildiğim tek şey varsa oda sensiz olamadığımdır. İyi ki şu an kapalısın. Açık olsaydın bunları sana yazmaya cesaret bulamayabilirdim.

Bunları yazdıktan sonra içinde bir heyecan, bedeninde bir titreme vardı. Menekşenin her an bilgisayarını açmasından korkup panik içerisinde bilgisayarı kapattı.

- Allah’ım ya ben ne yaptım. Bir daha onun yüzüne nasıl bakarım. Ulan salak ilanı aşk etmenin sırası mıydı? diye kendi kendine söylenmeye başladı.

Ama içi içine sığmıyordu. Kalbi sanki davul çalıyormuşcasına güm güm vuruyordu. Lavaboya gitti, elini yüzünü yıkadı, biraz su içti ama heyecanını yenememişti. Başının döndüğünü hissetti. Gidip koltuğa uzandı, televizyondaki dizilere takıldı ama hiç birinden bir şey anlamıyordu. Sadece görüntüler ardı ardına ekrandan geçiyordu ki eşinin ikazıyla kendine geldi.

- Şafak yeter artık, zaplayıp durma. Bir kanalda kal da beraber seyredelim.

- Aman ya ne var ki ne seyredeceksin.

- İyi de böyle yapmakla da hiç bir şey seyredemeyeceğiz. Hem sen internettinin başına geçsene, netteki kızlar yolunu gözlüyordur.

- Ya seninle de iki dakika oturulmuyor. İşin gücün laf sokmak. Sanki ben keyfimden mi internette giriyorum. Hepsi senin yüzünden. İki dakika oturup bir şey konuşamıyoruz. Varsa yoksa dizilerin. Hiç beni düşündüğün oldu mu? Benim ne istediğim, ne düşündüğüm senin umurunda mı? Beni ne kadar yalnızlığa ittiğinin farkında mısın?

Beyza bir an kendini sorguladı. Evet Şafak haklıydı ama Şafak’ta Beyza’yı düşünüyor muydu ki sanki. Şafak sekiz saat işte çalışıyor ondan sonra evinde krallar gibi yaşıyordu. Evin bütün işi, çocukların bakımı, çocukları okula götürüp getirme hepsi onun üzerindeydi. Beyza daha fazla dayanamadı,

- E Şafak ne diyeyim sana. Seni yalnızlığa ben mi itiyorum. Evin bütün işi üzerimde, çocuklar dersen yine benim üzerimde. Hangi gün çocuklarınla oynadın. Hangi gün bizi alıp bir yere gezmeye götürdün. Sen kendine hanım değil hizmetçi almışsın. Sen kendini yalnız hissediyorsan söyle ben kendimi nasıl hissedeyim. İyi ki bir çalışıyorsun. Sen sekiz saat fabrikada çalışıyorsun doğru ama ben bütün gün evin içinde çalışıyorum. Üstüne üstlük senin aşağılamalarına katlanıyorum. Elini vicdanına koyup söylesene, hangimiz daha yalnız? Hangimiz daha çok çalışıyoruz..?

Beyza’nın bir anda sinirleri boşalmış ağlamaya başlamıştı. İki göz iki çeşme ağlarken diğer yandan da yakınmalarına devam ediyordu.

- Ya Allah’ın bir günü de şu internette konuştuğun arkadaşların kadar olsun bana ve çocuklarına biraz değer ver. Çok mu şey istiyorum senden. Peki bu hep böyle mi devam edecek. Bu gidişatımızın sonu ne olacak söyler misin?

Şafak bir anda ne diyeceğini şaşırmış, Menekşe’ye yazdığı notun heyecanından bir anda sıyrılmıştı. Beyza haklıydı, eşine gerekli ilgiyi göstermemiş gösterememişti. Buna bir neden de Beyza’nın kendisiydi. Şafak haber programları seyrederken biraz siyaset konuşmak istemiş ama Beyza ben bu konulardan anlamam deyip konuyu kapatmıştı. Spor, edebiyat anlamazdı. Sinema ise, eski Yeşilçam filmleri ve artistleri olursa konuşurdu. Ama günlük dizileri kaçırmazdı ama bu dizilerde Şafak’a hitap etmiyordu. Hatta gösterilen diziler bir ailenin yıkımını hazırlayan en önemli nedenlerden biriydi. Çünkü dizilerin çoğunluğunda toplum tüketime yönlendiriliyordu. Ve kimin eli kimin cebinde belli değildi. Beyaz camdan çamur fışkırıyordu. Peki geriye ne kalmıştı ki... Aralarındaki kültür farkı burada çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Eşiyle başka konularda konuşmayı denemiş fakat bu seferde arkadaşlarının, komşularının dedikodularını yaparken bulmuştu kendisini. Ve Şafak bu tür sohbetlerden kesinlikle haz etmiyordu. Evet eşi de en az kendisi kadar fedakarlıkta bulunuyordu. Belli ki bir bunalımın eşiğindeydi. Ona anlayışla yaklaşmasının gerektiğini anlamış bulunuyordu ama eşi de kendisini anlamaya çalışmalıydı.

Ne yapacağını bilememenin verdiği sıkıntıyla tekrar bilgisayarı açtı. Chat sitesine girdiğinde bir mesajı olduğunu gördü. Menekşe gönderdiği mesajda Şafakı daha iyi tanıyabilmek amacıyla bir buluşma teklif ediyordu.

Şafak heyacanla buluşmanın yerini ve saatini sordu Menekşe’ye. Aldığı cevapta, “ Cumartesi saat 14:00’da Hengelo tren istasyonunun önünde” yazıyordu.

Cumartesi bir türlü gelmek bilmiyordu. Öyle heyecanlıydı ki dalıp dalıp gidiyor kendisine söylenenleri duymuyordu bile. Şafak’ın bu esrarengiz hali Beyza’yı tedirgin ediyor, bir başka kadının varlığından şüpheleniyor ama cesaret edip Şafak’ın üstüne gidemiyordu.

Sonunda Cumartesi gelmişti. Şafak, “Bugün fabrika eğlencesi olduğunu” bahane edip güzelce traş oldu. Traştan sonra kullandığı aşırı losyon ve parfümle sanki bir parfüm fıçısına düşmüş hissini uyandırıyordu. En güzel takım elbisesini giyip evden nasıl çıktığını bilmiyordu bile.

Hemen bir çiçekçiye uğrayıp çok güzel bir buket yaptırdı. Sonra da arabaya atladığı gibi doğruca Hengelo tren istasyonuna gitti. İstasyon hafta sonu olması dolayısıyla bayağı bir kalabalıktı. Heyecandan içi içine sığmıyordu. Elinde çiçek bir sağa bir sola yürüyüp durdu. Sigara kullanmamasına rağmen gidip bir paket sigara aldı. Heyecandan sigaraları ardı ardına yaktığının farkında bile değildi.

Saat 14:30 olduğu halde gelen giden olmamıştı. Bu işte bir aksilik olmalıydı. Acaba treni mi kaçırmıştı? Yoksa fikrini mi değiştirmişti? Aklında bin bir tane soru ama gerçekleşmeyen randevunun verdiği sıkıntıyla ne yapacağını bilmeden ama umudunu yitirmeden beklemeye devam etti.

Şafak heyecandan istasyonda volta atıp sigaraları ardı ardına yakarken onu bir gizli el fotoğraf makinesiyle görüntülendiğinden habersizdi.

Saat 15 oldu, 15:30 derken 16 ama gelen giden kimse yok. En son 16:30 olduğunda ayrılmaya karar verdi. Can sıkıntısıyla eve döndü. Eve geldiğinde çiçeği arkasına saklayarak Beyza’ya sürpriz yaptı. Fabrika eğlencesinde sıkıldığını eve dönerkende eli boş gelmek istemediğini söyledi. Beyza, “İsteyince ne kadar güzel centilmen olabileceğini” belirterek çiçekler için teşekkür etti. Şafak Bilgisyarı açıp chat sitesindeki kendi sayfasını açtığında az daha küçük dilini yutacaktı. Kendi sayfasaında Hengelo tren istasyonunda elinde çiçekle bekleyen Şafak’ın fotoğrafları duruyordu.

Hemen altında kısa bir not, “Bir müsibet bin nasihatten iyidir. Sevgilerimle Can” yazılıydı...
Şafak sadece dişlerini sıkıp “Caaaaaan” diyebildi...

©
2006 Enschede

Not: Öyküde yer alan şiirler de Seyyid Burhaneddin Kekeç’e aittir.

Seyit Burhaneddin Kekeç
Kayıt Tarihi : 29.1.2010 18:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Sanalda çapkınlık yapmaya kalkışan birisinin başına gelenleri anlatmaya çalıştığım bir öykümü sizlerle paylaşmak istedim. Selam ve saygılarımla

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Seyit Burhaneddin Kekeç