Bin yıllık ölüm
Avuçların açılınca, rüzgarla koşan bir kısrak artık her zerrem
Nereye karışır nereye akarım nerede kalır ahım bilmem
Saçlarımı dökerim omuzlarımdan, parmakların sıkar boğumlarını kanatır 
Ben üstümde ince bir sızıyla kendimden geçer de bir daha dönmem
Bakışlarım kalkmaz bir daha göğe, bin yıllık yük altında kalır
Bu ne sancı ? 
Bu ne derin bir kahır?
Bu ne paslı ve dikenli bir bahttır?
Bu nasıl tek kişilik bir savaş ?
Bu nasıl bir bakış ki, yok artık yeryüzüne inşirah!
Sırtımda gece bir tablo gibi asılı
Sen gelir her gün bir yıldızı karalarsın
Düştükçe düşerim, yüzün titrer gözlerimde 
Bir çığlık kopar boşluktan, hiç mi kıvranır arşta yoksa var mı bilmem 
Ne arar ne bulurum ne yorulur ne yok olurum 
Ne yaşar ne durulurum ne de zamanda bir yerde dururum 
Sığmaz yüreğim hiç bir dağ başına ne de bir yer altı sarnıcına
Evirir çevirir dururum gözlerimde asılı kalan hüznü 
O buğu içinde bilsen neler gizli 
Ne hapishaneler 
Ne yetimevleri
Ne amacına uygun süslenmiş ibadethaneler 
Bilmem kaç yıldır gün yüzü görmemiş putlar dirilir yerden
Kim bilir hangi eller dokundu yüzlerine 
Kim bilir kimler terk etti onları, bir başkasına tapmak için 
Sende diz çökmüş paslı bir metali parlatıyorsun 
Yanaklarında yeni bir heyecanın kırmızılığı
Yeni yeni dualar konduruyorsun eriyen zamana
Kurumuş bir ağaç dalına astığın, soluk ve parçalanmış çaputlara hayat üflüyorsun
Tanrıyla aran bozulmuş demek, sahrada gönül mülkümü yıkıyorsun
Ne zaman düştü tüm putların ?
Ne zaman yaktın İbrahim’i de , cinnet kokuyorsun ?
Ne zaman saatin doldu ama sen hala yaşıyorsun ?
Avuçların diyordum , avuçlarında parçalandığımı hatırlıyorum 
Sonra rüzgarla tanıştığımı hatta ve hatta yarıştığımı , 
En sonunda da ona karıştığımı , 
Gece diyorum gece , sırtımda asılı bir tablo gibi, 
Renklerini alıp gidiyorsun ,
Saçlarım omzumdan dökülüyor ve bir daha çıkmıyor gün yüzüne , 
Hiç görmediğin yüzümde yakıyorsun ateşi
Ve hiç tutmadığın ellerime tutuşturuyorsun, o paltona astığın küskün laleyi
Yeşillere küsüyorum , sen inadına boynuna doluyorusun
Feraya yaslanıyorum soluklanmak için , geceleri kendine iple çekiyorsun 
Bin yıldır yoldayım, bin yıldır hiç durmadan gidiyorsun 
Avuçların diyorum , avuçlarında öldüğümü anımsıyorum 
İnancımı tazelediğimi sonra kaybettiğimi de 
Sonra İsmail gibi gökten indirildiğimi , 
Daha sonra hikayenin kahramanı olmadığımı ve kurban edildiğimi 
Firavunum bir yerde 
Bir yerde de zeliha, yanan bir kuyuda gibi bazen 
Bazen Cebelitarık’ta ferahlayan bir dalga 
Bazen  Nil, yarılan asayla 
Bazen de durmadan gözlerinden dökülen Süreyya
Ben ne isem de bin yıldır ölüyüm aslında 
Kayıt Tarihi : 19.3.2025 03:25:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Daha güzel şiirlerde buluşmak ümidiyle hayırlı çalışmalar dilerim.
TÜM YORUMLAR (1)