BGG 068 'Maliki Dünya'mızdı Turan Aybey ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 068 'Maliki Dünya'mızdı Turan Aybey bizim (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Eskiden mahallenin namusu, o mahallenin delikanlılardan sorulurdu. Sanki kızlarımız kendi namuslarını koruyamazlarmış gibi, o namusu korumayı biz gençler üstlenirdik. Sanki genç kızlar namuslarını sadece anneleri, babaları, mahallelileri için korumak zorundaymış gibi düşünürdük. O yüzden de kelle koltukta efelik yapardık.
Bizim mahallede oturan Cemile de namusu korunması gerekenlerden biriydi. Tanrı sanki işinin gücünün olmadığı zamanda oturmuş, özenle yaratmıştı bu genç kızı. Güzeldi. Güzellerden güzeldi. Dünya güzeliydi. Eğer dünyadan başka dünyalar da varsa kainatta, oralarda yaşayan başka güzeller de varsa, sanmam ki hiç birisi Cemile kadar alımlı olabileydi.
Cemile, bizim mahallenin kızıydı. Onun namusu bizim namusumuzdu. Bu yüzden yan gözle dönüp bakmazdık bile biz Akyolular ona. Cemil’e Gaziantep doğumluydu ama İstanbul’da büyümüştü. O nedenle de dünyanın bu en güzel kentinin inceliği de nakışlanmıştı üstüne. Ona bakanın içi titrerdi. Sanırım ki hiç kimsenin içi de Maliki Dünya’nın içi kadar titrememiştir bu kainat güzeline.
Cemile’yi ilk kez Gaziler Caddesi’nde görmüş Maliki Dünya… Görür görmez de çarpılmış. Annesiyle mağaza mağaza dolaşıyormuş genç kız. Giysilik kumaş alacaklarmış sanırım ki… Onlar hangi mağazaya girse, bizim Maliki de peşlerinden o mağazaya damlıyor. Cemile’ye bir metre kadar yakında olmak bile yetiyor onu mutlu etmeye.
Mağazacı soruyor bizimkine: “Bir şey mi alacaktınız beyefendi? ” Başını sallıyor Maliki, olumsuzca. “Bayanlarla beraber misiniz? ” Kaçamak bir baş sallama, onaylama. Yakasından düşüyor tezgahtar onun. Buna karşın Cemile de annesi de ayırımında değil bu kör aşığın. Belki ayarımındalar da, önem bile vermiyorlar.
Herkes Maliki Dünya diye çağırırdı onu. Adının Turan Aybey olduğunu, en yakın arkadaşları bile unutmuşlardı. Çapkın mı çapkın bir delikanlıydı. Bir ayağı işte, bir ayağı evde, üçüncü ayağı düğünlerdeydi. Liseyi bitirir bitirmez bir ilaç deposuna kapağı atmıştı.
Nerede bir düğün varsa, bu oradaydı. Davetli olup olmaması önemli değildi. Nasıl olsa kız evi görse “Herhalde oğlan evinin davetlisi” derdi. Oğlan evi de “Kız evinden olmalı” diye düşünürdü. Düğünlerin neşesini yerine getiren, belediye bandosuyla birlikte oydu dense yeridir. Belediye bandosu geceleri orkestra niyetine düğünlere de giderdi.
O yıllarda Avare filmi çok sevilmişti. Bir gören bir daha gidiyordu görmeye. Avare filmindeki Avare şarkısı ise kimsenin dilinden düşmüyordu. Yollarda yürürken hemen hemen her dudaktan çıkan ıslık ya da ezgiydi o şarkı.
“Avare mu, avereyim/Gökteki yıldız gibiyim/ Dönmekteyim Avare mu…”
Raj Kapor’un omzuna atarak yaptığı dansı herkes taklit eder olmuştu. Ama hiç kimse Turan kadar iyi yapamazdı bu taklidi. Filime onlarca kez gitmiş, yüzlerce kez de oynamıştı bu oyunu. “Avare mu” O yüzden böyle kalmıştı Turan’ın adı.
Bir gün onunla bizim mahallede karşılaştım. Sinsi sinsi yürümesinden kuşkulandım. Peşine düştüm. Dar bir sokaktan geçerken, kafesli bir pencerede bir gölge görür gibi oldum. Dar kafes çıtalarının arasından küçücük bir gül goncası düştü yere. Eğilip aldı Maliki Dünya. Dudaklarına götürdü. Kafesteki gölgeye selam verip çabucak uzaklaştı oradan.
Peşini bırakır mıyım? Bir köşe başında kıstırdım. “Dur bakalım hemşerim. Nereye” Küçücük bir şeydi zaten. Daha da küçüldü. “Hiiç, eve…” Horozlandım. “Evin nerede? ” Yanıtını zor duydum. “Düztepe…” Daha sert çıktım. Düztepe’ye buradan mı gidiliyor? ” Gözlerime korkuyla bakan gözleri öylesine sevimliydi ki… “Yok… Yani ben, teyzemlere gelmiştim de…” Sordum. “Teyzen kim? ”
Elindeki gül yere düştü. Eğilip aldı. Tozunu üfledi. “Kusura bakma sevgili çiçeğim, istemeden düşürdüm seni…” der gibi ivedice dudağına götürdü bir an onu. “Teyzem… Tanımazsın teyzemi. Yeni taşındılar.” Yemedim. “Söyle sen, bu mahallede uçan sineği tanırım ben.”
“Yanılmışım zaten ben. Bu mahalleye taşınmamış. Yanlış gelmişim.” Bir isim attı. “Yanlış geldiğini hiç sanmıyorum. Senin teyze, sakın şu Cemile kız olmasın.” Titredi sanki o adı duyar duymaz. Ağlamaya başladı. Acıdım. “Ne ağlıyorsun be? Erkekler ağlar mı? ” “Seviyorum ben onu abi.”
“Kimi seviyorsun lan? ”
Ben ne denli sertsem bu o denli yumuşak. “Cemile’yi…” Kabadayı kabadıyı gülümsüyorum. “Araklamışsın bizim kızı ha? Baksana sana gül bile atıyor salak…” Başını önüne eğdi. Yakasına yapıştım. “Ne yapıym ulan ben seni şimdi? Öldüreyim mi? ” Cemile için boynu kıldan inceydi. “Öldür abi. İster döv ister öldür. Bana gücün yeter nasıl olsa.”
Haklıydı. Gözüm kesmişti onu. Şimdiye kadar hiç kimseyi dövememenin acısını ondan çıkartabilirdim. Bana göre oldukça zayıftı. Peki bu mendeburun nesine vurulmuştu bizim Cemile? “Abi…” diye inledi. “Belli ki sen hiç aşık olmamışsın… Olsaydın halden anlardın…”
Nasıl aşık olmamıştım? .. Yeşil Mantolu kız vardı ya… Hani şu gözleri şehla kız… Az mı geçmiştik Yurder’le, Dinçer’le gece yarıları kapılarının önünden? .. Belki havaya karışmış kokusu vardır” diyerek, sokağın nemli kokusunu ciğerlerime çekerek… Yelkenleri indirdim. Yakasını bıraktım.
“Gel benimle…” dedim. Kırkayak kahvesine götürdüm onu. Çay içtik. Dertleştik. Vakit epeyce geç olmuştu zaten. Bitişikteki sazdan şarkı öncesi fasılları başlamıştı. Bir şişe öküz öldüren şarabı aldık. Bostan arasında açıp birlikte fırtlamaya başladık. O anlattı ben ağladım, ben anlattım o ağladı.
O günden sonra e iyi arkadaşım oldu Maliki Dünya. Hafta sonlarında çay partilerimize götürdüm onu. Cemile’ye de haber uçurdum. O da geldi. Dans ettiler… Onlar dans ederken ötücü kuşlar görse korkarım bu mutluluk karşısında gırtlaklarını yırtarlardı. Deniz dalgaları görse köpürür, daha bir coşardı. Yıldızlar birbirine sarılır öpüşürdü.
Birbirini deliler gibi seven bu iki genç ne yazık ki yaşamlarını birleştiremediler. Maliki Dünya annesiyle babasını gönderdi. İstetti onu. Vermediler. Meğer kız akrabadan biriyle sözlüymüş. Kız: “Ben onu istemiyorum, ben Maliki Dünyayı istiyorum…” diyerek iki gözü iki çeşme ağlamaları bir işe yaramadı.
Bu amansız aşıktan kurtulmanın tek yolu vardı. Cemile’yi alıp geldikleri gibi İstanbul’a götürmek… Öyle yaptılar. Kız unuttu mu bizimkini bilmiyorum. Ama bizimki hiç unutmadı. “İnce hastalığa yakalanacaksın oğlum. Dünyada başka kız mı yok…” diye verdiğim öğütler işe yaramadı.
Biz bunun verem olmasından korkarken kötü haber İstanbul’dan geldi. Canım Cemile… Canına kıymıştı. Bir şişe öküz öldüren şarabı yetmedi acımızı bastırmaya. Kaç şişe içtik bilmiyorum. Uyandığımızda üstümüze güneş çoktan doğmuştu, Bostanarası’ndaki sızıp kaldığımız marul tarlasının kıyısında..
Zaman zaman karşılaşıyoruz yolda yolakta Turan’la. Sarılıp öpüyoruz birbirimize. Ne ben yüreklilik gösterebiliyorum, Cemile’den söz etmeye, ne de o…
Hay “Avare mu” Turan! Ömrün uzun ola…

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 30.6.2009 08:02:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Doğan İnceman
    Doğan İnceman

    Hemşehrim bir solukta bitti.Accık daha yok mu ? Çok lezzetli olmuş...Eline sağlık ağam.

    Saygılarımla.

    Gurbetteki Antepli,debebaşından,akyola komşu...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Fevzi Günenç