BGG 015 Cimcim’di, Emrak’tı, Cemil Cahit ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

BGG 015 Cimcim’di, Emrak’tı, Cemil Cahit Güzelbey; Gaziantep kültürüne çok şeyler kattı (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Cemil Cahit Güzelbey’le Gaziantep’te son buluşup görüştüğümüzde İstanbul’da Milliyet grubunda çalışıyordum. Bana bir görev vermişti. Lütfi Güceylioğlu’nun bastırmak amacıyla alıp İstanbul’a götürdüğü iki kitabı yitmişti. İstanbul’a gidince araştırıp soruşturup bunları bulacaktım.
Daha çocukluk yaşlarımda nerdeyse fanatiği olmuştum Cimcim’in. Kısa adlarından biri buydu Cemil Cahit’in. Bir ikinci mahlası da Emrak’tı. Asıl adını sadece kitaplarında kullandı.
Cemil Ağabey politik yazılarında Cim-Cim mahlasını kullanırdı. Şiirlerinde ise Emrak olurdu. Ben en çok Emrak’ı severdim. Çünkü şairdi Emrak.
Şiiri yeni bir şiir değildi. Ölçülü uyaklı, aşık şiiriydi yazdıkları. Gerçi 50’li yılların başında pek o kadar da yaygın değildi yeni şiir. Gerçi Nazım Hikmet 40’lı yıllarda tanıştırmıştı şiir severleri serbest şiirle…
Onu “Üç Garipler” izlemişti. Başını Orhan Veli Kanık’ın çektiği “Üç Garipler” şiir akımının öbür iki şairi kimdi? Bugün şiir yazan ve şair olduğunu sanan pek çok şiirbaz ne yazık ki öbür iki Gariplerin kim olduğunu bilmez.
Oysa Türk şiirinin büyük ustalarıdır o iki şair. Birisi Oktay Rıfat Horozcu. Onu yitireli yıllar oldu. İkincisi Melih Cevdet Anday. Anday’ı da geçtiğimiz yıl yitirdik.
1950’nin ikinci yarısında Ankarada, hemşehrimiz Cemil Sait Barlas’ın çıkarttığı Son Havadis Gazetesi’nde bir yenilik ortaya atıldı. Yepyeni bir şiire bayrak açıyordu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Muzafer Erdost. İkinci Yeni Şiir…
İkinci Yeni Şiirin sadece isim babası oldu Son Havadis Gazetesi. Bebeğin beşiği ise, yine Cemil Sait Barlas’a ait olan Haftalık Pazar Postası Dergisi’ydi.
İkinci Yeni şiir zorunluluklardan doğmuştu. Zamanın hükümeti, zülfüyare dokunan yazarı-çizeri hapse attırıyordu. Sanatçı zulme duyarsız kalamazdı. Şairin yapacağı tek şey vardı. Şiirinde imgeler kullanarak ceza hattını aşmak.
İmge bir tek sözcükten de oluşabilir, bir dizeden de, bir şiirden de. İçeriği, görüntüsü tek, anlamı okuyana göre binbir gerçekle yüklü olan düştür o. Her okuyan, bir imgeden kendine göre bir çok anlamlar çıkarır.
Yeni, modern şiirin özünü oluşturan imgenin ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için, zahmet edip sözlüğe bakmak gerek. Sevgili okurları, şairlerim(!) bu zahmete katlanmayacaklar, biliyorum. Onu da ben yapayım oldu olacak.
İmge: Zihinde tasarlanan, gerçekleşmesi özlenen şey; düş, hayal, hülya… Şu açıklamalar da imgeye, psikoloji penceresinden bakışı yansıtıyor: Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj… Ya da, duyularla alınan bir uyaran olmaksızın bilinçte beliren nesne, olaylar; hayal, imaj…
Her yeni güzel gibi İkinci yeni de tutucu edebiyatçılar tarafından bombardımana tutuldu. Ama bu şiir akımı, bombardımanlara aldırmadan kendi yolunda yürüdü, yürüdü, göğe erdi.
Türk şiiri ikinci yeni ile Çağdaş Türk şiirini oluşturarak dünya şiirini yakaladı.
Pazar Postasında ikinci yeni şiirin öncülüğünü Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan, İlhan Berk yapıyordu.
Hemşehrimiz büyük şair sevgili Ülkü Tamer ile özge bir kaç şair daha vardı ikinci yeninin öncüleri arasında. Bendeniz de aynı yıllarda, aynı dergide İkinci Yeni Öykünün öncülerinden sayılıyordum.
Cemil Cahit Güzelbey. bizim şimdiki yerel şair ve yazarlarımız gibi “sadece yazan” yazar ve şair değildi. O aynı zamanda okuyan bir yazardı, şairdi. Okuyan bir insan çağın nerede olduğunun ayırımındadır.
Doğal olarak Güzelbey de İkinci Yeni şiirin ayırımındaydı. Ama ona göre, bizim garip halkımız daha birinci yeniyi bile özümseyememişti, kaldı ki ikinci yeniyi özümsesin.
Oysa her yenilik oldu bittiye getirilmedikçe özümsenemez. Tıpkı Atatürk’ümüzün devrimleri gibi. Harf devrimi bunun en güzel örneğidir. Bu iş bir iki haftada ya olacak ya olacaktı. Oldu da… Atatürk zamanında ayak takımı müziği, radyolarımızın eşikliğinde bile bir yer bulamazdı kendine. Atatürkten sonra cılkı çıkan ucuz müzik, aldı başını gitti, geldi tepemize oturdu. “Yüz verdik Deli’ye, geldi sıçtı halıya” gibi…
Eğer işi halka, okura bırakacak olursak, “onlar klasik Türk ve batı müziği yerine arabeski, zevksizlik eseri olan arap müziğini baş tacı etmekte gözlerini bile kırpmaz”ın en güzel örneğini yaşamış olduk Büyük Kurtarıcıdan sonra.
Cimcim ağabeyimle bütün bu konuları tartışırdık. Ben kentimizde Günlük Kurtuluş Gazetesini çıkartırken de, Halkın Sesi ve Ortam Gazetelerini çıkartırken de sık sık ziyaretime gelirdi. İşi bırakır onunla bu konuları tartışırdık. Aslında tartışmadan çok bir söyleşi olurdu bizimki. Onun erdemi: Birinci yeniyi de, ikinci yeniyi de kabullenmesiydi. Yanılgısı, halkın bunları anlayamayacağı, dolayısıyla onlara anlayabileceği ölçülü uyaklı şiir sunmaktı.
Sundu da ne oldu sanki. Bugün Türk edebiyatında da, halkın dilinde de bir Emrak şiiri yok. Haberi olsun bütün aşık şiiri kopyacılarının: Bu anlatımdan örnek alsınlar. Kendilerinin şiiri de kalamayacaktır yarına. Çünkü yazdıkları aşık şiiri, çoktaaan dünlerde kaldı.
Karacaoğlan gibi Yunus Emre gibi bugün bile tazeliğini koruyabilen ölçülü uyaklı şiir yazmak ise ancak bin yılda bir iki şaire nasip olabilir.
Hiç umudum yok ya, keşke bir üçüncüsü de benim kentimin şiirbazları arasından çıkabilse…
Cemil Ağabey, aile ağacı oluşturabilen seçkin kişilerden biri. Araştırmalarına göre aile ağacının tepesinde bir Oğuz Beyi bulunuyor.
Cimcim’in babası Ökkeş Bey, Güzelbeyli topluluğundandır. Güzelbeyli topluluğu mihmanlı Obasına, Mihmanlı Obası da Beydili Oymağına bağlıdır.
1908 yılında Şehreküstü diye bir mahalle var mıydı? Varsa kaç evden oluşuyordu. Yoksa kenttekilere küsüp Antep dışında yeni bir mahalle oluturan küskünler arasında Cemil Ağabeyin dedesi de mi vardı? Cimcim, dün şehre küsen, bugün şehirle barışan işte bu mahallede dünyaya gelmiş.
Ben “Benim Güzel Gazianteplilerim” dizimde özgeçmişe ağırlık vermem pek. Ama Güzelbey ağabeyimin geçmişinden kısa da olsa söz edeceğim. O 1935 yılında girdiği Harbiyeyi bitirdi ama sağlık nedeniyle ordudan ayrılmak zorunda kaldı o. Bu kez 1938 yılında Hukuk okumaya başladı. Burayı bitirince şeşitli kentlerde Yargıçlık, savcılık yaptı.
1948’de Gaziantep Halkevi ona bir görev önerdi. Çıkarılacak gazetenin yönetimini... Cemil Cahit Güzelbey bu öneriyi seve seve kabullendi. Adalet Kurumundaki görevini gözünü kıpmadan bıraktı.
Bir süre sonra bu görevini de bıraktı. Yirmi yıl sürecek olan avukatlık mesleğinin yanı sıra, ağırlıklı olarak yazmaya verdi kendini.
Yazılarını Gaziantep’te yayınlanan tüm dergilerde görür zevkle okurdum. En çok da Gaziyurt, Sabah gazetelerinde rastladım imzalarına. Benim gazetelerime de yazmasını çok istedim ama yazmayı sürdürdügü gazetelerden ayrılıp bende yazması için bir ortam oluşmamıştı.
Neredeyse yaşı sayısınca basılı kitabı ile yayına hazır yapıt dosyaları vardı. Bunların büyük bölümünü Sevgili Hulusi Yetkin’in, özel çabalarıyla Kültür Dergisi Yayınları arasında hayata geçirilebildi. Kitaplarının bir bölümünü de kendi mütevazı çabalarıyla bastırdı canım Cimcim’im..
Ne yazık ki basılması için İstanbul’a götürülen iki kitabıyla ilgili bir ipucu bulamadım. Lütfi Güceylioğlu sözü edilen iki kitabı “dizgisi yapılsın” diye bir dizimevine vermişti. O dizimevi ise iflas edecek zamanı bulmuş(!) kapanmıştı. İzini sürdüm ama bir sonuca varamadım.
Üstlendiğim görevi başaramamıştım. Keşke onları bulabilseydim. Ölmeden önce kendisine verilecek en güzel armağan olurdu. Bu kitaplar basılmamış bile olsa… Çünkü göz nuru, alın teriyle, geceler boyu uykusuz kalarak, iğneyle kuyu kazarak oluşturduğu bu kitapların ikinci kopyası yoktu kendinde.
Cemil Cahit Güzelbey’in okurla buluşabilen yapıtlarının başında, sayısı on cilte ulaşan belki de geçen Şeri Mahkeme Sicilleri gelir. Bu siciller Gaziantep’imizin geçmişinde tutulan bir tür günlüklerdir. Eski Türkçe ile yazılmış olan sicillerin, yüzlerce cildi aşan orjinallerinden, sadece bir bölümünden, ilginç bulduklarını yeni yazıya aktarabilmişti Cemil Cahit Güzelbey.
Dostumuz Ercüment Asaf Yanıç, kendisiyle söyleşirken, eski Türkçe ile yazılmış yapıtları yeni Türkçe’ye çevirebilecek kimsenin kalmadığını söylüyordu. Steno gibi kolay yazılıp kolay okunan eski Türkçe, soyu tükenmiş yaratıklar gibi giderek tarihin karanlıklarına gömülüyordu. Yanıç, bu konuda çok kaygılıydı. Duymuş ki eski Türçeyi öğreten biri varmış Kilis’te. Gidip ondan ders alarak, eski Türkçeyi okuyup yazmayı öğrenmeyi bile göze almıştı bu güzel arkadaşım.
Bana kalırsa Belediyelerimiz ya da Valiliğimiz, ne yapıp etmeli, bir kurul oluşturup, eski Türkçe ile yazılmış yapıtların yeni Türkçeye kazandırılmasını sağlamalı. Özellikle de Şeri Mahkeme Sicilleri için yapmalı bunu.
Güzelbeyin yayımlanma şansını elde edebilmiş öbür yapıtlarından bulabildiklerimin adı şöyle:
Gaziantep Evliyaları,
Gaziantep Camileri Tarihi,
Gaziantep Folklorundan Notlar,
Gaziantep Büyükleri ve Meşahirine Ek,
Gaziantep’te Türk Topluluklarının adını Taşıyan Yerler,
Gaziantep’in Geçmiş Yıllarında Giyim, Kuşam,
Gaziantep Folklorundan Yapraklar,
Birecik Şairleri,
Gazintep’ten Kesitler,
Gaziantep Efsane ve Öyküleri,
Memleket ve Gönül Duyguları,
Dinsel Bir Gezi…
Yine Belediyelere ve Valiliğe anımsatmak istiyorum. Kadri kıymeti yeterince bilinememiş olan büyük Gaziantepli Cemil Cahit Güzeley’in elde kalmayan eski yapıtalarının yeni baskılarını yaptırıp, yayımlanmamış yapıtlarını bastırarak, bu eserleri Gaziantep ve Türk okuruna kazandırmaları hizmetten öte görevleri olacaktır.
Bence bu konuda bir ortak toplantı yapılmalı. Bir Kurul oluşturulmalı. Bu kurul, belediyelerin kültür hizmetleri bütçesinden oluşuma katkıda bulunmalarını sağlamalıdır.
Derim ki, insanlara bir ödül verilecekse, yaşıyorken verilmelidir. Bunu Gaziantep Üniversitesi Senatosu yaptı. Cimcim Ağabeyimize 1989’da Fahri Doktorluk ünvanı verdi.
1 Mayıs 1995’de yitirdiğimiz Cemil Cahit Güzelbey için ne kadar çok yazılsa yeridir. Ama benim de yerim sınırlıdır. Her şeye karşın bu yazımı onun çok sevdiğim bir kara mizah örneği şiirini aktarmadan edemeyeceğim. Aşağıda yer alacak olan şiiri yazdığı yıllarda Yargıçtır Cemil Cahit Güzelbey. Eknomik durumu da kendine yeni bir cübbe alabilecek kadar iyi değildir. O aralar Halkevi Başkanı olan amcası ona bir Yargıç cübesi armağan etme sözü verir. Ne var ki verilen söz unutulur, cübbe bir türlü gelmez. Bunun üzerine Cemil Cahit Ağabey “Cübbe” taşlamasını yazar. Taşlamanın bunca güzelini bugüne den ne gördüm, ne duydum, ne okudum. Ölemezsin sen Cemil Cahit Güzelbey ağabey.
”CÜBBE… Günlerdir hasretle bekler dururum/Gözüm seni nerde arasın cübbe/Aklıma düştükçe göğüs vururum/İçimde kapanmaz yarasın cübbe.//
Vait ile el sineye bağlandı/Bir kaç kere şahitlerle sağlandı/Kim derdi ki sözler bütün yalandı Sözde durmayana sorasın cübbe.//
Zaman geçti elbet edilir inkâr/Er olanlar eder vaadinde karar/İpek değildi ya, beş metre asdar/Varsın başkasına yarasın cübbe.//
Ne seni almağa bende takat var/Ne de kaygun ile dide rahat var
Aldatana beddua var, hiddet var Kefen olup onu sarasın cübbe.//
Adaletin kırılmaz ya kanadı/Varsın bulunsun bir cübbesiz kadı/EMRAK’ın içinden gitmiyor yâdı./Diyor; hem şirin hem karasın cübbe.”

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 25.6.2009 12:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç