Bay Melun Şiirleri - Şair Bay Melun

0

TAKİPÇİ

Bay Melun

Biliyor musun küçüğüm, aslında nasıldı o günler? Hep sıcaktı ama rüzgarı hiç eksik olmazdı. Bunaldım mı diye sormak hiç aklıma gelmezdi. Çünkü o zaman güneş bugünlerdeki gibi yakmazdı. Sadece şu an baktığım gibi bakamazdım. Ne sana, ne de güneşe.

Yalancılarla doluydu her yer. Hem de ustaydı hepsi. Yüzleri asık, eğlendikleri mekruh. Nefsi de o çekiyor zaten. Kandırıyor o da herkes gibi, aman diyim sen kanma. Gülüşünü saklayanların gülüşlerine odaklan. Benim, elini ağzına götürdüğün, onu usulca indirip gülümsediğim zamanları hatırla. Asla unutma küçüğüm, kahkahalarını gösterenler aslında acılarını da gösterirler.

Söylesene diyorsun ya, işte söylüyorum. Yoktun ya hani öncesinde, çok şey unuttum ben de. Bir çoraplarıma, bir de hüzünlerime sahip çıkamazdım. Kağıttan hayallerde bir parça kağıt bile yoktu çünkü. Şimdi sen o uzun yola çıkıp gitmediğini düşün. Solunda güneş yok, sağında rüzgar. Hangisi ağır basardı? Hangisini duyardın, hangisine sarılırdın? Hangisini daha çok özlerdin? Bilemiyorsun değil mi? Ben de bilmiyordum. Şair demiş ya hani, güzeli oynattılar, çirkini söylettiler. Söylesene diyorsun ya, söylemek zor küçüğüm. Ağlarsın, kıyamam.

Devamını Oku
Bay Melun

Böyle başlamamıştık. Ruhumun renklerine sıkı sıkı bağlıydı umutlarım. Gördüğüm görmediğim tüm güzellikler köşeyi dönünce beni bekliyordu. Sadece inanmak değildi bu, sadece yürekten değildi, yazılmıştı. Okumuştum. Oysa ki imzalamadan önce okuduğum çok nadirdi. Tüm koşul ve şartları kabul ederek çıktım yola. Yalanları da kabul ettim tabii ki. Sürmesi o kadar heyecanlıydı ki, ne kanayan dizlerim ne de kırılan ayağım o bisikletten düşmelere aldırıyordu. İnanmayı seçiyordum her seferinde. Düşe düşe bir gün kirleneceğimi ve ne kadar yıkanırsam yıkanayım temizlenemeyeceğimi bilmiyordum. Gördüğünüz bu kalıcı yaralar, evet haklısınız, benim suçumdu Hakim Bey. Sebebim malum.

Gittiğim yolu beğenen sadece ben vardım şu koskoca dünyada. Asfalta gerek yoktu, vatan gibi bir toprakta büyümüştüm. Yakıta gerek yoktu, elektrikliydi zaten ruhum. Yedeğe ihtiyacım yoktu, en kalitelisinden bulmuştum tekerleklerin. Suya gerek yoktu, Yaradan elbet yağmur yağdırırdı. Yemeğe gerek yoktu, artık doymuştum glutenli geçen günlere. Ağaca gerek yoktu, yeteri kadar dinlenmiştim yalnız gecelerimde. Kahveye gerek yoktu, sınırsız su pınarı gibiydi gönlüm, kanardı susuzluğum. Yol arkadaşına gerek yoktu, dünyanın en güzel şarkılarını dinliyordum, söylüyordum, hatta yazıyordum. Hiç bir kanıta ihtiyacım yoktu, sonuna vardığımda zaten o yoldan geçtiğim ispatlanacaktı. Yani haklısınız Hakim Bey, daha başından suçlanacağımı biliyordum. Konular malum.

Biliyordum, geçiçiydi bu fütursuz hâlim. Yediğim vurgunlardan ölmemiştim. Yol o kadar güzeldi ki, sonunu düşünmek aklıma bile gelmemişti. Kahraman da olmak istemiyordum. Kahramanların düşmanları çok olurdu. Beni kahraman ilan edip, kendilerini düşman yapanlara diyecek bir sözüm de yoktu o yüzden. Yerin kırk kat altından, atmosferin dışına kadar bir tane ittifak ortağı bulamadılar. Hepsi arkalarından vurdu. Hepsine sövdüler, beni de ebedi düşman ilan ettiler. Şimdi o uzaklardaki ülkede, kendi cumhuriyetlerinde Lale Devri'ni başlattılar. Yaradandan korkmadıkları için, yeniçeriler akıllarına bile gelmiyordu. Kazanlar kalkacak, Lale Devri bitecek, ve bağımsız cumhuriyet ilan edilecekti. Sonunda apansız kaçan onlar olacak, ömürden çalan ben olacaktım Hakim Bey. Gerisi malum.

Devamını Oku
Bay Melun

Her gün aynı saatte, zamanı akreple yelkovana hatırlatır gibi uyanırdım. Cezve ocakta beni bekler, sigaram elime aldığımda yanardı. Kapıdan çıkarken komşum başını sallar,
mavi kuş aynı daldan meşhur şarkısını söylerdi. Ustam dükkanın önünde sakallarını ovuşturur, sıcaktan mutsuz Pera baygın baygın bakardı.

Önce saat bozuldu. Akreple yelkovan artık zamanı hatırlamamaya başladı. Zamana ihtiyacım yoktu, zaten aynı saatte yine uyanıyordum. Bin yıldır akan zaman, saatle birlikte durmazdı. Sonsuzluk askerleri olan akreple yelkovan artık yaşlanmıştı. Zaten, zatenle geçen günler, bir saat bozuldu diye değişmeyecekti.

Cezve sapasağlamdı ama, hiç bitmeyen kahvem bir gün bitiverdi. Kahvenin bitişine bir zaten bulamazdım, yerine çay koyamaz, kahve içmeden de uyanamazdım. Sigaram ağladı, ben yandım. Ben ağlamazdım çünkü, bilirdi. Her gün veda ettik kahveye, sigaram da ben de söndük. Yine de alıştık, hayat devam ediyordu. Komşumun haberini aldığım gün de şarkısını söylüyordu mavi kuş. Rahmet dedik, üzüldük. Yine de alıştık yokluğuna. Komşum olmasa da yaşardım. Yaşadım da. Mavi kuş gibi.

Devamını Oku
Bay Melun

İşte öyle dostlar. Hepsi bir yolculukla başladı. Sonbahar sarıydı, gökyüzü gri. Beyaz giymiştim o gün. O kadar çok şeye kadeh kaldırmıştım ki, sonbahara kaldırmayı unutmuştum. Ama o beni unutmadı, sapsarı yaptı her yerimi. Soluk, yorgun ve yalnız ağaçların arasına aldı. E onlar da anlatmaya başlayınca mecbur bir kadeh de onlara kaldırdık. Şerefe.

Aslında kelimelere ihtiyaç yoktu. Bir şarkı anlatıyordu hepsini. Her duyguyu yaşamış, her yaşananı anlatmış, ne bahane kalmış ne de harabeler kalmıştı. Hıçkırığı unutmuştu sadece. Yutkunmayı unutmuştu. Onlar da düşmüştü peşine ama, ağır ağır ilerlerken keskin bir virajda ikisi de kayboldu. Bu kadardı işte o koskoca yıllar. Bir şarkı kadardı. Tek başına, başı önde yürürken, birisi seslenince kafasını kaldıran bir şarkı. Sessizliğini bozmadan, konuşanlara özenen bir şarkı. Öyle mütevazi, öyle kendinden haberi yok. Unutmuş çünkü kelimeleri. Bir "Ah" kalmış dilinde, bir de damla yanaklarında. Onları da hatırlattık ve bir kadeh daha kaldırdık. Şerefe.

Sabah olmadan defterleri kapatmamız lazımdı. Selim, Yunus, Semih, bir de tanımadığımız bir adam daha. 4 duvara 5 kişi sığmıyorduk. Şişenin de dibi gelmiyordu ki kapatalım. Hepsi ayrı ayrı anlattı. Biz zaten birbirimizi biliyoruz da, tanımadığınız adam anlattıkça hayretle nasıl yeni şişeye geçtiğimizi anlamıyorduk. Ya defteri kapatıp o adamı da o gece unutacaktık, ya da deftere onu da yazıp bir daha hiç kapatmayacaktık. O adam diyorum, ismini söylemedi çünkü. Kendisi de bilmiyordu bence. Bilseydi söylerdi. Bilip de anlatmayan çok insan tanıdım. Onlara hiç benzemiyordu. Saçları uzun rastalı, gözleri yemyeşil, zayıf desem zayıf değil, şişman desem hakkını yerim. Oturduğundan beri bir şey yemedi zaten, meyhaneyi de utandırdı. Sustukça geberiyorum diyordu ama hepimizden çok yaşıyor gibi içiyordu. O konuştu, biz de yaşadık. "Yaşamaya" dedik bu sefer de. Şerefe.

Devamını Oku
Bay Melun

Sana güzel şeyler yazmak istedim. Ama olmadı.

Saçlarının rengi diyebilirdim. Gözlerindeki mahçubiyet diyebilirdim. Teninin kokusu diyebilirdim. Tüm sözcükleri döndürür de sana seni sabaha kadar anlatabilirdim. Sana anlatacağım aşk kırıntılarının seni mutlu edeceğini düşünür, gözlerinin parlamasıyla içten içe mutlu olabilirdim. Yaşadığın, yaşadığımız acıları yok sayar, sadece ikimiz olan bir gelecek çizip, salt mutluluğa kendimi inandırabilirdim. Bunların hepsini yapar da bir gram mutsuzluk düşünmeyebilirdim. Mesud olmak ile memnun olmak arasında git-geller ile önceden tahayyül ettiğim o cam fanusun içine girip bizden başka kimseyi almayabilirdim. Ama olmadı...

Bir yangın var derler, kocaman. Herkes bir şekilde bu yangının bir yerindedir. Kimi izler de yananların kurtarılmasını bekler. Kimi dalar yangının içerisine kim var kim yok kurtarmaya çalışır. Kimi yanmamak için, içeride saklar kendini yangından. Kimi sadece yangının yanından geçip gider şöyle göz ucuyla bir bakarak. Kimi ise yanar cayır cayır tam yangın yerinin ortasında. Kimileri vardır der ki, bu acı bitsin artık, birisi gelip beni kurtarsın. Kimi de der ki, bu yangın beni ben yapar, bırakın yanayım da kendimi bulayım. Herkes herkese yangını anlatır; alevlerin büyüklüğünü, itfaiyenin geç kalışını, ağlayan kadınların çığlıklarını, yanmış bedenlerin kokusunu... Yangına yaklaşan yanar, bir kere yandıktan sonra da istediği kadar uzaklaşmaya çalışsın, yanmaya devam eder.

Devamını Oku
Bay Melun

Olsun dediğimiz şeylerin olduğu gelecekten yazıyorum.

Havanın soğukluğundan dolayı sımsıcak güneşin serinlettiği bir günü seçtim gitmek için. Ufuk her zamanki gibi flu bir çizgi. Hiç gitmediğim yerlere gideceğimi biliyordum, sadece yolun bu kadar uzun olduğunu bilmiyordum. Neyse ki mevsimler zaten benim olmuştu. Olsun dedim ben de.

Istanbul soğuk. Yağışlı. Gürültülü. Boğucu. Ağır mektubu yolcu koltuğuna koydum. Ne de olsa artık o dolduracak bu koltuğu. Son yokuş gibi tanıdım İstanbul'u hep. Bitince düzlüğe çıkaracak gibi hayalleri. Yokuştur ya hayaller hep, geldiği güne kadar düzlüğü göremezsin. Ufkun flu çizgisi asker ruhumu uygun adım yürütürken, gözyaşlarımı silmedim. Terk etmeyi bekledim o şehri. O derin kabusu.

Devamını Oku
Bay Melun

Bir akşamüstü. Sığamıyorum eve. Dışarı çıkmam gerekiyor. Duvarlarla edilen sohbetin sonunda onlar da kovdu beni. Soğuk havayı ciğerlerime çekmeden kendime gelmeyeceğimi söylediler. Genelde kimse yapmaz, ama onlar hep doğruyu söylüyor. Ben de çıktım.


Önüme düşen ufak bir taş gördüm. Yazık, o da düşmüş. Kim bilir hangi zalim rüzgar attı önüme. Kaç yıldır kim bilir neler görmüş geçirmiştir. Biz de derdimizi dert sanıyoruz. Taşın derdini sorup da çatlatan başka bir mel'undan bahsetmeye başladı. O'na söylemiş, durmamış. Anlat ne oldu diyorum, anlatıyor.

Uyanmış bir gün. Soğuk bakışlardan anlamamış, soğuk yataktan anlamamış, İstanbul'un o sisli ve pis havasından anlamamış. Kedisi anlatmış, yine anlamamış. Tüm dünya bağırmış O'na. "Uyan!" demiş. Uykuda olduğunu bile bilmiyormuş ki... Gönlünden damlayan kan, göğsüne oturan başka bir taş, sabrettiği sabahları, uyumadığı akşamları, emin olduğu ne varsa hepsi kör etmiş O'nu. Zaten kime yetmiş ki sevgi bugüne kadar. "İnsanoğlu aç gözlüdür. Her şeye sahip olmak ister ama vermeyi bilmez. Elini göstermelik uzatır, sıktıktan sonra tanımaya çalışır karşısındakini. Verdiği elin hesabını sormak için." demiş. Verdiği elin hesabını soranları biliyor sanırmış da, unuturmuş. Unuttuğun şeyi bilemezsin. Hatırlatırlar.

Devamını Oku
Bay Melun

Çok yorulmuşum. Nerelere gitmedim, nereleri görmedim ki. Hiç birisine ev diyemedim. Yuva olamadı. Ben de o yüzden durmadım. Estim, estim, estim... Ama kısa bir dinlenmeyi hak edeli çok olmuştu. Ve penceresi açık ama perdesi kapalı bir ev aradım. Çünkü engel aşmadan ulaşılan konfor, en nazik haliyle sûnidir.


Önce esmeyi anlatayım. Özgürlük deyince kafanda ne canlanıyorsa odur. İstediğin zamanda, istediğin yerde, istediğin kişiyle, istediğin şeyi yapmak gibi. Hayal gibidir esmek. Rüya gibidir. Bazen felekten bir gece, bazen bir şarkı, bazen sadece gün batımını izlemektir. Sessizce. Kafandaki sesleri susturarak. Mesela siz duyuyorsunuz ya sesimi. Eserken ben duymuyorum. Tüm algılardan öte, tüm algıların içinde olmaktır esmek. Uçmaktır. Ansızın verilen bir karar gibidir. Heyecanlı. Coşkulu. Huzurlu. Belki de evim esmektir.

Sevmek. Zor. Meşakkatli. Yorucu. Kimi sevsem onda duramadım çünkü. Hayalde kaybolmak ne demektir en iyi ben bilirim. Çünkü benim her zaman esmeye devam etmem gerekiyordu. Anlayış bekledim. Sabrı unuttum. Denizi anlattım. Karayı kıskandırdım. Hayal dedim. Gerçeği duydum. Ve gerçekler bir esinti çıkarmak için en iyi nedenlerdir. Kaybolmak ve yeniden bulmak için bir esinti.

Devamını Oku
Bay Melun

Sabır. Ama sadece boğazında düğümlenenler için... Yol gibi değil o günler, gidince bitmiyor. Gidiyorsun, gidiyorsun, bir bakmışsın daha başına yeni varmışsın.



Hoşgeldin. Yeniden. Özlemiştik seni buralarda. Kaç paket içildi, kaç şişe devrildi saymadım beklerken. Bakkal amca dükkanı kapattı. Çocuklar artık sokakta oynamıyor. Okul yaptılar buraya, hep oradalar. Mevsimler değişti, hava soğudu, kimse çizgi roman okumuyor bu aralar. Herkes yere bakıyor yürürken. Ağaçlar çiçek açmıyor, çünkü kestiler. Komşular gitti, yenileri geldi. Kaçan bir tren miydi güzel yıllar, yoksa zaten böyle bir dünyaya mı doğmuştum, hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, yıllardır sabrediyorum.

Devamını Oku
Bay Melun

Denizim. Suyum. Serime yolum.
Çok uzaklardasın.
Ama elim sürekli sana uzanıyor.
Dalgalar getiriyor beni sana
Seni de bana getirecek
Deniz Kızı'nın elinden

Devamını Oku