ÖNSÖZ
Bu suhuflar İbrahim AS’ın on suhufuna teşbih edilerek yazılmıştır. Hz Ali R.A. ın dediği gibi ifadenin güzelliği sözün kısalığındadır. Göreceksiniz ki bu on suhuf kadar ki risale İbrahim AS’ın on suhufu gibi; yani İbrahim AS’ın Hanif dini gibi dinlerde bir inkılap gerçekleştirecektir. Öyle ki daha önceki alimlerin yazdığı ciltlerce kitaplara eş değer tutulabilir.
Ne yapalım edebiyatımız o kadar kuvvetli değil. Gönül isterdi ki bizde önceki alimler gibi bunu büyük bir kitap haline getirseydik. Ama olsun Musa AS’ın dilinde de tutukluluk vardı. Ama büyük inkılaplar gerçekleştirmesini başardı. İnşallah Allah bize de böyle bir inkılap gerçekleştirecektir.
Bu kitabı yazarken gayipten yakaza aleminde Hz İsa AS olduğunu söyleyen bir ses bana hitab etti. Yazdıklarımı beğendi Ona Budizim’den sorarken şöyle dedi “Onlar hep bakıyorlar. Seyredip ders çıkarıyorlar. Bak diyorlar insanlar imtihanı geçmezse yerin dibine geçerler orada pişip olgunlaştıktan sonra tekrar dünyaya gelecekler.” Diye, kalp gözüyle bakmayı kast etti. Ve buna binaen risalemin ismini BAK koydu.
Bu on suhuf kadar ki kitapçık aynı zamanda bir risaledir. Bu risalede üç temel konu ve ufak tefek ek notlar bulunacaktır.
Birinci temel konu “Yaratılış Sırrı” hakkındadır.
İkinci konu “Ruhun esası”hakkındadır. Tabiki iki konuda iç içe birbiriyle bağlantılı anlatılacaktır.
Üçüncü ve sonuç olarak dini inancın nasıl olması gerektiği ele alınacaktır.
Ve bazı ek notlar yer alacaktır.
Tabi ki giriş olarak ta Allah’ın varlığının ispatını bu çağdaki Ateistlerin bazı şüphelerini izole edecek şekilde ele alınacaktır.
Bismillahirrahmanirrahim
Subhaneke Allahume we bihemdike. Selli we sellım Ya Rebbi ala seyyidina Muhammedin we cemiil enbiyai we murselin we ali kulli we eshabi kulli ecmein. Amin velhamdulillahi Rebbil alemin.
BAK!
Meseleye giriş yaparken öncelikle Allah’ın varlığına dair şüpheleri ortadan kaldırmak en doğrusu olur. Gerçi Allah’ın varlığını Üstat Bediüzzaman Said Nursi kusur bırakmamış. Mesela en basitten bir iğne ustasız olmaz, bir harf katipsiz olmaz, bir köy muhtarsız olmaz. Nasıl olur ki bu kainatın bir yaratıcısı olmasındır. Ama zaman ilerledikçe yeni şüpheler ortaya atılıyor. Özellikle bazı Ateist bilim adamlarının bazı şüpheleri var. Bunların en önemlilerinin başında Stephen Hawking’in Ateist yorumu geliyor. O şöyle diyor
Fizik kanunları negatif enerji adındaki bir şeyin varlığını gerektirir. Bu tuhaf ama can alıcı kavramı anlamanız için basit bir benzetme yapayım. Adamın birinin düz bir arazide bir tepe kurmak istediğini hayal edin. Tepe evreni temsil ediyor. Tepeyi kurmak için yerde bir çukur kazıyor. Ve çıkan toprakları tepeyi kurmakta kullanıyor. Ve elbetteki sadece bir tepe kurmuyor. Aynı zamanda bir çukur kazıyor. Yani tepenin negatif versiyonu. Bir zamanda çukurda olanlar, şimdi tepe oluyor. Yani her şey mükemmel bir şekilde dengeleniyor. Bu, evrenin başlangıcında olan bitenin ardındaki prensiptir. Büyük patlama, büyük miktarda pozitif enerji oluştururken, aynı anda, aynı miktarda negatif enerjide oluşturmuştur. Bu durumda, pozitif ve negatif sıfır eder; her zaman.
Bu doğanın bir diğer kanunudur. Peki, bunca negatif enerji bugün nerede? Kozmik yemek kitabındaki üçüncü malzemede boşlıkta açaip gelebilir. Fakat kütle çekim ve hareket yasalarına göre ki bunlar bilimin en eski yasalarındandır. Boşluğun kendisi, devasa bir negatif enerji deposudur. Her şeyi sıfır edeceğine temin edecek kadar. Kabul ediyorum işiniz matematik değilse anlaşılması zor, ama doğrudur. Milyarlarca ve milyarlarca galaksiden oluşan sonsuz bucaksız ağ kütle çekim kuvveti ile birbirlerini çekerek dev bir depolama aygıtı gibi çalışır evren devasa bir akü gibi negatif enerji depolar. Pozitif tarafı, yani bugün gördüğümüz madde ve enerji tepe gibidir. Çukurun karşılığı olan negatif taraf ise boşluğa yayılmıştır. Peki bu Tanrı’nın varlığı arayışında ne anlama geliyor?
Demek oluyor ki, evren hiçlik anlamına geliyorsa yaratmak için bir tanrıya ihtiyacınız yoktur.
Bizde deriz ki din evvela sonsuz kudret, sonsuz ilim ve mülk sahibi ve isim ve sıfatlarının niteliği sonsuz olan ve yoktan var eden bir Allah’tan bahsederek başlıyor. O halde kalan boşluğu elbette tekrar tekrar tasfiye eder. Daha doğrusu boşluk(çukur) diye bir şey söz konusu değildir. Ol diyor yoktan var oluyor. İlerde değineceğiz boşluk oluşmaya başlayınca uzay yırtılmaya başlar.
Bu birincisi, ikinci olarak hadi bilime ayak uydurarak kainat açılınca çukur ve tepeler yani pozitif enerji oluşurken aynı oranda kainat açıldığı için negatif enerji oluştuğunu söylersek bu sonsuz açılır. Artık öyle bir hal alır ki kaldıramaz hale gelir. Kur’an’ın İnfitar Süresi 1. ayetinde dediği gibi “Gök çatladığı zaman” ayetinde, yani gökyüzünde çatlaklar oluşacak Tekvir Süresi 1. ayetinde “Güneş dürüldüğü zaman” ayetine göre ise çatlaklar oluştuktan sonra kainat kendi üzerine çöküp toparlanıp sarılacak. Tekrar eski halindeki bir noktaya higgse dönecek ve benim görüşüme göre, çünkü hem emin elden işittim hem de Tekvir Süresi 11. ayetinde ''Gök siyrilip açıldığı zaman'' ayeti ve " O gün göğu kitabların sayfalarını dürer gibi, ilk baştaki gibi durerek tekrar iade edeceğiz. Bu üzerimize düşen bir vaadtır. Şüphesiz biz bunu yaparız. " ( Sura Enbiya ayeta 104. )Ayetlerine göre de tekrar açılacak yeni bir kainat oluşacak ve bu sefer daha mükemmel bir şekilde açığa çıkacak. Yani kainat kurulduğundan beri hep açılıp ve toparlanıp büzüşüp açılarak ilkelden daha mükemmele doğru yol alıyor. Büzüşüp açılmaya kainattan örnekler verebiliriz. Mesela havadaki hortumlar, denizdeki girdaplar nasıl havayi ve suyu başka yerlere nakil ediyorsa, uzaydaki kara deliklerde buna benzer vazifeler yapiyordur. Açılıp toparlanma ise daha külli bir açıdan olsa gerek
Yani hep yoğrula yoğrula randımanları alınarak devam ediyor. Peki bu randımanı ne demek oluyor. Dikkat edin şu demek oluyor ki, randımanı gelişmiş ruhlardır. İşte ruh bir desendir. Desenin bir anlamı vardır. İşte anlam oluyor ruhun esası. Anlam için cismaniyete gerek yoktur. Cisimden anlam randıman olarak ele alınmış. Allah’ın hafızasında kayıtlı olarak duruyor. Zamanı geldiğinde, büyük ihtimalle kainat tekrar açıldığında yeniden anlam bir cisme bürünecektir. İşte bu olay hep tekrarlanıp duruyor böyle. Yani kıyamat oluyor haşirden sonra iyiler cennete kötüler cehenneme girecektir.
Meseleye birde bu acıdan bakmak lazım. Şimdi tepe oluştururken oluşan çukur işe yaramayacak mı? Mesela, siper veya sığınak olarak işe yaramayacak mı? Veya bir çukur için tepe oluştuğunda tepe işe yaramayacak mı? Ateistler diyor çukur ile tümsek birbirini götürür (veya pozitif enerji ile negatif enerji birbirini götürür) sıfır kalır, değil. Çukurda tümsekte bir işe yarar her şey yerini bulur. Sıfır kalır değil, mesele kalmaz.
Birde işiniz matematik değilse anlaşılması zor diyor. Hayır anlaşılmayan bir durum yok. Kendileri de her zaman diyorlar ki elimizdeki matematik ile işin aslı her zaman bir birini tutmuyor. Mesela sinüzial bir akım dalgasının ortalama değerini hesaplarken, klasikte ilk başta akım ( i )-zaman ( t ) koordinat düzleminde t ekseninin üst kısmı ile alt kısmı birbirini götürür sıfır kalır. Fakat akımın karesini alırsak dalganın eksi kısmı artı kısmına geçer. Böylece ortalamasının karekökü bize ortalama akımı verir. Yani yöntem yanlış olabilir, yeni yöntemler geliştirmek lazım.
Daha önce Allah’ın sonuz ilminden bahsederken aklıma sonsuzluk varsa bunu nasıl ispatlayabiliriz? Çünkü, sonsuzluk varsa Allah vardır. Allah varsa sonsuzluk vardır.
Sonsuzluğun ispatı: İlim, bilim ve teknik gün gittikçe geliştikçe patlak vererek her gün biraz daha gelişiyor. İnsanların ilmi ölünceye kadar geliştikçe gelişiyor. İnsanların ilmine bir sınır çizmek aynı zamanda bilime bir sınır çizmek mümkün değil.
Ve ilim insan öldükten sonra başka şahıslarda geliştikçe gelişiyor. Ve nihayetinde kıyamete kadar devam eder. Bundan sonra insan ve kainat ölür. Geriye ilmin anlamı kalır. Anlam veya kanun gerek maddelerde ve gerek insan beyninde duruma göre zıt olguların geriliminden dolayi titreşim oluşturarak bir frekans codu oluşturur. Mesela Kürtçe ve Arapça gibi dillerdeki kelimelerin dişi ve erkek olarak ayrılmaları boşuna değildir. Çünkü beyin noronları buna göre düşünceden düşünceye farklı yüklenerek nöronlar arasında elektriksel ve kimyasal etkileşime sebeb olur. Ayrıca kuantum alanında farklı yükler aralarında elektrik alanı oluşturur. Hem sabit elektirik alanındaki hareketli yüklü parçacıklar ve hem hareketli veya değişken elektrik alanındaki sabit yüklü parçacıklar elektromagnetik dalgalar oluşturur. İşte bu dalgalar parçaciklara çarparak titreşim oluşturur. Yani anlam soyutken bir somut kinetik durumuna geçiyor. Her şey suretlerden hafıza gibi belleklere alınıyor. Yani nasılki insanın vücut libasını giymiş bir ruhu varsa, aynen öylede maddenin daha doğrusu her parçaciğın madde libasını giymiş o maddenin özelliklerine göre meleke kazanmış maddeye motor görevini güdecek melekler de vardır. Çünkü insan nasıl varsa melekler niye olmasın. Artık ister insan beyni gibi herşeyi kaydetsin, ister nasılki disklere veya mikrociplere nasıl bilgi kaydediliyor öylece herşey kaydediliyor. Denilebilir ki o melekler ne yer ne içer veya yakıtları nedir? Efendim melekler nurani varlıklardır. Yakıtları da nur veya Allahı tesbih olur. Yanlız eğer araştırsanız insanoğlu dahi dışardan bir kuvvet uygulamaksızın kendiliğinden çalışan düzenekler yapmışlar. O halde Allah neler yapar siz düşünün. Böylece anlam veya kanunun bir yerlerde yoğunlaşıp, somutlaşacağı kesindir. Çünkü kainat yoğrulurken bir devir atması sonrasında yeniden biçimlenirken kayıtlı bilgiler aktif, kinetik dalga durumuna geçerken beraberinde bir enerji oluşturur. Kinetik halden dalganın fonksiyonu özelliklerine göre statik hale de geçer. Günümüzde maddeden enerji, enerjiden madde oluluşabileceği ispatlanmış bir şeydir. Yani her şey devirdaim ilkelerinden dolayı (mesela gece gündüz bir gün oluyor, günler ayları, aylar mevsimleri, mevsimler yılları, yıllar asırları, milenyumları, dehriyumları oluşturuyor. Bunların hepsi birer inkılabın başıdır. Ondan sonrada kıyamet oluyor ve gittikçe gidiyor.) tekrar maddeden başlayarak eskisinden daha mükemmel kanun veya anlamına göre yoğunlaşıp, somutlaşıp, biçimlenecek. Çünkü her şey (örneğin elementler) özelliğine yani anlamına göre biçimleniyor. Bu tabirlere dikkat edin. Çünkü, ilim bilim böyle varsayımlarla ve bir kaideye göre gelişiyor. Ve haşir risalesinde bunu çok iyi anlatıyor. Dediği gibi hiç mümkün müdür ki bu kadar masraf,emek sadece bu kararsız kainatla mahsus kalsın. Bu kadar masraf emek sarf ediliyorsa demek ki bir başka alemde bunun devamı olacaktır. Yani haşir olacak. Dolayısıyla ilimin, bilimin sonsuzluğu ispatlanırken sonsuzluğun varlığı da ispatlanmış oluyor.
Eşyalar arasında mıslilet, nisbiyet olması münasebiyetiyle her şey bir birine dayanarak gidip bir beyne dayanır. Beyin lokomotif görevi yapar. Varlıkların ruhlarının esası olan kanun veya anlamı süretlerden alınarak gidip üst tabakalarından birinde hafıza gibi belleklerde tekrar yoğunlaşıp, somutlaşabilir. Allah'ın hafızasından yeniden de yazılabilir. İşte suyun buharlaşıp soğuk bir tabaka karşısında yoğunlaşması gibi varlıklar tekrar kanun veya anlamına göre Allah’ın bazı işlemleri karşısında yoğunlaşıp, somutlaşıp haşir olacağı kesindir. Ve başka boyuta geçer
Niye sonsuzluk varsa Allah vardır. Çünkü bir yerlerde çareler tükenirse, yani ilim bilim son bulursa çareler tükenir. Dolayısıyla Allah’ın varlığından bahsedemeyiz. Herşey ruhun varlığına ve ebedi olduğuna inanmaya bağlı. Ruhun varlığını en basitinden, insanların veya iki tane aynı yumurta ikizlerinin vücudu aynı maddeden ve aynı azalardan oluşmasına rağmen, kendilerinin farklı huy ve karektere sahip olması gösteriyor. Ama doğrudur kalıtsal karekterler vardır. Yani genellikle ruhlar aleminde birbirine yakın tekamüle erenler akraba olurlar. Doğumdan sonraki tekemülden de yeniden akraba bağları oluşur. Onun için karakterlerin hepsi kalıtsaldır diye kesinlikle denilemez. Ama tek yumurta ikizleri DNA'ları aynı iken parmak izlerinin farklı olması sizi tatmin etmez se, şuna dikkat edin. Şimdi yakışıklı ve güzel insanların ilk bakışta ahlaklı olması beklenirken ahlaksız olanların haddi hesabı yok. Öte yandan çirkin olanların ahlaksız olmaları beklenirken efendi, ahlaklı olanların haddi hesabı yok. Tek fark mü'min olanların yüzü nurlanırken, günahkarların yüzü kararır. Buda şüphe verirse pes artık.
Bunun için din, inanç ahlak meselesidir. Ahlakı iyi olana Allah hidayeti verir. Ahlaksızlara Allah hidayeti vermiyor. Velev profösör velev şehinşah da olsa. Kur'an da bunu anlatan bir sürü ayet inmiştir.
Biliyorum bu lafıma kızanlar çok olur. Bunun için gerekli açıklamaları yapmak gerekir. Şimdi küfrün çekirdeği olan, mesela yalan, fitne, fısq, fesat gibi günahlar vardır. Kişi günahkar olabilir, fakat bu günahları işlemese Allah ondan imanını tamamen almaz. Onun ikaza ihtiyacı vardır. Şefkat tokatlarını yiyecek ve bunun sonucunda da muhakak hidayetê erecektir. Öte yandan kişinin bir sürü iyi huyları vardır; fakat o küfrün çekirdeği olan günahları işlediği için Allah hidayete erdirmiyor.
***
Şimdi gelelim insanların iradesini yanlış kullanması kendi hatası olduğunu, haşa Allah’ın bir hatası olmadığına gelelim
Ene gizli hazine olan esma-i ilahiyenin anahtarı olduğu gibi kainatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muammayi müşkülkuşadır. Bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene, mahiyetinin bilinmesi ile o garip muamma o acip tılsım olan ene açılır ve kainat tılsımını ve alemi vucubun kunuzunu dahi açar. Cenab-i hak emanet ciheti ile insana ene namında öyle bir miftah vermiş ki alemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-i kainatın kunuzu mahviyesini onun ile acar.
Cenab-ı hak insanın eline öyle bir ene vermiştir ki taki; o ene bir vahidi kıyasi, birim olup evsaf-ı Rububiyet ve şuunat-i Uluhiyet bilinsin. Fakat vahidi kıyasi mevcudu hakiki olmak lazım değil. Belki hendesedeki farazi hatlar gibi, farz ve tevahhümle bir vahidi kıyasi teşkil edilebilir. ilim ve tahakkukla hakiki vücudu lazım değildir.
Mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için ona bir şekil verilemez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz mesela, zülmetsiz daimi bir ziya bilinmez hissedilmez. Ne vakit hakiki veya vehmi bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit bilinir.
Aynen öylede kıyaslamaya devam edersek insanın aklına nasıl yanlış şeyler geliyorsa o zaman Allah’ın aklınada teşbihte hata olmasın yanlış şeyler gelmiyor mu? Acaba ! Dikkat edin Allah yeme, içme, uyuma, çocuk edınme ve doğurulma gibi noksan sıfatlardan münezzehtir. Bu gibi vasıflarda insanla teşbih yapılmaz. Fakat düşünmek Allah'ın vasıflarındandır. Bunda teşbih yapılabilir. Hayal ve kuruntuda düşünmenin ürünüdür.
Adem-i mutlak zaten yoktur; çünki bir ilm-i muhit vardır. Hem daire-i ilm-i ilahinin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içerisinde bulunan adem ise, adem-i haricidir ve vücüd-i İlmiye perde olmuş bir unvandır. Hatta bu mevcudat-i ilmiyeye bazı ehl-i tahkik "A'yan-i sâbite " tabir etmişler.
İşte Allah’ın ezeli ilminin vucud-u ilmine perde olan Adem-i harici yani nefiy ( bir başka tabirle tam doğru olmayan olumsuz maddi vucudu olmayan ilim) bazı kabiliyetsizlere daha doğrusu hemen hemen herkese bulaşarak hatalı ruhların çıkmasına neden oluyor. Çünkü bütün kötülüklerin anası yokluktur (ademdir) nefydır. İşte biz yanlış kullar Allah’ın yanlışı oluyoruz. Yanlış zuhur eden düşüncesi.
Ama biz Allah’ı her türlü kusur ve noksandan uzak subhan olarak biliyoruz. Dur bakalım bu bir hata değil. Hatalı kişi hatasını düzeltmeyen kişidir. Hatasını düzeltirse mesele yok.
İşte Allah insanları ve ruh sahiplerini dünyadan sonra ahirete insanı günahlarından arındırarak ilmindeki yanlış zuhur eden şeyleri düzeltiyor. Peki Allah’ın vucud-u ilmine perde olan dışa vurulmuş yokluğun bulunması yanlışmıdır. Elbette hayır. Çünkü; yokluk olmazsa derece farkı, insanlarda olan şefkat, merhamet, adalet vb. gibi olgular ortaya çıkmaz. Yani Allah’ın isimleri işlenmez. Allah tek düze monoton bir hal alır. Yani her şey kenetlenir kalır. Hareket olmaz.
Ben bunları aklımda değil gönlümün sesini dinleyerek peşinden giderek çözüyorum.
Bu aynı zamanda insanların iradesini yanlış kullanılmasının tamamen insanların kendi hatası olduğu ve Allah’ın haşa bir hatası olmadığı bir nebze de olsa anlaşılmış oluyor. Çünkü böyle bir açı gerçek demiyelimde (haşa) , böyle sabit bir şey var. İşte A’yan-i sabite dedikleri şeyin aslı bu olmalı. Bu konu ilerde dahada detaylı anlaşılacak.
İşte bu yüzden Adem-i hariciye değil de yokluk ve nefiyden etkilenen cinni ve insi şeytanlara lanet etmek gerekiyorsa etmeli lanet.
Bununla beraber daha önce ruhları Allah'tan bir kelime olarak biliniyordu. Ama bugün biliyoruz ki ruhlar kelime olmadan önce yok hükmünde idi. Çünkü Allah CC Meryem Suresi 9. Ayette buyuruyor ki " Daha önce hiç birşey değilken (yani yoktan) yarattım." Böylece Allah'ın herşeyi sonradan aklına gelen fikirle yarattığı, aynı zamanda ilim edindiği anlaşılmış oluyor. Ruhların kelime olmasıda, bir kitabın nasıl ismi varsa, aynı şekilde bir fikrin daha doğrusu bir hayal ve kuruntunun da ismi olur. Yani ruhlar fikirden, hayalden sonra kelime oluyor. Tabi ki biz bunu derken, Allah sonradan yaratıyor, ilim sahibi oluyorsa o zaman Allah zamana tabidir, diye akla gelebilir. Hayır, kâinattaki zaman ve mekandan münezzehtir. Ancak kendi zatında ve indinde münezzeh mı, değil mi? Onu bilemeyiz. Ancak ezeli olduğunu, evvel ve ahirinin olmadığını biliyoruz.
Mademki ruhlar Allah’ın ezeli ilminde A’yan-i sabite şeklinde vardır. Eğer Allah ilk aşamada bazılarını olumlu, bazılarını olumsuz bırakmışsa o zaman Allah’ın adil olması nedeniyle ikinci aşamada olumsuzları olumlu, olumluları olumsuz olarak bırakır. Eşitliği sağlar. Belki aklımız ermedi de olasılık sonucunda birinci aşamada olumlu ve olumsuz ruhlar çıkmışsa. Adaleti gereği olumsuz ruhlara bazı avantajlar sağlar. Gene eşitliği sağlar. Ve dünyada da olumsuzlara onların kötüye olan meyillerini düşürecek meyiller veya nimetler verir. Örneğin fakirlikte isyana meyilli ise onu zengin, zenginlikte gaflete meyilli ise onu fakir veya orta hali nimetlendirir.
Ama bu anlattığım son şeyin hakikati yoktur. Ben sırf şüphelerini gidermek için söyledim.
Yok eğer iradesi ilk aşamada tamamıyla kendisinin hatası ise başka türlü olur.
Ve ruhlar ayarlanır veya ne ise o şekilde yokluk ve nefyden geçirilir (çıkarılıyor) .
Herkes yokluk ve nefiyden kabiliyetine göre payını- zararını alr. Varlığın bir aşamasında ruhlara iyiyi ve kötüyü ilham ediyor. Yani terbiye ediyor. Sonrada dünyada kendisi için hayırlı olan anne ve babadan ve memlekete gönderir.
Şimdi dedik ki insanın aklına nasıl bazı iyi ve kötü fikirler istemsiz gelir. Aynen öyle de eneyi Yüce Allah’la kıyasladığımızda Allah’ın fikrine ve ilminede iyi ve kötü ruhların ilmi istemsiz gelir diye bir varsayımda bulunduk
O zaman insanın aklına bu fikirler nereden geliyor. Bilsek meseleyi biraz daha ilerletmiş oluruz.
İnsan çevresindeki nesne ve zihnindeki olgular bu fikirlerin çıkmasında büyük rol oynar. Bu Allah’ın her şey olması ve her şeyi bilmesiyle karşılaştırılabilir.
Birde bu fikirleri Allah’ta getiriyor. Şeytanda getirir. Buda Allah’ın her şey olması ve her şeyi bilmesiyle karşılaştırılır.
Üçüncü olarak beyindeki mekanizmanın işleyişi iyi bilinse ve muhakkak beyninin bir yerinde kaynağı vardır. Yani sebebi vardır. Nevinden araştırılsa bu en büyük soru olan iradenin nasıl oluştuğu, neyin sebep olduğu biraz daha geliştirilir. Tabi ki bu geliştikçe bilim ve teknolojide beraberinde geliştirilir diye düşünüyorum.
***
Şimdi biz dedik ki insan olsun kainat olsun Allah’ın düşüncesinde hayal veya kuruntu sonucunda aşk ve şevkle zuhur edip çıkmaya meyl ettiği için, Allah insaflı olduğu için varlıklara bir şans vermesi sonucunda onları vucud bulmakla şereflendiriyor. Gelişme akla gelen sorularla gelişir ve soruların ardı arkası kesilmez. Şimdi Allah çözemeyeceği bir soruyla karşılaşırsa halimiz ne olur. Çünkü bir yerlerde çareler tükenirse haşa Allah’ın varlığından bahs edemeyiz.
Endişeye gerek yok.Çünkü; “Kırk yıllık kani (çeşme) olmaz gayrı” diye bir söz vardır. Şimdiye kadar hangi soru veya sorun, cevapsız, çözümsüz kaldı. Sınavda malumatının olmadığı hangi soru geldi. Ama sen dersine çalışmamışsan o ayrı. Dışardan herhangi bir etki etmezse, bir şeyler seni engellemese çalışır sınavı geçersin. Allah’ın bir muanisi olmadığına göre elbette soruları giderir. Bazı sorunların geç çözüldüğüne bakmayın. Mesela, bilim eskiden yavaş gelişiyordu. Ama bazı şeylerin bulunmasından sonra patlak vererek gelişiyor.
Denizdeki dalgaların hiç kesildiğini gördün mü? Gece ve gündüzün hiç sekteye uğradığı oldu mu? Nasılda tıkırında işleniyor. İlim böyle örneklerle gelişiyorsa verdiğimiz örnekler sonucunda da düşündüğümüzde doğru çıkar. Ve soru ve cevapların ardı, arkası kesilmeyeceği garantidir. Binlerce örnek verilebilir. Evet o her gün bir iştedir.(Rahman Süresi)
Soruların ardı arkası sonsuza dek kesilmemeli. Çünkü; sorular olmasa aynı zamanda harekette, faaliyette olmaz. Gerekli.
Karşılaştığın soru ve sorunlar ne kadar zorlaşırsa o kadar hummalı çalışma yürütülür. Dolayısıyla hareket hızlanır. Hayat sekteye uğrar değil.
Niye malumun olmadığı soru ve sorunlar gelmez. Çünkü; bilgiler uc uca eklenerek gelişir. Bir birine eklenebilmesi için uçlarının bir birini tutması lazım. Yani bir şey öğrendikten sonra başka bir soruyu çözerken, önceki bilgileri kullanarak, örneklerinden faydalanarak çözülür. Mevcut bilgilerin ile ilgili sorular gelir aklına. Örneğin 1000 yıl sonra karşılaşabileceğin akına gelmez. Çünkü o devirdeki edineceğin bilgilere sahip değilsin ki aklına gelsin. Sadece bir tahmin yürütülebilir. Örneğin bin yıl sonra başka bir gezegene insan gidebilir. Gidebilir ama şu anda o gezegen hakkında bilgiye sahip değilsin ki onunla ilgili sorular gelsin aklına.
Dolayısıyla Allah’ın bir muanisi olmadığına göre çözemeyeceği soru yoktur.
Şuna deyinmekte de fayda var. Bir aynayı belirli bir yükseklikte yatay yere doğru tutarsan ve kademe kademe yükseltirsen nasıl ki dört yöne doğru görüntü ona paralel büyüdüğü gibi insanın bilgiside, örneğin gelecekle ilgili bilgisi artıkça ona paralel geçmiş hakkındaki bilgiside o derece artar. Teşbihte hata olmasın Allah’ın da bilgiside o derece artar artıyor. Çünkü Alim Allam olduğuna göre ve olması için hareketli yani faal olmalı. Faal olması içinde bilgisinin sürekli artması lazım
***
Şimdi dedikki her şey Allah’ın ilminde veya düşüncesinde hayal veya kuruntu sonucunda aşk şevkle zuhur etmesi sonucunda oluşur. Varlıkta bir şevk olduğu için Allah bunları değerlendirmeye aliyor. Üstadında vesvese risalesinde belirtiği gibi zihinde hayaller bir nevi serbesttir. Gayrı ihtiyari olarak zihinde dolaşırlar. Bu dalaşma esnasında, kalben insanın hissettiği hisler ve zihinde oluşan olgular yol üstünde hayallere bürünürler. Hayaller olumluda olabilir, olumsuzda
Şimdi şöyle bir örnek vermek gerekirse, örneğin bir adamın yol üstünde bir bağ-bostanı var, farz edersek yoldan geçenlerin iştahını çeker. Kimisi yanlış düşünmez parasıyla alır. Kimisi de nasıl olsa yol üstündedir deyip hırsızlığa girişir. Bostan sahibi hırsızı görüyor. Gerçe bostan sahibi bağ-bostanın yol üstünde olduğunu biliyor. İştahı kabarttıtığının farkındadır. Ama bu demek değildir, pervasızca hırsızlığa girişsin. Bostan sahibi hırsıza sorar niçin izinsiz girdin? Eğer hırsız hatalı olduğunu bilirse, özrünü ister. Bir hatadır yaptık, kusura bakmayın dese bostan sahibi insafa gelir. Bir şey etmez bu seferlik, helal olsun der. Bir daha olmasın veya biraz daha al, der
Yok eğer hırsız ne yapalım işte, yol üstündedir. iştahımız çekti, bizde girdik. O zaman bostan sahibi elbette onlara karşı bir ceza düşünür. Çünkü kusurlu olduğunu bilip haddini bilmeli.
İşte verdiğimiz örnek doğrudur. Düşündüğümüz şey de doğrudur ki bu dünyada örneği ve örnekleri vardır. İşte bir şeyin tutarlı örneği varsa o şey doğrudur.
Şimdi kainat olsun ruh sahipleri olsun Allah'ın düşüncesinde aşk şevkle zuhur edip çıkmak isterken kimisi örnekteki gibi gayet olumlu davranarak çıkıyor. Kimiside haddini aşar gibi çıkmak istiyor. Dolayısıyla insanların hatalı olarak çıkması açıktır ki, örnekteki gibi kendi hatasıdır. İşte Allah bu hatalıları dünyada imtihan ile kemale erdirerek düzeltmekle uğraşıyor.
Şimdi parasıyla alanı, bizim açımızdan şuursuz varlıklara örnek gösterilebilir. Çünkü menfaat karşılıklıdır. Allah kendini bilmiş oluyor. Onlarda bunun karşılığında var olup varlığı tadıyor. İşte izinsiz hırsızlık için girenler şuurlu, ruh sahibi varlıklara örnek gösterilebilir. Çünkü hemen hemen hepsi hatalıdır.
***
Allah bütün mahluklara insi yani Ademi yaratıp Ruhumdan üflediğim zaman hemen Ona secde edin diye buyurmuş. İblis haricinde bütün mahluklar secde etmiş. İblis '' Ben ateştenim O balçiktandır. ben Ondan üstünüm.'' deyince, Allah onu lanetledi. Oda haklı olduğunu göstermek için Allah'tan Ademe karşı bir mücadele veya imtihan sahası için mühlet istiyor. Allah büyüklüğü icabı mühlet senindir diyor.
Şimdi Allah niye meleklere ve iblise Adem’e secde edin, diye emir etmiş. Çünkü Adem hatalı olduğunu bilmiş, edep etmiş, özrünü istemiş. Hem bu hali Allah’ın hoşuna gittiği için, hem de insan irade bakımından herkesten daha olumsuz olduğu için düşmeye daha çok meyillidir. Düştükten sonra mucahede ile terakki ettiğinden bir model olup Allah'ın isimlerinin izharı olduğu için öyle emretmiş. Daha sonra Adem’den türeyen şakiler için henüz değil. Ve nihayetinde onlarda hatasını bilecek.
Evet nihayetinde insan hata yapar veya yanlış şeyler aklına gelebilir. Ama muhakeme sonucunda hatasını düzelten hatalı değildir. O yüzden örnekler saygıya değerdir. Ve Adem bir örnektir. Melekler ve İblis bunu ondan öğrenecekler. Ve eğer bir üstünlük varsa örnek olduğundan dolayıdır. Çünkü, örnekler olmazsa bir şeyi nasıl izah edebilirsin. O yüzden Allah meleklere demiş ki siz benim bildiğim şeyleri bilemezsiniz.
Ve Adem oğlu düşe kalka, muhakeme ede ede eşya ve nesneler arasındaki farkı öğrenir. Dolayısıyla isimlendirir. Diğer mahluklar- melekler gibi- ondan öğrenir, ders alır. O yüzden Allah demiş ki nesnelerin ismini öğrettim yani Allah önce bir temel oluşturuyor ve sonra Ademoğlu bunu kendisi geliştiriyor veya biliyor.
***
Şimdi gelelim ilimde veya Allah’ın ilminde neden doğru şeylerle beraber yanlış şeyler de var. Bu yanlış şeyler nasıl tasfiye edilir.
Şimdi ilmen düz, yek düze, tasarım yapılmamış bir boş sayfa nasıl bir anlam ifade etmez. Daha doğrusu ilim olmaz. Her şey zıddı ile bilinir. Dolayısıyla olumlu şeylerle beraber olumsuz şeylerde bulunması şarttır.
Mesela serkeşlik veya şehvet fazlası ve azı olumsuzdur. Vasatı olumludur. Fakat şehveti az olanlar işe yariyor, çok olan işe yaramiyor. Meleklerde şehvet tam bilmiyoruz ama az biliyoruz. Ve insan hatalı olarak Allah’ın ilmine zuhur ettiği için fazla olarak biliyoruz.
Şimdi hadim edilmiş bir öküze bakarsak; adı üstünde öküz her şeyden anlamaz. Sakindir. İnsan onu tarla sürmede kullanır. Ve eti de verimsiz bir şeydir. Ama bir boğanın eti daha sağlıklıdır. Ve damızlıkta kullanılır. Aynen onun gibi melekler sadece Allah’ın işinde itaate kullanılır. Ve Allah'ın eli, ayağı,gözü,kulağı sayılır. Kendi aralarında dereceleri sabit sayılır. Her şeyde terakki olduğu için bütün mahluklarla beraber onlarda terakki ediyorlar.
Ama insanoğlu şehveti fazla yani olumsuz ama Allah onu düşe kaldıra, iyi ve kötüyü aşılattırarak, şehvetini normalize ederek beyninin daha iyi çalışmasına yardımcı oluyor. Çünkü, fazla şehvette tefekkürü engeller. Azdırmaktan başka işe yaradığı yoktur.
Ve dolayısıyla cinde ve insanda irade var. Cuz-i ihtiyarını kullanarak kimisi direk kimisi dolaylı yollardan derecesi meleklerden daha üste çıkıyor. Ve görüldüğü gibi insan oğlu olumsuz iken en olumlulardan oluyor
Dolayısıyla Allah’ın her şeyi güzeldir. Ondan gelen her şey güzeldir. Yani Allah insanları dizgine getirip kendisi için daha yararlı hale getiriyor.
***
Gerçi bütün ruhlar olumsuzdur. Ama bir birinden daha olumsuz ruhlar olabilir. Ama insan bu benim kaderimdir diyip kendinden el etek çekmesi doğru değildir. Çünkü uzakdoğulularin dediği gibi negatif enerjiyi pozitif enerji takip eder,pozitif enerjiyi negatif enerji takip eder. Pozitif enerjide bir negatif enerji vardır. Negatif enerjide bir pozitif enerji vardır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Kıştan sonra yaz, yazdan sonra kış gelir. İyi değerlendirmek lazm. Yani insan aşı oluyor bir sonraki tehlikeye karşı.
Mesela yazdır deyip gerek yok,rehavete kapılıp kışın tedarikini hazırlamazsan veya kışın o derdini görüp yazın kışa hazırlık yapmazsan olanlar olur.
İşte insanın azim ve gayretinin başaramayacağı bir şey yoktur. Zikirle kökler nasıl sert kayayı deliyor. Aynen öyle. Ama insan kendini aşı etmezse bu onun hatasıdır. Onun için ruhların oluşumunda bahsettiğimiz olumlu ve olumsuz durumların yeri geldiğinde ruh sahibinin işine yarıyacaktır. O Allah dezavantajları avantaja dönüştürmesini iyi bilir.
Şimdi gelelim Kur'an bu konuda tekrar tekrar ne demiş ona bakalım.
"O Allah ki geceyi gündüzün içine katar, gündüzüde gecenin içine katar. Ölüden diriyi çıkarır, diridende ölüyü çıkarır. Dilediğinide hesapsız rızıklandırır." (Ali İmran, 27. Ayet)
" O Allah ki geceyi gündüzün üzerine sariyor, gündüzüde gecenin üzerine sariyor." (Zumer, 5.) Bu ayet aynı zamanda dünyanın kendi ekseni etrafında da döndüğünü de gösteriyor.
"şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır."
(İnşırah, 5. 6. Ayet)
Yine Kur'an'da "O Allah ki karanlıklardan aydınlıklara çıkariyor." ve "Sizin şer bildiğiniz şeyde hayir, hayir bildiğiniz şeyde de hakkınızda şer olabilir." diye zikredilmiştir.
***
Şimdi yokluk ve nefiy meselesine gelelim. Mutlak yokluk yoktur. Adem-i harici yani ilmin dışa vurulmuş yokluk hali vardır. Allah'ın vucud-u ilmine perde olmuş bir unvandır. Yani oluşan kuruntular sonucunda her şeyin zamanı geldiğinde ortaya çıkacak bir ilim, mantığı vardır. Madem öyle o yokluğa yokluk diyemeyiz. Yokluğa, mahv etmeye sürükleyen şey olarak nefiy demek uygun düşer. Yani bir şeyi olumsuz yapan şey; sürükleyen şey
Şimdi anlattıklarımıza bir genelleme yaparsak Allah’ın bir ismi El-Cemi’ ve bir ismi de El-zarrdır. Yani iyi ile kötüyü, iki zıttı, isim ve sıfatları bir arada yada zatında bulunduruyor. Kiyamette her mahlukatı bir araya toplayan.
Buna ispat; şimdi insan aynaya baktığında sen ne isen aynada onu görürsün. Aynada ne gözükse sen öylesindir.
Şimdi insanin ne mal olduğu, eserlerinde onun izleri görünür. Her cemal ve kemal sahibi kendi cemalini ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca Allah’ta bilmek ve görmek isterken mahlukatı yaratmış yani bir nevi aynaya bakmış mahlukatta Allah’tan olduğuna göre; yani genel olarak Allah’ın bir tam aynı değil de bir misalidir. Bir tecellisidir. Yani Allah her şeydir. Her yerde hazır ve nazırdır.
Şimdi bir genelleme yaparsak hayat iyi ile kötünün, karanlık güçler ile aydınlık güçlerin mücadelesidir.Ve uzaya baktığımızda aydınlık şeylerle karanlık yerler görürüz.
Yani Allah’ın vucud-u ilmine perde olan Adem-i harici vardır. Ve bu ilmi muhitin içindedir. Sadece bu mu? Hayır. İnsan da Allah’ın bir üflemesi ile oluştuğu için yani Allah’tan az bir şey pay alıyor. Yani Allah’ın bir tecellisinin cilvesidir. Sadece bununla kalmıyor. İnsan bir ilimden geldiğine göre ilmin kendisinde de iyi kötü, olumlu olumsuz şeyler var. Hatta her bir olumlu ve olumsuz şeyde bile olumlu ve olumsuz yanlar var. Ve bu durum gerilime yol açtığı için bir etki oluşur. Etkide tepkiyi doğurur. Böylece çelişki oluşur. Çelişkide nefiy yada negatif enerji oluşturur. Bu gerilim pozitif enerjiden sonra negatif enerji, negatif enerjiden sonra pozitif enerji takip eder. Pozitif enerjide bir negatif enerji ve negatif enerjide bir pozitif enerji vardır. Allah kainatı ve hayatı yaratırken bilinmek istediği için bir nevi sanki aynaya bakıyor. Hayat ve kainat yukarıda dediğimiz gibi Allah’ın bir misali ve tecellisinin bir cilvesidir. Dolayısiyla hayat iyi ile kötünün mücadelesidir. Ve kainattada olumlu ve olumsuz, aydınlık ve karanlık emareleri görüldüğü için Allah’ın El-Cami’ olduğu yani Allah’ın vucud-u ilmine perde olan adem-i harici veya nefiyin olduğunu ve Allah’la beraber bir nefiy zatında eşlik ettiği ispatlanmış oluyor. Yalnız her şey O’nun ilmi muhitinin içinde olmak şartıyla.
Tabi ki akla dünyada nasıl uyku, yeme, içme vb şeyler varsa Allah ta da olmasın mı, diye soru gelebilir. Ama biz daha öncede açıkladık ki, bunlar noksan vasıflardır. Bunlarda kıyaslama yapılmaz. Ama yokluk, nefy bir zorumluluktur. Çünkü bu olmassa iyi ile kötü birbirinden ayrılmaz. Allah'ın isimleri işlenmez, ortaya çıkmaz. Allah tekdüze monoton bir hal alır. Faaliyet olmaz. Bu yüzden gereklidir.
Mu'minun süresi 91.ayette ferman edildiği gibi " Allah asla çocuk edinmedi, Onunla beraber bir ilahta yoktur. Öyle olsaydı her ilah kendi yarattığı ile giderdi. Elbette birileri birilerine üstünlük taslardı. O Allah isnat ettikleri vasıflardan münezzehtir. " Ayetine göre düzen kalmazdı. Buda gösteriyor ki ilahlarda nefy var ve bu onları olumsuz etkiliyor. Çünkü her ilah kendi nefyine göre kendine özgü bir yöntem geliştirir. Bir soruyu değişik metodla çözüldüğü gibi. İşte nefy olmasaydı birbirilerine karşı gayet olumlu hareket ederlerdi. Ayriyeten doğmayan doğurmaz misali Allah doğmadığı gibi doğurmamıştır. Doğurupta yarattıklarına ortak mı etsin. Ki O böyle noksan sıfatlardan münezzehtir.
Velhasılikelam Allah kötülükle olumsuzlukla mücadele ediyor. Yani kötüyü islah ediyor ve temize çıkarıyor. Ve sanki biz imtihan ediliyor muşuz gibiyiz. Birisi bizi imtihan ediyor sanki. Çünkü,bir yandan karanlık güçler bizi kötülüğe sevk ediyor ve iyiliğe sevk eden aydınlık güçler var.
Eskiden çok tanrılı dinler olduğu için tevhidin iyice zihinlere yerleşmesi için İbrahimi dinler ve Şimdiye kadar ki alimler hep hayat bir imtihandır. Allah insanı imtihan ediyor. Ve şeytanıda insanı imtihan etsin diye, şeytanı bizzat Allah yaratmış gibi bir olgu oluşturdular insan zihninde. Öyle değil, çünkü şeytan kabiliyetsizliğinden kendi hatası sonucunda nefiyden etkilenerek menfi oluyor.
Şimdi meseleye vakıf olanlar, hakim olanlar için bir sorun yok. Maalesef meseleye hakim olmayan avam ve ateistlerde Allah bizi imtihan edip de ne yapacak. Haşa biraz saçma geliyor diye şekva edenler bile oluyor. Ben kendim meseleye hakim olduğum halde nisyandan dolayı benimde aklıma geliyor.
Şimdi ilim, bilim gelişmiş tevhidi artık kimse inkar edemez. Çözüm: Bediüzzaman’ın dediği gibi
1.Evet izzet ve azamet isterler ki; esbab perdedari desti kudret ola aklın nazarında.
2.Tevhid ve ehadiyet isterlerki; esbab ellerini çeksinler tesiri hakikiden.
İkinci şık tamamdır. Kur’an ve Risale-i Nur kusur bırakmamıştır. Ama birinci şık izahat ister. Hz Zerdeşt AS'in felsefe sistemini modern çağa uygun geliştirmek lazım. Bazı çevreler bazı nedenlerden dolayı tepki gösterebilir. Bu onların bileceği.
Şimdi niye Zerdeştliği çağa uygun geliştirmek lazım. Birincisi ben bu düşüncelerimi çoğu zaman Zerdeştliği ve Budizmi de hesaba katarak çözdüm
İkinci olarak çünkü Tevhid ve Ehadiyetin icabı öyle gerektiği için esbap meselesi yüzeysel olarak ele alınmış. Fakat esbablara gelince bunun en doğrusunu Allah bilir. Eee… bizde peygamber değiliz bir şey değiliz bize vahiy gelsin bilelim. Fazla konuşsak sana vahiy geldi de öyle kesin konuşuyorsun demezler mi. Mecburi hazır Zerdeştilik sebepleri açıklamaya müsait bir din iken bütün şeyleri ona yüklemek en doğrusu olur.
Yani esbapları keşfetmek aynı bilim nasıl gelişti onun gibi bir yol izliyerek ancak keşfedilebilir. Mesela bir bilim adamı bir mesele hakkında önce bir varsayımda bulunur. Sonra gözlem, deneme yanılmayla bir kaideye göre bir sonuca varıyor. Ama bir başka sonraki bilim adamı ise aklına o sorudan sonra bir başka soru gelir aklına, o keşifte bulunur. O değilde ona yakın daha orjinalını bulur. Bu olur onun bir üst versiyonu. Ya işte haddimizi bilip böyle kesin konuşmamak lazım. Bunun için bilimi araştırmak lazım; bazı olaylara rastlamak lazım, başımızdan bazı olayların geçmesi lazım ki; en çok ta Allah’ın yardımıyla insan keşfedebilir.
Evet, görüldüğü gibi Allah şeytanları bizzat yaratmıyor. Onlar hali ile tabii olarak oluşuyor. Çünkü ins ve cin ilim iken yani daha önce değindiğimiz gibi bir hayal ve kuruntu iken varlığa meyil edip çıkmak isterken Allah farkına varıyor. Ve onu artık varlığa meyl ettiği için o yanlış düşünceyi düzeltmeye, islah etmeye çalışıyor. Ancak şeytan bir nevi cinlerdendir. Yokluktan çıkarken nefiyden etkileniyor. Tam iyi oluşmuyor. Yani eksik kalıyor. Dolayısıyla tabii olarak şeytan oluyor. Tabi ki ruhu eksik kalıyor, fiziki bedeni değil. Tabi ki kabiliyetsizliğinden dolayı
***
Şimdi dedik ki insan ilim iken daha doğrusu bir hayal ve kuruntu iken; yani abuk subuk şeylerken zihne giriyor ve bunu yol üstündeki bir bağ bostana izinsiz giren hırsız yolculara benzettik. Yani vücut bulmak istiyor. Ve ilk adımını atmış oluyor.
Şimdi bir başka açıdan meseleye bakalım. Dünyada yer yüzünde tek bir devlet olduğunu farz edelim. O devletin yegane ve mağlup olunmaz bir padişahının olduğunu farz edelim. Ve o kralın her şeyi tas tamam olduğunu düşünelim, hiçbir şeye ihtiyacı yok.
Şimdi vücut bulmak isterken ilk adımımızı bir attık ya; yani o ülkeye bir nevi doğduğumuzu farz edelim. Ve bir kimliğe sahip olduk
Ama böyle olmuyor boş durmamak lazım kendimizi geliştirip geçimimizi sağlamak lazım. Çünkü böyle boş durursak tembelleşiriz yoksulluk, cahillik her tarafı alır götürür.
Evet kral bizim gelişmemizi istiyor. Ama bizimde buna istekli olmamız lazım. Ağlamayan bebeğe süt verilmez. Biliyorsun.
Ve nitekim bunun üzerine bir ülkede ne zaman yoksulluk işsizlik baş gösterirse protestolar ve gösteriler oluyor, düzenleniyor. kral da intibaha geliyor; olaya meseleye el atıyor
Peki bu yoksulluğu işsizliği yenmek için ne lazım evvela bilinçlenmemiz lazım, cehaleti yenmemiz lazım. İnsanın tembel kalmaması için onları motive etmek lazım. Bunun için evvela eğitime öğretime önem vermek lazım. Okullar açılması lazım. (Evet bu dünya bir okuldur) . Ve bazı işleri yönetmesi için tecrübeli elemanlara ihtiyaç var ve bunun için imtihanlar düzenlenmeli ve sınavları geçmek lazım. Sınavları geçenler hem madden ve hem manen feraha eriyor, ve bir işe memur oluyor. Sınavı geçmeyenler bir başka bahardaki sınava kalıyor. Sınavı hiç geçmeyenler de hiç olmasa bir tecrübe edinmiş oluyor. Yani varlık yokluktan iyidir. Cehennemde dahi olsa.
İşte bellidir ki nasıl bu dünyada yokluk, yoksulluk, cehalet ve tembellikle mücadele ediyoruz. Ve yoksulluk cehalet ve tembellikte yokluk ve nefiy den geliyor.
Dolayısıyla hayat yokluk ve nefiyle yapılan ve bunların köleleştirilmiş uzantısı olan şeytanla bir mücadeledir. Ve anlattığımız devlet veya sazıman örneğine göre insanlar cennete bazı işlerde kullanılacak; yani Allah’ın bazı işlerinde esbab olacak. Çünkü insan bir işle uğraşmazsa can sıkıntısına uğrar, yani hareketsiz kalmak monoton bir hayat sürmek bizi yokluğa götürüyor. Bunun için cennette de hareket memuriyet şarttır. En azından öyle düşünüyorum.
Bu görüş Allah Zariyat süresinin 56. Ve 57. Ayetlerinde dediği gibi “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.” ayetlerine açıklık getiriyor. Çünkü aslında bu dünyada imtihan oluyor. Öbür dünyada hareket olsun diye bir memuriyete atanacaktır ve bu kulluk demek oluyor.
***
Çok önemli kısa bir not; Allah insana şekil verip ruhundan üflemesinin sebebi (Haşiye: Kur’an’da deniliyor) Allah gibi davranıp hatasını düzeltsin diye. Ve bu cuz-i ihtiyari oluyor.
***
Şimdi kainatta veya ilme baktığımız zaman her şey de bir düzen, nizam ve nizam içinde bir intizam olduğu görünüyor. Yani her şey de akıl dolu işler olduğu görülüyor. Bunun izahatını Kur’an’a ve Risale-i Nura ve gelişmiş bilime havale edip burada şunu deriz ki, bir yerde görülen örneğin su sızıntısını büyük bir havuzdan geldiği aşikardır. Yani görülen düzen ve nizam bir akıldan geliyor. Ve O Aklın Efendisidir.
İşte bu Zerdeşlik bir tesadüf değildir. Çünkü Ahura Mazda demek Aklın Efendisi demektir. Ahura: Güneş gibi özgür Ağa demektir. Günümüz Kürtçe ve Farsçada halen yaygın olarak kullanılıyor. Farslar hitap ederken Ağa diye sesleniyor.
Mazda ise Kürdçe de mezin yani büyük birde mêjî yani beyin, akıl demektir. Z harfi farsça kelimelerde yaygın kullanılırken Kürtçede bükülerek J olarak telaffuz edilir.
Ehriman: Angra Mainyu kelimesi ise angra Kürtçede (dıengıre) kelimesini çağrıştırıyor; yani tembellik edip iş yapmıyan, varlıkların hareket kabiliyetini kısan, hayır yapmayıp ücret vermeyen demektir. Dı: -yor ekidir. Şimdiki zaman kipinin ekidir. Ayrıca Angora kelimesinin kökü gır veya grift ( tutma ) kelimesidir. Yani kısma manasında tutmadır.
Angıre kelimesinin bükülmüş hali Yunancada Angarya kelimesiyle aynıdır. Yani ücretsiz yapılan iş demektir.Yunanca ve Avesta dilleri Hint-Avrupa dil ailesinden olduğu içindir.
Mainyu kelimesi günümüz Kürtçe ve Farsçadaki karşılığı olan –man, (eden,yapan) Farsça; -min, Kürtçe ekidir. Örneğin Müslüman kelimesi Arapçada Müslim kelimesinin Farsçaya uyarlanmış halidir. İngilizcede Man:Adam kelimesi dikkat çekicidir. Ve Ahura Mazda: Hürmüz mutlak Allah’tır. Daha önce değinmiştik Allah’ın bir ismi El-Cami'dur. Yani iyi ve kötüyü bir arada bulundurup kötüyü islah edip iyileştiriyor. Ehriman ise aşağıdada değineceğiz mutlak yokluk değilde Ademi Harici veya nefiydir. Bir ilmi muhitin içindedir. İlmi muhitin dışında bir yer yok ki oraya atılsın. Ve bu Zerdeştideki iyi ve kötünün, aydınlık güçler ile karanlık güçlerin mücadelesidir.
Angri Mainyudan yani yokluktan Spenta Mainyuya vücuda doğru bir meyil var Spenta Kürtçe ve Farsçada Aydınlık demektir. Burada aydınlık yani açığa çıkma vücut bulmak demek oluyor.
Şimdi meselenin daha iyi anlaşılması için Risale-i Nurdan bir iki alıntı alalım.
Hikmetü’l-isriaze Dördüncü İşaret
Adem şerr-i mahz, ve vucud hayr-ı mahz olduğunu ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişlerdir. Evet ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehasin ve kemalat, vücuda istinad eder. Ve ona raci olur. Süreten menfi ve ademi de olsalar esası subutidir. Ve vucudidir. Dalalat ve şer ve müsibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinlerin esası mayesi ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik ademden geliyor. Çendan süret-i zahiride müsbet ve vucudide görünseler asası ademdir ve nefiydir.
Hem bilmüşahede sabittir ki bina gibi bir şeyin vücudu bütün eczasının mevcudiyeti ile tekarrur eder. Halbuki harabiyeti ve ademi ve in’ıdamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücut, her halde mevcut bir illet ister. Muhakkat bir sebebe istinat eder. Adem ise ademi şeylere istinat edebilir. Ademi bir şey madum bir şeye illet olur.
İşte bu iki kaideye binaendirki, şeytani ins ve cinni kainattaki müthiş asar-ı tahripkaranelerini ve enva-i küfür ve dalalet ve şer ve mehaliki yaptıkları halde zerre miktar icada ve hılkate müdahaleleri olmadığı gibi mülk-ü ilahide bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kuvvetle o işleri yapmıyorlar. Belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yapmamakla şerleri yapıyorlar yani şerler oluyorlar. Mehalik ve şer tahribat nevinden olduğu için illetleri, mevcut bir iktidar ve fail bir icat olmak lazım değildir. Belki bir Emr-i ademi ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat oluyor.
İşte bu sır Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki kainata“Yezdan” namıyla bir halıkı hayr; diğeri “Ehriman” namıyla bir halıkı şer itikat etmişlerdir. Halbuku onların Ehriman dedikleri mevcut ilahi şer bir cüz-i ihtiyari ile ve icadsız bir kesple şerlere sebebiyet veren malum şeytandır
İşe bu kadar hakikat varken zerdeşlık batıl bir din olamaz Zerdeştide mutlak Allah inancı varken sonraki din adamları; bunlara Mecusi denilir. Bunlar üstadın dediği sırrı kavrıyamamışlar. Şeytanda yokluk ve nefiyden etkilenerek onların esiri olmuş ve yokluk ve nefiyin vekilliğine soyunmuş.
Burada şunu deriz ki üstatda bu anlattığımız şeylere binaen daha önce anlattğımız kelime tahlilinden yola çıkarak bu sonuca ulaşmıştır. Çünkü mevcut bilgilerden hareket ederek yeni teşhislerde bulunur.
Risale-i nurdan dediğimizi doğrulayan bir alıntı daha alalım.
Aynen öylede cinni ve insi şeytanlar ve müzir maddeleri umuru şerriyede ve adamiyede istimalleri dahi, yine kudreti süphaniyeyi gadırdan ve haksız ve itirazlardan ve şekvalara hedef olmaktan kurtarmak ve takdis ve tesbihatı Rabbaniyede ve kainattaki bütün küsurattan Müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar. Çünkü, bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan-ki birer ademdirler- ve vücudu olmayan ademi fiillerden geliyor bu şeytani ve şerli perdeler o küsurata merci olup itiraz ve şekvaları bir istihkak kendine alarak cenabı hakkın takdisine vesile oluyorlar. Zaten şerli ve ademli, tahripçi işlerde kuvvet ve iktidar lazım değildir. Az bir fiil ve cüzi bir kuvvet belki vazifesini yapmamakla bazen büyük ademler ve bozulmaklar oluyor. O şerli failler muktedir zannedilirler. Halbuki ademden başka bir tesirleri ve cüz-i bir kesbten hariç bir kuvvetleri yoktur. Fakat, o şerler ademden geldiklerinden o şerliler hakiki faildirler. Bir istihkak eğer zişuur ise cezayı çekerler. Demek seyiatta o fenalar faildirler. Fakat hasaneler ve hayırlarda ve ameli salihte vücud olmasından o iyiler hakiki fail ve müessir değiller. Belki kabildirler. Feyz-i ilahiyi kabul ederler ve mükafatları dahi sırf bir fazlı ilahidir diye Kur-an-ı hekim “Sana bir iyilik dokunursa Allah’tan ve dokunursa bir seyyiat nefsindendir” ferman eder. (Nisa Süresi 79)
***
Şimdi şeytan kaybettikten sonra, nefiy olduktan sonra Allah onu lanetledi. Şeytan lanetlendiğini anlayınca bu durumu apaçık bir imtihan olarak görüyor. Fakat bunu belkide Allah bir şeytan seçmek istiyor deyip o zaman onun ne günahı olur diye ferasetsizliğinden o zaman bende Allah'ın izzet ve azametini takdis etmek için dünyanın çirkin görünen yüzüne esbab olup, perde olurum deyip, şeytanlık bana mı kalmış demeyip son çare olarak insanlarla mücadele etme yolunu seçiyor. Çünkü şeytan özrünü dilemeyi yapısı gereği uygun bulmuyor. Ve özrünü dilemekle kurtuluşa ereceğini sanmiyor. Belkide ben daha üstünüm, diyor. Oysaki özrünü dileyen kurtuluşa erir.Dolayısıyla şeytanlar halen imtihandadırlar. Ve Allah’tan kiyamet gününe kadar insanla eşit şartlar altında bir mücadele sahasını açmayi diliyor. Mühlet istiyor. Allah mühlet senindir diyor.
Bu İslami Zerdeşti yorumuna göre çok teçhizatlı donanımlı birine karşı o kadar büyüklük sahibiysen benimle normal şarlar altında mücadele et diye meydan okumaya benzetilebilir. Ama aslında Allah mücadele atmiyor şeytanla. Nefiyle mücadele ediyor o ayrı mesele. İnsan mücadele ediyor ve insan işlerini Allah’a tevekkül etmesi lazım, tevekkül edince dolayısıyla Allah’ta komutanlık ediyor. Şeytana karşı insanın yanında. Aynı zamanda hakemdirde.
Ve Allah’ta biliyor ki büyüklüğü gereği örneğin bir boks maçındaki gibi düştüğü zaman saydığı gibi mühlet vermesi gerektiğini biliyor. Ve şeytanda bunu muhakkak isteyecektir. Ve dolayısıyla artık bu mücadele bir anlaşmaya dönüşecektir.
Ve şeytan diyebilir senin kulun olan Ademoğluna benim dediğim şeyleri (örneğin müsibet olabilir) getireceksin filan zamana kadar veya belli bir aşamaya getirinceye kadar. Çünkü Allah hiçbir kuluna kaldıramayacağı yükü yükletmez Kur’an’ da buna dair ayetler vardır. Ve başına getireceksin dayanabilirse kurtuluşa erecektir
Ve Allah’ın da istekleri olacaktır mesela ben ona şu nimetleri verirsem veya ona şu ayetlerimi gösterirsem olur ve diyecektir.
Şimdi durum böyleyken insanın aklına insanlar arasında oynanan mücadele oyunlarını getiriyor. Bu sporda olabilir dama ve satranç gibi oyunlarda olabilir. Geliyor ama nasıl? Şimdi bunu yorumlamak önemlidir. Aynı rüya tabirleri gibi; yani atılan hamleler, ataklar, alınan sayılar ne anlama geliyor ona bakmak lazım.
Diğer oyunları henüz düşünmedim ama bu dama oyununda sanki bir hakikat var gibime geliyor.
Şimdi reng, dil, ırk ayrımı yoksa ki yoktur, o zaman dama misal olarak verilebilir. Çünkü mesela insanın zenci mi doğacağı, beyaz mı? Yoksa hangi ırktan olacağı, doğuştan olacak hastalıkları Allah ilk etapta seçemez. Bunu nefiy ve şeytanla olan mücadelesine bırakır. Çünkü Kur'an'da yüce Allah buyuruyor ki sana bir iyilik dokunursa Allah'tan ve dokunursa bir kötülük bil ki sendendir. (Nisa Süresi 79. ayet). Evet, dama da taşlar diziliyor hiç beklemediğin taşta yutulabiliyor. İnsanın şeytanla oynadığı oyunda, taşlar, insanın özellikleri veya fonksiyonları vb. gibi şeylerdir. Ruh sahibi dünyevi şeylerden vaz geçmişte olabilir. Kimsede suç bulmamak lazım.Çünkü hayal ve kuruntuya ruh verilirken kuruntusu olan iradesiyle baş etmesi için ona vicdan vermek lazım. Bunun için iyi ve kötüyü ilham edince nefiy ve şeytanla imtihan olunuyor. Hata yaptığı zaman uyandırmak için azap olunuyor. Böylece aşı olunuyor. Onun için doğuştan bazıları iyi, bazıları kötü huyludur. Ama dünyada iyiler iyi yanlarını değerlendirmezse ve kötüler kendini aşı ederse durum tersine değişir. Her şey cüz-i ihtiyarını iyi kullanmasına bağlı
Şimdi taşlar diziliyor, hangi taşın nerede olduğu önemli değil.Çünkü bütün insanlar suçludur. Hangi taş yutulsa önemli değil, o cazasını çeker. Fakat Allah her şeyin yaratıcısı ve dolayısıyla şeytanında yaratıcısı olduğu için onun ne düşüneceğini bilir. Biz yeteri tevekkülü sağladıktan sonra o herşeyin üstesinden gelebileceği için istese o taşı kurtarır. Nasıl mı? O taşın yerine karşı taraftan bir taş alırsa mesele kalmaz, o taş kurtulmuş sayılır, bir nevi şehittir. Ve hangi taş, taş yutsa önemi yoktur. Başarı yolu herkese, her fonksiyona açıktır.
Şimdi taş verip taş alma durumuna gelelim şöyle yorumlanır. Yani insanın gidecek bir şeyi varsa önemsiz bir şeyi varsa onu vermeli, değerli şeyleri almalı. Veya büyük tehlikeleri bertaraf etmeli. Bu önemsiz şeyler dünyevi şeylerdir. Varsın maddi zarar olsun zenginlik olmasın, evlilik olmasın. Ama haysiyetimiz şerefimiz heba olmasın, bu fani dünya için günaha girmeyelim. Nitekim damada bir taş veya taşlar verip bir veya birden fazla taşlar alınır. Hatta damaya da gidilir.
Şimdi şeytanın taş verip taş alma durumuna gelelim. İşte dikkatli olmak lazım, şeytan mal, mülk,servet, şehvi lezzet ve lezzetli taamlarla insana peşkeş çekebilir insanı tuzağa düşürüp dünyasını ve hem ahiretiyle oynayabilir.
Şimdi akla şöyle gelebilir. O damaya giden taş çok önemli bir taştır. Veya insanın karekterleri ve özellikleri için önemli bir meziyettir. Veya o çok nemli bir insandır. Hayır. Durum böyle değil. Çünkü damada bazı taşların konumu her şeye bedeldir. Damaya giden onun sayesinde gider ve oyuncu taşın konumuna göre kazanır. Bunun için taşları iyi konumlandırmak önemlidir.
Mesela insan için bir mevkiye geldin. Söz sahibi oldun, herkes sözlerini değerledirmeye alıyor. Aslında sözlerin hiçbir önemi yok. Çünkü sen o öneme cesaretin ve dürüstlüğün sayesinde gelmiş olabilirsin ama fikirlerin öne çıkıyor. Şimdi önem hangisinde; elbette cesarette ve dürüstlüktedir.
Mesela bir savaşta gerçi komutan önemlidir. Ama her bir askerin özel bir cabası bambaşkadır. Vesselam
Şimdi bu oyunu şeytana karşı herkes bir nevi oynuyor. Ve bu oyun insanların genelinde bazı etkiler yapabilir. Çünkü bazılarının hatası onunla ilişkili bazılarını etliliyebilir. Ahura Mazda komutanlık ediyor. O kerimdir.
Bunun çok önemli örneklerinden birisi; mesela hırsızların elinin kesilmesi ve peygamberimizin çok evliliği yapılması aslında o kadar şart değilken; benim görüşüme göre İslamiyet hayata geçirildiği için muazzam hakikatlar ortaya atılıyordu. Eee bütün hakikatler ortaya atılsa şeytan ne halt eder. İşte şeytan insanlara vesvese vermesi için Allah’tan bir fırsat istemiş. Allah’ta büyüklüğü gereği hem ona fırsat olsun diye hem de bazı faydalar için ve hem hakikat olduğu için kabul etmiştir.
Evet hırsızlık yapan, elinin kesileceğini bilen birisi olağan üstü durumlar haricinde böyle bir işe girişmez. Çok evliliğin olağan üstü durumlarda faydasının olduğu herkes biliyor. Ama bunlar münafıklara vesvese veriyor oda ayrı.
Çünkü yüzde yüz verim yok, varsa da görülmemiş bir şeydir.
***
Şimdi şeytanın niye böyle bir çabaya girişiyor ona gelelim. Bilindiği gibi cinler adı üstunde cindir, şeyt fikirlidir. İfrit en azılı cinlerdendır. İfritler içerisinde şeytanda artık şeytlığın son halidir. O kadar hızlıdır ki bir anda görev alanının her yerindedir. Buna rağmen insan kadar doğruyu bulamıyor. Çünkü hızlı haraket eden, çabuk düşünen (acele işe şeytan karışır misalı) daha çok hata yapar. Doğruyu hep büyük insanlardan ders çıkararak öğreniyor. Fakat tabiatı gereği aklında hep yeni sorunlar oluşur. Tek yanlız Allah'tır. Onun neslinden imana gelende vardır.
Şimdi şeytan bilindiği gibi Adem’e secde etmedi. İnsanların büyük çoğunluğunu yoldan çıkarabileceğine güvenerek hem haklı olduğunu göstermek; hem de mesela ben düşündüm ki Allah başıma ne getirse razıyım dedim. Aklıma, çok kötü bir şey getirsede mi, acaba? Derken aklıma acaba haşa Allah’tan kurtulmanın bir yolu yok mu, diye düşünürken; işte şeytan da böyle bir şey düşünüyor. Diye aklıma geldi.
İşte büyük ihtimalle İslami Zerdeşti görüşüne göre, şeytan insanları yoldan çıkarıp cehennemde kendine esir köle yapacak. Cehennemde de oranın durumuna göre tekrar imtihan olacak. Ve Allah’ın da rahmeti sonsuz olduğuna göre bazı insanların iyi tarafından dolayı kurtarmak isterken, şeytanda imtihanı geçmeden olmaz, diyecek. Madem onları kurtarıyorsun, benim neyim var. O zaman bana da hidayet ver diye isteyecektir. Böylelikle oda kendine öyle bir yol arıyor. İşte Allah'ın ilminde akla gelebilecek her şey var. O her şeydır. Nefyde var. Şeytan nefyden etkileniyor. Yani şimdiye kadar ki klasik anlayışta Allah şeytanı imtihan olsun diye bizzat yaratmiyor.
***
Şimdi daha önce belki aklımız ermedi olasılık olabilir demiştik.
Şimdi kainatta nefiyin emareleri görünüyor. Bu nefiy yokluktan geliyor. Ama mutlak yokluk yok oda ayrı. Çünkü onun ilmi muhitinin dışında bir yer yok ki oraya atılsın ve bulunsun.
Şimdi madde yokluktan çıkarken demek ki nefiy olumsuz etki ediyor. Yani olumsuzlaştırmaya sebebiyet veriyor. Allah (cc) ise o olumsuzlukları düzeltip tertip ediyor. Anlamlı sonuçlar çıkarıyor. Yani, Allah olumsuzluk durumlarını kendi lehine çeviriyor. Ki görüyoruz ki her şey bir düzen ve nizam içindedir. Kur’an’da da diyor ki. “Çevir gözünü bak bir futur; yani çatlaklık düzensizlik var mı? Tekrar tekrar bak, göz yorgun bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Süresi 3. 4. ayet)
Şimdi İslami Zerdeşti yorumuna göre; Allah günah saymaz inşallah. Çünkü bir olaya veya duruma, bir örneğe benzetmek lazım.
Şimdi bunu iki kişinin tavla oynamasına benzetirsek, bir yandan normal birisi oynarken, bir taraftan muazzam bir zeka ve ilme sahip birini düşünelim ki Allah’ın ilmi sonsuzdur. Her şeye kadirdir. Ol der oluveriyor.
Şimdi ne olur. Birisi (yani nefiy) kendi şansına göre zar atar, ona göre oynar. Diğeri ise; yani Allah’ı kast ediyoruz. Onun nasıl zar atacağını hem bilir. Zarı kendi lehine çevirebilir. Ve kendisi zar atarken onu kendi lehine de çevire bilir. Ve ona göre de en mükemmel bir şekilde de oynar. Ve dediğimiz gibi kainatta da korunum kanunu vardır. Örneğin sabit bir enerji var elimizde. O enerji kendi için de bir kısmı potansiyel ve bir kısmı da kinetik enerjiye dönüp durabilir. Bu sabit enerjiyi değiştiremez. Zayı olan enerjiyi ihmal ediyoruz.
Yani Allah her şeyi belli bir miktara göre belirliyor. Her şey ona göre gidiyor veya devir daim oluyor.
Şimdi olasılık varsa da niçin var olmalıdır. Çünkü, olasılıkla, tesadüfle ancak Allah üstesinden gelebilir. Ki öyle olmalıdır. Çünkü olasılığa tesadüfe yol açan bir şey yoksa herkes belli bir ilme, teknolojiye sahip olursa Allah gibi icat etme ihtimali olur. Demek ki olasılık ve tesadüfe yol açan nefiy gibi bir şey olacak ki kimse Allah’ı geçemesin.
İşte insanoğlu olasılıkla, tesadüfle baş etmenin en azından, bir dereceye kadar üstesinden gelirse bazı araçlar, cihazlar yapmasını becerebilir.
Yani demek ki nefiy olsun, şeytan olsun, inadından dolayı bilmeyerek Allah’ın hamallığını yapıyor. Allah’ın tesiri hakikisine perde ve esbab oluyor. Bu birilerinin ekmeğine birilerinin yağ sürmesi gibi bir şey.
***
Şimdi çalışmalarımızın genel bir özetini yapalım.
İslami Zerdeşti yorumuna göre demek ki bir özel ve klasik durum vardır. Birde kuantumsal ve genel durum vardır.
Bilimin temeli olan fizik dikkate alınırsa; çünkü, fizik doğa ilmi demek ve her şey fizikle başlar.
Şimdi fiziğin tarihsel gelişimini bakılırsa 1900’lu yıllardan önce fizik klasik boyutta iken 1900’lu yılardan sonra Kuantum fiziğine veya modern fiziğe geçmiştir. Tam da üstadımızın çalışmalarına denk geliyor.
Anladım ki ne İbrahimi dinler öyle salt olarak Allah bizi ve şeytanı yaratmış ve bizi şeytanla imtihan ediyor gibi algı değil.
Ve nede Zerdeştî öyle birbirinden ayrı iki ilah düalizmi değil.
Ve nede Budistlik öyle anlatıldığı gibi eski salt düşüncelerden ibaret değil. Çünkü, Budistlik akla mantığa dayanıyorsa modern çağa ayak uydurulmalı. Hz İsa AS mın bana söylediği tabirle, Buda yani bu da sayılır, gibi Türkçe de çok güzel bir anlama geliyor. Ayrıca Avesta dillerinde Sanskıripçeye yakınlığı nedeniyle "olma" anlamındadır.
Demek ki ışık diğeceğim çünkü, din, inanç insana ışık tutuyor. Işık bazı durumlarda tanecik ve bazı durumlarda dalga şeklinde davranmayıp dalga şeklinde tanecik gibi davranır.
Aynen bunun gibi dinleri birleştirerek; dini inanç, tek bir ilahtan ve onun ilminden, kaynağı ve mahiyeti her ne olursa olsun kabiliyetsizliğinden ve henüz tam bilinmiyen serbest olumlu ve olumsuz hayal ve kuruntulardan, aşk şevkle zuhur edip ve Allah tarafından abuk subuk bilinip onları kendi hayırları için ıslah etmeye çalışan bir ilah. Ve düzeltirken yani yokluktan çıkarırken, vucud-u ilmine perde olan Adem-i Hariciye yani Nefiye maruz kalıyor. Allah’ında yardımıyla mücadele ede ede imtihan oluyor. Ameline göre cezasını ve mükafatını alıyor.
Yani demek ki bilim makro alemden mikro aleme olayların derinine geçerken ve buna paralel insanı küfre götürecek yanlış anlaşılmalar oluyor. Ve din adamları da Allah’ın inayetiyle dini tecdid ediyorlar.
***
Şimdi meselenin daha iyi anlaşılması için bazı kısa ek bilgiler verelim.
Ahura Mazda Aklın Efendisi olup düşünce, his gibi olgular projektör gibi nasıl tayy ediyorsa, Atom gibi bir tüm olup, hertımdır.
Şimdi mantıkta her şey var. En adi şeyde var, tek ve eşi benzeri olmayan, her şeyi tamamliyan onlara çatı vazifesini gören bir şeyde olmalı, Oda Allah'tır. Allah'ın bir beyin ve ona eşlik eden bir kalpten oluştuğu kesindir. O kadar hızlıdır ki bir anda her yerde görülüyor. Bu yüzden zaman ve mekandan münezzeh oluyor. Zaman ve mekandan münezzeh olduğu içinde Allah'ın bir başlangıcı olmuyor. Yani bir şeyin bir başlangıcı yani sonradan ortaya çıkmış olması için zaman ve mekan mefhumuna tabi olması lazım. İnsanlar nasıl sensörler, dedektörler ve indüktörler vasıtasila kapalı sistemlerin içine nufuz edebilir ve ordan bazı algılar alabiliyorsa Allah u Teala bunlardan daha gelişmiş vasıtalarla müsayit olmayan mekanlara nufuz eder. Herşey Onun ilmi muhitinin içindedir. İlmi muhitinin dışına çıkılamadığı için her şeyi kuşatıyor. Diğer mahluklar Allah'a nisbeten izafi (göreceli) olduğu için duruma göre zaman mefhumu işleniyor. Şeytanlar meleklerden sonra Ondan bir adım geridedir, diye düşünüyorum. Buna rağmen insan kadar iyi akıl edemiyor.
İşte insan evhamlanınca beyinde nefiy oluşur. Dolayısiyla mekanizmada sorunlar oluşur. Hummalı çalışma yürütülür. Sorunlar giderilir. Anlayınca aşı olunuyor. Rıhatlanıp pozitif enerji ile dolunuyor. Bu olay hep böyle devam ediyor. Teşpihte hata olmasın Allah'ta böyle evhamlanıp kuruntu görüyor. Kuruntuyu çözünce anlıyor. (Her şeyin mukadderatını çözüyor.) Bir bilgiye sahip oluyor. Bilgi hayallerde değerlendiriliyor. Her şeyin kaderini çiziyor. Yaratmak için uygulamaya geçiyor.
İşte her bir kuruntu ve hayalde yeni Alemler yeni boyutlar ortaya çıkıyor. Örneğin Madde Alemi, Cin Alemi, İnsan Alemi, Melek Alemi; boyutlarıda örneğin normal bizim gördüğümüz boyut, Anti madde boyutu, Negatif kütle boyutu gibi örnekler verilebilir. Ve bu Alem ve boyutlar sonsuzlardır. Bir biri içinde alemler ve boyutlar vardır.
Her bir hayal ve kuruntuda yeni bir ruh oluşur. Her şeyin bir ruhu vardır. Maddenin bile ruhu vardır. Bakmayın böyle cansız dediklerine. Çünkü madde cezbdedir. Titreşim hareketi yapıyor. Zaten String (sicim) teorisine göre her şey Allah’ı zikir ediyor. Çünkü ayrı ayrı sicimler ayı ayrı titreşerek bir müzik orkestrası gibi bir aheng oluşturarak Allah’ı zikir ediyorlar. Ama Allah’ın Hz.İsa AS olduğunu söyleyen ses vasıtasıyla bana dediğine göre String teorisi tam doğru değildir. Bu gene bir müzik orkestrasıdır ama başka bir şey diye buyurdu. Allah kimseyi hazıra koymak istemediği için Hz İsa AS ile sohbetim esnasında bunun sicim yerine ne olabilir diye sormak aklıma gelmedi. Ama tam doğru olmamak kaydiyle denilebilir ki, evet sicim olamaz. Çünkü en küçük parçacıkta ışık hızında hareket etmesi lazım. Bu parçacığın hızını azaltıcı yönde etki eder. Ama bunun noktasal, küresel, delikli yapıda olması daha mantıklıdır. Niye delikli, çünkü her parçacık ayrı ayrı frekansta titreşir. Bir fülütün sekiz deliğinin her biri bir notayı temsil eder. Aynen bunun gibi parçacıklarda sekiz ve sekizin katları şeklinde delikli yapıda olabilir. Böylece parçacığa çarpan dalgalar bu sayede ayrı ayrı frekansta titreştirir. Parçacığın boyutları da olur olmaz oda ayrı mesele.
Bu arada parçacıkların artı ve eksi yüklü olmalarıda şöyle açıklanabilir. Şimdi nasıl ki insanın beden libasınını giymiş bir ruhu varsa, parçacığın da madde libasınını giymiş bir meleği vardır. Bu meleklerin artı ve eksi yöndeki spinli zikirleri parçacığın birisini etrafında toplayicı diğerini dağıtıcı etki yaparak parçacıkların artı ve eksi yüklenmesine neden olur. Tabi ki parçacıklar örneğin elektron atomun yörüngesinde maddesel olarak ters yönlerde dönerler. Ama meleklerin spinleri ruhsal boyutta olduğu için maddi boyuttaki spinlere bir etkisi olmuyor.
Madde için ilginç bir tabir daha; madde cezbdedir. Çezbde olan birisine biri karışsa (Yani Atam parçalandığı zaman) Atam bombası gibi patlak verir. Elektronların birbiriyle etkileşimi ise cezbde olanların el ele verip zikir yapmasına benzetilebilir.
Şimdi madde en olumlu ruh yapısıdır. İşi gücü zikirdir. Maddeden ışık yani ziya; ziya yana yana, ışına ışına nur oluyor. Nur en olumlu haldir. Zaten bütün ruhlar sonsuz nur olmaya doğru yol alıyor. Cennette dahi memuriyet olacak; terfi ola ola terakki edip sonsuz nur olacaklar. Tabiki inanmayanlar kendisinden inançlı olanlara nazaran önce cehennemde sonra cennette hepsinden geride takip edecekler. Nitekim genel olarak ahiret alemini anlatmakta olan İnşikak suresi 19. Ayette "Şuphesiz tabakadan tabakaya geçeceksiniz." diye buyurmuştur. İşte herkesten geride olmak insana zor geldiği için daima kendilerini cehennemde hissedecekler. Böylece Allah'ın kafirler ebedi cehennemliktir sözü doğrulanmış oluyor.
Şimdi Allah cinleri ve insanları hepsini birlikte (tabi ki ayrı ayrı) bir kuruntu olarak görüyor. Bunda bir pasiflik görüyor. Tabi ki gevezelik ve müzürlukta bir nevi pasifliktir. Aktiflik akli selimliktir. Her batıl şeyde bir hakikat olması münasebetiyle ve "Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım." Hadisınin sırrınca gerek peygamberler, özellikle peygamber efendimiz, gerek evliyalar hürmetine bunları değerlendirip bir Aksiyon filmi gibi bir seneryoya dönüştürüp o kuruntusunu düzeltmek istiyor. Tabi ki Allah burda illada mecburi kuruntusunu düzeltmek istemiyor. İstese kafasına takmaz. Ama o kuruntu halinde olan ruhlar bir aşk şevkle zuhur etmek istiyor. Allah’ta büyüklüğü icabı bunu düzeltiyor.
Ve Aksiyon filminin başrolleri oluyor. Filimde nerede bir pasiflik varsa oraya bir iyi aktör yani peygamber veya evliya gönderiyor. İnsanların feryadına göre iyi çocuk nasip ediyor. Tabi ki çok iyileri çok kötülerde sarf etmiyor. Çok kötü ruhlarıda çok iyilerin şanında leke sürmüyor. İşte ruhlar bazılarının dediği gibi ceninin beyninde kendi oluşuyor fikri yanlıştır. Kuruntuyu Allah görüyor. Kendisi için hayırlı olan anne ve babadan uygun memlekette gönderiyor. İşte bu şekilde ruhlar karışık yaratılarak birbirinden etkilenip feyz alsınlar diyedir. Herkesin bir faydası vardır. İşte hangi Anne ve Babadan doğsak onlara borçluyuz. Çünkü bu hayatı biz istedik ve onların vasıtasıyla bu dünyaya göz açtık. Ne kadar itaat edilse azdır.
Şimdi en olumlu hayal madde dedik. Sonra bitki sonra hayvanlar geliyor. Niye hayvan çünkü üstadın dediği gibi ne geçmişin elemini çekiyor. Nede geleceğin korkularını taşıyor. Lezzetini tam alıyor. İnsanoğlu tam tersidir. Şimdi bütün varlıklar imtihandadırlar. Şeytanlar musallat olmasada nefy var ondan etkileniyorlar. Çünkü imtihan olup terakki olmazsa Allah bu kararsız dünyada eziyet çektirip boşuna niye heba etsin. Tabi ki imtihan ve terakki vardır. Fakat bu varlıklarda derece farkı çok azdır.
Cin ve insanlarınki ise hayalden ziyade kuruntudur. Kuruntuların işleri uzundur. Cinler insanlardan daha olumludur. Evet madde en olumludur. Çünkü her bir madde parçasına bir melek eşlik eder. Bitkilerde şuur, can yani ruh cevheri vardır. Çünkü süslenerek nazarları kendine celb ederek onlarda ebediyet bulmak istiyor. Hayvan ise hayal ile kuruntu karışımı bir şeydir. Bu yüzden hayvanların sevimlileri var, sevimsizleri de vardır.
Durum böyle iken olumlu ruhlardan olumsuz ruhlara doğru imtihan gittikçe zorlaşır. Fakat bu haliyle olumsuz ruhlar imtihanı geçerse en olumlu ruhtan bile daha olumlu olur cennete girer. İmtihanı geçmeyen ise en aşağı mertebeye düşüyor. Melekler için ise hiç bir şey sorun değildir. Her şeyde terakkiyat var olduğu için herkes gibi onlarda terakki ediyor. İşte örneğin insan daha çok akıl sahibidir diye insan her şeyden daha şanslıdır dememek lazım. Çünkü insan akıllı ise örneğin cinlerde zekidir. Kımi varlıklar ateş gibidir, kimisi torak, kimi su ve kimiside hava gibidir. Şeytan gibi ben ateşten O balçıktan yani topraktandır dememek lazım. Çünkü heresinin bir vazifesi var ve heresi bir işe yariyor. Bir birisiz olamazlar. Dolayısıyla her şey bir birini tamamliyorlar. İşte Peygamberimiz Hz Muhammed'in (SAV) buyurduğu gibi Arabın Arap olmayandan bir üstünlüğü yoktur. Yani üstünlük ırktadır, akıldadır veya zekadadır vb demiyor. Üstünlük takvadadır yani hatalardan sakınmaktadır. Ve ruhun desenini en çok etkiliyen kalbtır. Akıl zekasını kalbine göre değerlendiriyor eger kalbi iyi ise kabiliyetine göre akıllı veya ahmak oluyor. Böylelikle her şey halinden memnundur. Ondan gelen her şey güzeldir.
Şimdi gelelim ruhun özelliklerine. Ruh hassaları irade, cüz-i ihtiyari ve vicdandır. Hayal ve kuruntusu oluyor iradesi. Çünkü irade bir sıfattır. Onun şe’ni böyle bir işi görmektir. Ve Allah kendisini yönetmesi için bir cüz-i ihtiyari; yani seçim, tercih hakkı veriyor. Tabi ki bu olumsuz kuruntuyla baş etmesi imkansız. Ne yapması lazım biraz iyi meyil yani vicdan verecek ki hayaliyle baş etsin. Bunuda iyi ile kötüyü ilham ettirerek yani aşılattırarak yapiyor. İşte vicdan Allah’a bağlıdır. İşini Allah’a tevekkül eden her kul Allah onun vicdanını arttırır. Asileri Allah lanetler, vicdansız kılar.
Şimdi Allah insanı hiç imtihan etmeden de kuruntusunu düzeltip temize çıkarabilir. Ama bu her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Subhan Allah’a aykırıdır. Mantıken hazır muzur iken cezasını çeke çeke temize çıkması daha uygundur. Çünkü düşünsene biz hatalı kullar ne hatalar ediyoruz. Yeter artık bizim yaramazlıklarımız.
Aslında Allah ilk etapta bunu denedi. Fakat varlıklar arasında ast üst oluşturmak için şeytana Ademe secde etmesini istedi. Fakat şeytan buna itiraz etti. Haliyle bir imtihan dünyası açılı verdi. Yani Allah itiraz edeceğimizi bildiği için bu imtihan dünyasını oluşturdu. Böylece insanlardaki şefkat, merhamet, adalet, sevgi, saygı vb olguların gelişimi de sağlanmış oluyor.
Bilindiği gibi ruhlar yoktan yaratılırken tam iyi oluşmuyor. Eksik kalıyor. Cüz-i ihtiyari ve vicdanı sayesinde artık kendi kuruntusu olan iradesini yönete yönete olgunlaştırıyor bir olgun meyve haline geliyor.
Anlamlı bir desen kurduktan sonra Allah'ta bunu bir pırlantaya çevirmek istiyor. Bunun için örneğin nasıl ki elması kristal yapıda tutmak için, bunu çok çok yüksek basınç ve sıcaklıklara maruz bırakılarak bunu bir pırlantaya dönüştürüyor. Aynen öylede ruhun desenini çeşitli müsibetlerle, zahmetlerle pişirip bir pırlanta gibi yapiyor. Evet şeytanın dürtüleri her zaman olur. Eğer hiç bir günah işlemezsen hiç bir ceza ile karşılaşmazsın. Fakat hatasız kul olmaz. Peygamberler bile hata yapmışlardır. Dikkat edin hata diyorum günah demiyorum. Çünkü Peygamberler ismet vasfiyla vasıflıdır. İmtihanın en şiddetlisine maruz kalan manen büyük zatlar ve peygamberlerdir. Peki nasıl oluyorda peygamberler masum oldukları halde bu muameleye maruz kalıyorlar. Çünkü bir yüzde yüz olumsuzluklardan arınmak var; birde normal arınmak var. Herkes derecesine göre arınıyor. Onun için Allah Bakara süresi 155. Ayette ferman etmişki, " Hiç şüphesizki sizi biraz korku biraz açlık ve mallardan, nefisleriniden, ürünlerinizden eksilterek sizleri sınayacağız." Böylece geçmiş hata ve günahlarının kefaretini de ödemiş olur. Dolayısıyla ahirete ter temiz varacaklar. Fakat kafirlerin ahireti zaten zillettir. Dünyaları ise zehir olmuşlar kendilerinde değillerdir. İşte ne kadar ibadet yapılırsa ve Allah yolunda ne kadar zahmet çekilirse ruh yapısı o kadar kararlılık gösterir. Bu birincisi ikinci olarakta, ibadet aynı zamanda vucut sağlığı içinde çok iyidir. Ben kendim yaşanılan tecrubeler sonucunda namaz aynı zamanda Budistlerin özeliklede Ch'an/Zen Bunistlerinin yaptığı meditasyon gibi bir meditasyon olduğu için Namaza başlarken ve ruk'u ve secdeye kapanırken bir ve kalkma esnasında da ve selam verilirken normal bir nefes alıp vererek yapılması, solunum bünyeye taze enerji sağladığı için ibadetlere metenet ve sebat veriyor. Aynı zamanda doğru solunum yapmaya alışkanlık sağlar. Birde namazda rukuye giderken bacak kaslarınız iyicene ağırıncaya kadar eğilın. Bu insanı formda tutar. Yanlız namazı Allah rızasını kazanmak için kılınması gerektiğini unutmamak gerekir.
İşte insan mücadelesinde imtihanında yenik düşerse ateşe girip anlamı veya beyni ve kalbi yanıp pişip refleks kazandıktan sonra tekrar bu sefer de ayrı bir imtihana tabi tutulacak. Kur'an'da buna dair ayetler vardır. Mesela vakıa süresi 60, 61. Ayetlerinde " Aranızda ölümü biz takdir ediyoruz, bu konuda kimse önümüze geçemez. Emsallerinizi değiştirip, sizi bilemeyeceğiz bir dirilişle yeniden yaratmak üzereyiz. " Burada apaçık dediğimiz doğrulanıyor. Birde İnşikak süresi 24. Âyette " Onları elem verici bir azabla müjdele. " Diye buyuruyor. Demekki en azından yeni veya başka bir imtihan için bir şans olacak ki müjdeler diye böyle buyuruyor.
Cüz-i iradenin işleyişi: İradenin hassalarından sayılan nefs, idrak gibi hassalar bazen istemsizde olsa az bir şey iradeye nefiy katıyor. Cuz-i ihtiyaride vicdanı sayesinde nefiyi olumlulaştırıp ruhu olan iradesinin desenini anlamlandırıp nakışlandırıp desen kuruyor.
Kesilip yenilen hayvanlara minnet duyduğumuz için değeri artıyor yani terakki oluyor.
İşte üstün insanlar olgun insanlardır. Allah’ta her şeyden üstün olduğuna göre herkesten daha vakar ve olgun bir zattır. Ondan yanlış beklenmez.
Bir şey zamandan münezzeh ise, o kadar hızlanır ki bir anda her yerde bulunur; mekandan münezzeh olur. İşte kara deliklerde neredeyse zaman işlenmez. Demek ki Allah’ın yanında hiç işlenmez.
Şimdi denilebilir ki madem melekler ve benzeri varlıklar Adem’den ders alıyor. O zaman ilkin Allah ona eşyaların ismini söyle derken nasıl demiş? Çünkü Allah önce bir temel oluşturuyor.
Allah kuruntu alırken muhtaç değil. Ansızın geliyor.
Her şeyi tamamlayan onlara çatı vazifesi yapan bir şey olmalı “O” da Allah’tır.
Hiçbir şey mutlak yokluktan çıkmıyor. Her şeyin zamanı geldiğinde ortaya çıkacak bir mantığı vardır.
İnsanların geneli varlıklı olmakla imtihan edilmeyi (çünkü varlık insanı gaflete atıyor) yokluk ve sefaletten daha çok istiyor. Allah ta her şeyin hayırlısını bildiği için önem vermiyor. Dama oyununda taşlar rastgele diziliyor, hangi taşın yutulacaksa önemi olmadığı gibi.
Her şey özellikle bilgi sonsuzda hayal ve kuruntu sonucunda çıkıyor. Sonsuza dek yok olmayacak şekilde. Dolayısıyla mutlak yokluk yoktur. İşte eksi sonsuz da yoklukta iken zamanı geldiğinde peşi peşine ortaya çıkıyor. Ve yoklukta iken zamanı geldiğinde çıktığı için mutlak yokluk yoktur.
Hiçbir suçum yokken başıma bu musibetler niye geldi deme. Çünkü o suçlara karşı bir potansiyelin vardır. Veya Allah ölçüp biçmek için yapıyor.
Çok iyi bir kalbi varsa Allah onu Affeder. Şeyten bu sefer itiraz edemez.
Ruhların buna benzer şeylerin Allah’ın ezeli ilminde bir maden gibi görüp işlendiğini saymak; Allah’ın ilminde ve mülkünde bir noksanlık olduğu anlamına gelir. Ama bunların hayal ve kuruntu olduğunu söylemek, istemeyerek geldiği için Allah’ı daha da noksandan münezzeh kılar.
Allah ut-teala Kur’an’da kendisine biz demesi yani çok kişinin yapabileceği işi tek başına melekler vasıtasıyla yeteri kadar yapıyor olduğu için biz demiştir.
Düştüğümüz kötü durumdan kim ama kim kurtarabilir. Güvendiğimiz hangi şey sizi kurtarabilir. Allah’tan başka.
İşte İslamiyet’le teslimiyeti yanlış anlamamak lazım. Çünkü teslim ol, kurtuluşun yok gibi anlama gelebilir. Aslında Allah Nuh Süresi 13. ayette “Size ne oluyor ki Allah hakkında vakar ummuyorsunuz” diye buyuruyor. Yani İslamiyet derken secdeye giderken teslimiyet gösterip tevekkül edip Allah’a dayanıyorsun. Yanlız gereken esbabları yani koşulları sağladıktan sonra tevekkül ediyorsun. Netice kötüde çiksa sabr ediyorsun. Hak insanı aşılattırıp, tasviye ettirip eninde sonunda galip gelir ve getirir. Akibet muttakilerindir. Birde Allah mantiktır, mantığın dışına çıkılamaz. Dolayısiyla mantığa boyun eğmekten başka çare yoktur.
Allah her şey olduğu için, her şeyle mukayese edilebilir. Her şeyden üstün olduğu için her şeyin en kamilidir.
Çözülemeyecek soru, cevabı olmayan soru yoktur. Ancak bir soru çözdüğün zaman yeni bir soru gelir. Yani soru ve cevapların ardı arkası kesilmiyor, kesilmez. Dolayısıyla sonsuzluk vardır. Sonsuzluk varsa Allah vardır.
Evrimcilerin deyimiyle bütün canlılar tek bir hücreli organizmadan kabiliyetine göre farklı evrimleşerek bugüne kadarki canlılar oluşmuştur. Buna inanıpta, bir tane hücre kendiliğinden oluşabiliyorsa, neden her bir canlı türü için ayrı ayrı hücre organizması oluşmasın, diye inanmamalarına hayret ediyorum. Ayrıca her canlı öyle iktiza ettiği için kendini öyle evimleştiriyor, diye inaniyorlarda, kainat kompile daha adil bir düzen istediği halde, neden kendini daha adil bir dünyaya güdüleyip evrimleştirmesin ki. Yani Ahiret hayatı niye olmasın ki. Hayır! maksat dinsizlik yapmaktır.
Bilindiği gibi büyü yapmak günahtır. İmansızlıktan gelir. Çünkü mesele imtihan meselesi olduğu için Allah büyüyle insanı muvaffak ettirmez. Önce adam olmak lazım. Olduğun imtihanda başarılı çıkarsan Allah zaten muvaffak eder. Onun için büyü yaptığın zaman ilkin biraz işler iyi gider. Sonra işler büyük bir çıkmaza girer. Kendin dahi büyünü bozmak zorunda kalırsın. Böylece büyü yapıp işe yaramaz cinlerden yardım isteyeceğine, dua ile herşeye kadir Allah'tan istemek daha evladır. İşe yaramaz cinler dedik diye cinler kızmasınlar. Çünkü Hz Süleyman AS gibi bir ilme sahip olunursa, Allah'ın izniyle cinlerden faydalanılabilir.
Şimdi Allah vardır. Yanlız! Allah Bakara Süresi 286. ayette buyuruyor ki 'Kişiye yükünden fazlasını yükletmez. Artık onundur kazandığı şeyler., aleyinedir yapacağı şerler.' diyor. İşte buna iman edip güvenmek önemlidir. Ve eğer Allah yoksa her şey anlamsız ve önemsizdir. Allah varsa mani keder yoktur. Dünya halı imtihandır. Mükafatları sadece ahirette değil, dünyada dahi imtihanı geçtin mi önünüzde hiçbir engel Allah’ın izniyle kalmaz. Ve bütün kemalatlar geçirilen başarılı imtihan sonucunda elde edilir.
***
Şimdi bir iki husus daha belirtelim
Geleceğin habercisi olan rüyaları neden görürüz? Evet; geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı bir şerit üzerinde düşünürsek ki öyledir de. Allah “iyi kötü ne varsa hepsi levh-i mahfuzda yazılıdır” demiş. Levhayi şerit olarakta düşünebiliriz. Ruya görme meselesi bence zaman bükülme olayiyla alakalıdır. Çünkü rüyalar bunu doğrular. Bazı ruyalar şeytanidır o ayrı konu. Böyle bir şey yoksa neden gelecekle ilgili misaller görürüz. Bilimsel olarak ta doğrulanıyor.
Şimdi geçmiş, şimdi, gelecek hepsi bir şerit üzerinde dalgalanarak büküle büküle işleniyor. Rüyada bu bükülme fark edilir. Bir nevi zaman bükülme olayı gerçekleşiyor. Peki neden aynı değil de bir misalini görürüz? Çünkü geçmiş işlenmiş, yalnız gelecek proje halindedir. İlim maluma tabi olması munasebetiyle her şey çizilmiş fakat uygulamaya geçilmemiş. Televizyon sinyalleri gibi nasıl önce kameradan dalgaların frekansına göre kodlamalı sinyallere dönüşür. Başka yerlere görüntü aktarılır. Aynen öyle rüyada zaman bükülmesi esnasında şifreli misallere dönüşür.
***
Hz İsa AS mesh ediyor derken yani insanların bir şeye olan bakış açılarını değiştiriyor. Mesela içki için bir yudum falan derken,benim kanımın kokusu içki gibidir diyerek bir bakış açısı psikolojisi oluşturuyor
İşte Hz İsa AS’ın Hz Musa AS’ın şeriatını mesh etmesi Aynı zamanda gösteriyor ki Allah’ın belirlediği kurallara göre imtihan olunur. Çünkü bazı şeylere taviz cevaz vermiştir.
Dünyada ki hükümler dünyada geçerlidir. Öbür dünyada başka boyuta geçilir. Onun için bazı çirkin şeylerin olmasının önemi yoktur. Ve öbür dünyada kişiden kişiye boyut değiştirilir. Kimisine acılar unutturulur, kimisine şiddetli hatırlatılır.
İşte madem ki böyle şariat bazı ümmetlere kolay bazı ümmetlere zordur dememek lazım. Çünkü düşünülürse Hz İsa AS’ın ümmetinin imtihanı belki daha zordur. Çünkü mesela içki için bir yudum falan içilse, Hz İsa AS hatırlansa bir şey olmaz. Ama içkiye alıştıktan sonra dozu kaçırmamak elde değil. Ve domuz eti yemekte sakınca yoktur. Ama yenince hem tıbben, hem zihnen,hem psikolojikmen domuz gibi rahat olmamak elde değildir. Ve Hristiyanların çoğunun Müslümanlara göre rahat olması kaçınılmazdır. Normal karşılamak lazım. Bazı Müslümanlarında rahat davranması Müslümanlığın gereğini tamamıyla yerine getirmemesindendir.
" Doğrusu Allah katında din İslam'dır. O kendisine kitab verilenlerin ayrılığa düşmeleri, sadece kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastandır. Her kimde Allah’ın ayetlerini inkar ederse şüpkesiz ki Allah çabuk hesab görendir. " Al-i İmran Süresi 19. Ayet
"Şübhesiz ki, iman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hiristiyanlar'ın içinden her kim Allah'a ve ahiret gününe iman edipte hayırlı olarak çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler. " Maide Süresi 69. Ayet
İbrahim Halil RASTANİ
Kayıt Tarihi : 28.6.2019 09:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Haylı aşk, şevk ve istek sonucunda Allah'ın yardımıyla yazılmıştır. Nihayi İzafi İlahiyat hakkındadır.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!