cana
yüzümün gül suyu
sinem-i delen gümüşten mızrak
ruha ateş üfleyen bâlâ-yı bülend
yine ah u fizâr elinden hayat
gece ölür
alacası sökülür şafağın
uyanır bozkırın sarışın papatyaları
rüzgârın cepkeninde inleyen senfoni
......
önce yüreğime incir ağacı ektiler
sonra yorgun bir kaderin ayak ucuna attılar
……
bilinmez
Leyli vakitlerin masal prensesi
Hangi dala astın bahar gülüşlerini
Salkım söğüt gibi düşerken gözlerin
Ebruli hüzünlerin cennetinde mi ağlar meleklerin
Söyle bana kederin dilsiz perisi
kıraç toprakların
tozuna bulanmış rüzgârın
susak selvilerin kırılışına
benziyor ince dalların
esrarlı bir bahçenin göğü
rüzgârın getirdiği bir avuç kum, bir avuç toz
günlerinse bir avuç karanlık, bir avuç belirsizlik...
.....
her şey başladığı gibi biter
üzerimde kaç mevsimin yorgunluğu
sustun
dilsiz ağrılar sardı yüreğini
ya da koca bir boşluk…
belki de yeşim taşlarının sessizliği vurdu
yangın dudaklarına…
toz bulutlu şehrin sokaklarında
kırağı tutmuş dallar üşürken
yalancı baharı muştuluyor güneş
kozasında bir tırtıl usulca kıpırdanıyor
gülümseyerek güneşin altın saçlarına
bu gece göğü kucaklayıp
saklı cennetin duvarlarına çarptım
tuz buz oldu yıldızlar...
bıçak kesikleri attım şehrin arterlerine
kutsal ne varsa kanadı kirli kaldırımlara
gözlerinin
ferinde sönerken bin nazlı şerare
sökülür dağların perçeminden kızgın lavlar
dörtnala koştururken yağmur dişli rüzgârlar
düşer alnımın ortasına taştan bebekler
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!