Gır'da Sayvat, Popas’ta ladinpürü gölgesi uzarken, höllükte pişen bez beşik toprağa gömülmeden önce ebem dua fısıldadı. “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed…” Götekonan toprağın sıcaklığı, kutsal dölü sararken, ardıç dalına kurulan salıncak yün kolanla kıvır kıvır titriyordu. Oğlak meee dedi, kuzu meee siyle uyanma zili çaldı. At kişnedi, köpek havladı, ama ses değil—bir milletin doğum yankısıydı.
Ayşa Ebem, höllükte pişmiş bezi göğsüne bastı. İlk doğan: Fatma – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Sonra İbrahim Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Ardından Muzaffer Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Her doğumda ardıç dalı titredi, salıncak kıvım yaptı. Bez pişmişti, kıl çul örtüydü, ama dua hep aynıydı: “Subhâne men yerânî…”
Sonraki doğumlar başka obalarda ama aynı kıvımda oldu: Saniye Gokhacı – Ana: Fadime Hayrettin – Ana: Arife, Baba: Ahmet İbrahim Şahin – Ana: Fatma, Baba: Ali Her biri kutsal dölden doğdu, ama kaderi taşta çimlendi.
Çocuklukta davar güdüldü, yamalı donla taşta seksek oynandı. Gün yanığı ten, helke suyuyla serinletildi. Arpa gibi cılız bedenler, umut saçan gözlerle göğe bakardı. Gıda yoktu ama kıvım vardı. Yokluk kader değildi—yırtılacak bir örtüydü.
tümlüğe eksik zamanlara kucak;
kırka iki kala keşfim
bir dehliz, beynimin çıkmazında...
uzaktan bakan benim
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta